Bu coşku gecikmiş bir coşku değil, Galatasaraylılıkta coşku her zaman vardır
FUTBOLUMUZ HER GEÇEN GÜN SİYASALLAŞIYOR
FUTBOLUMUZ NEREYE KOŞTURULUYOR?
Galatasaray’ın şampiyonluğu değil de, şampiyonluk sonrası yaşanan olaylar nedeniyle söylenenler bu sezona en az şike olayları kadar damga vurdu:
TFF yetkilileri ‘bu kupayı Şükrü Saracoğlu Stadı'nda vermek istemiyoruz, kupa Pazar verilsin' dedi.
Daha sonra Ünal Aysal Bey ve Ali Dürüst Bey de 'Bir gün sonra taraftarın önünde alınsın' dedi.
Daha sonra yönetim kurulunda bunu görüşerek, kupa töreninin maçtan bir gün sonra yapılması için onay verdik.
Maçtan 10 dakika evvel Sayın Demirören'e Ünal Aysal, 'Bu kupa törenini yapmasak bile, soyunma odasında alsak olur' dedi.
Başkan ve yöneticiler kabul ederken, teknik direktör itiraz etti ve kupa verilmedi.
Galatasaray Kulübü'nü Fatih Terim mi yönetiyor, Başkan Aysal ve yönetim kurulu mu?
Maç biter bitmez taraftar sahayı terk etsin diye ışıkları söndürdük.
Kupa verilirken saha karanlık değildi aydınlatmıştık.
Kupayı sahada alan futbolcular ortalığı tahrik edercesine sevinç gösterisinde bulundular.
Şampiyonluklarını kutluyorum ama bunların yaptıklarını hiçbir zaman affetmeyeceğim, hiçbir Fenerbahçeli de affetmeyecek.
Bu söylenenlerin hiçbiri cımbızlanmadı, aynen söylendiği gibi kullanıldı.
Beyler bayanlar, futboldan kayanlar; Gerçekten, bu talihsiz açıklama futboldan kayıldığının bir göstergesi. İnanın büyük bir talihsizlik.
Düşünün, bir takım şampiyon oluyor ve bir takım insanlar kupanın verilmesini istemiyor. Bu duruş, Futbol kurallarına karşı gelmek değil de nedir? TFF’yi onun kurullarını ve ilgili tüm kuralları hiçe saymayı bırakın, uluslar arası futbol kurallarının ve o kuralların kurumsal yapıları olan UEFA’yi ve FIFA’yi hiç saymaktır.
Kupa nerde kazanıldı, yeşil sahada ve taraftarlar önünde.
Ne demek, kupa soyunma odasında verilsin?!
Bu kupa soyunma odasında verilen taktiklerle sahada kazanıldı beyler.
Ne demek; “Galatasaray’ı Ünal Aysal mı, Terim mi yönetiyor?”.
Elbette ki bu kulübü Ünal Aysal ve yönetimi yönetiyor. Fatih Terim de, futbol takımını yönetiyor, tıpkı Basket, Voleybol ve diğer spor dallarını yöneten çalıştırıcılar gibi. Her çalıştırıcı, kupