HALKIN 1 MAYIS’I İKTİDARIN D-AYISI TARAFINDAN İKİYE BÖLÜNDÜ
1 Mayıs’ı yazmaya niyetim yoktu, fakat alana indiğimde 1 arkadaşımın; “Hak-İş sendikasının, kendilerine ‘Tandoğan’daki 1 Mayıs Bahar Bayramı’na katılmak için zorla kağıt imzalatması nedeniyle Sıhhiye’deki ‘Emekçinin 1 Mayıs’ına katılmaya karar verdim” demesi üzerine yazmaya karar verdim.
Adamlar, Ademleri tehdit ediyor (biri de arkadaşım Adem), Tandoğan’daki 1 Mayıs’a katıl diye. 1 “1 Mayıs” kalmıştı bölünmeyen, o’nu da böldüler, “Tandoğan ve Sıhhiye 1 Mayıs”’ı diye. Anımsayın 1970’lerdeki toplumun ‘sağ-sol şeklinde’ kamplara bölündüğünü. Ve bu bölünmelerin ‘Pol-Der’ ‘Pol-Bir’ diye bölünmüş polisler aracılığıyla desteklendiğini. Durum daha kötüye gidiyor, çünkü bölünmüşlüğün sol yanı, biber gazı ile örselenirken, sağ yanı yağdanlıklar aracılığıyla besleniyor.
Yağdanlığın adı; ‘Hak-İş’. 1 değil ki, 1 kaç tane bunlar; Memur-Sen ve de Kamu-Sen. Polis örgütü yekpare, yani tek parça yanlarında. Üyelerine, naylon poşetlerde zengin menüler sunarlar, bir tek biberonları eksik, biber gazı yasak. Çünkü bunlar ‘iktidarın ‘Uslu’ çocukları. Gün gelir bunların başındakiler ‘Uslu-Uslu’ ve de ‘Salim-en’ iktidarın partisinden milletvekili yapılırlar ve TBMM’ inde Kamer Genç’i kovalarlar. Evet; bu yağdanlık(lar), üyelerini imza zorunluluğuyla kendi 1 Mayıs alanına çekmekten hiç çekinmemişler 2012’nin 1 Mayıs’ında.
Soruyorum: “DİSK, TÜRK-İŞ, KESK, kaç kamu çalışanı üyesine böylesi bir zorlama ve faşist baskı kurdu? İşletilen süreç bana ‘Führer’ Almanya’sını çağrıştırıyor. Yani ‘Yol gösterici’ Hitler dönemi Almanya’sını. “Beyler ne oluyor, bu ülke nereye gidiyor?” demeyeceğim, çünkü gidici olan iktidarın son çırpınışları ile karşı karşıyayız beyler, son çırpınışlarıyla. Sağ son seçeneği iktidarda tutuyor.
Artık, yeni bir seçenek sunması zor. Çünkü; Muhafazakârını sundu, ırkçısını sundu, ilkel fason liberalini sundu, dincisini sundu ve son olarak üçüyle harmanlanmış ‘darbenin iki çeşidiyle beslenmiş’ güdümlüsünü sunuyor. Başka seçeneği kalmadı. Bundan sonrası solun. Yeter ki sol içsel kavga hastalığını bıraksın ve dayanışmacı, birlikter bir politik sürece girsin.
Tekrar ediyorum: “Bu konuda ümitli değilim, umutluyum” Bakın Hüseyin Güzelce bile bu bitmişliğin kaçınılmazlığını işaret ediyor , “Gün gelecek, bir zamanlar böyle bir başbakan vardı denecektir” Yol gösterici coşmuş, sanatçılara, doğrusu tiyatro çalışanlarına dayılanıyor; “ Devlet eliyle Tiyatro olmaz; özelleştireceğiz. Hangi gelişmiş ülkede devlet destekli tiyatro var? O zavallılara acıyoruz. Yahuuu, siz kimsiniz? Sanat sizin tekelinizde mi? Muhafazakarları aşağıladınız; geçti o günler.”
Ve bu dayılığa hastalıklı ve de aydınların yüzkarası kronik yağdanlık da katılıyor: "Artık bu elitler kusura bakmasın. Bugüne kadar mürteci, yobaz diye aşağıladığınız, zulmettiğiniz halk sizi artık sırtında taşımayacak.” Mürteci ve Yobaz; Bu bir gerçeği söylemedir. Arapçası; itiraf. Mürteci ve yobaz elbette ki sanat karşıtıdır, sanatçıyı sırtında taşıyacak olanlar aydın ve uygar kimliklerdir. Sen ise hiç değilsin. “Muhafazakarları aşağıladınız; geçti o günler.” derken, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda bir oyunu izlerken, ‘cak, cak ‘ sakız çiğnediği için sahnedeki sanatçı tarafından uyarılması sonrası seyretmekten vazgeçen yakınını kastediyor galiba.
Kanaatim odur ki, devlet tiyatroları ve sanatçılarından bunun intikamı alınıyor. “Hangi gelişmiş ülkede devlet destekli tiyatro var, özelleştireceğiz” diyor. Olamaz böyle bir şey, İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa, Hollanda, kısacası tüm batı ülkeleri ve Rusya ödenekli, yani devlet destekli tiyatrolarla dolu. Özelleştirmenin vatanı, İngiltere bile tiyatroları özelleştirmeyi aklına getirmedi, bizim dayı, özel-leştirdikleri gibi, özelleştirmeyi düşünüyor. Dahası; çalışanları aşağılayarak; ‘devlet eliyle Tiyatro olmaz’ diyebiliyor. Devlet eliyle olur, devletin katkılarıyla olur, fakat hükümetin katkılarıyla olmaz, yani bu hükümetin. Öncelikle şu Devlet ile Hükümeti birbirinden ayrıt etmek gerekir; Özellikle günümüz hükümetini.
Devletin eliyle değil, hükümet eliyle neler yapılmadı ki: Türkiye’nin tüm değerleri yok edildi; Örneğin eğitim, örneğin çalışanların ve tüm emekçilerin özlük hakları, örneğin futbol (futboldan geçinerek), örneğin kıyılar, örneğin dinimiz (ılımlı İslam yalanıyla ve dinden geçinerek), örneğin dilimiz, örneğin bankalarımız, örneğin Cumhuriyet’in tüm kurumları, örneğin topraklarımız, örneğin İstanbul (sermaye tapınaklarıyla), örneğin Ankara (katlı kavşakla), örneğin tarihi yapılar, örneğin derelerimiz, örneğin nehirlerimiz, örneğin ovalarımız, örneğin dağlarımız, örneğin göllerimiz, örneğin ormanlarımız, örneğin insan hakları, örneğin özgür istenç ve düşünceler, örneğin Demokrasi (ileri demokrasi yalanıyla), örneğin siyaset (yoksuldan geçinerek, kömür ve gıda yardımlarıyla siyaset yaparak), örneğin ticaret, örneğin yazılı ve görsel basın, örneğin Laik Demokratik yapı, örneğin Cumhuriyet, örneğin sen, ben, biz, onlar..
Belki abarttık, fakat az şeyler yok etmediler. Tüm bunları yok eden için, tiyatroyu yok etmek ne ki. Hükümet salt bunları mı yaptı? 1 Mayıs’ı ikiye bölen bu hükümet, yasal grev haklarını kullanmak isteyen memur ve işçiler için de dayılanmadı mı; “Neticesine katlanırlar” diyerek. Biliyorsunuz bu neticelerin, biber gazı, cop ve Abdi İpekçi parkının kış ortasındaki buz tutmuş havuzuna dökmek olduğunu.
İşte bu Abdi İpekçi parkının olduğu Sıhhi’ye, tüm emekçiler ve çalışanlarla önceki 1 Mayıs coşkularını katlayan bir coşku seli yarattı. Bu sel Gar’da başladı, Sıhhiye’de sonlandı. Ne mi vardı? Yine biber gazı vardı, ama yılmak yoktu, önlenemez coşku vardı. Sol olarak direndik ve de bundan sonra direneceğimizin kararlı ve yükselen duruşunu sergiledik. Haydi, sol sıra sende, yani bende; göster kendini, göstereyim kendimi.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder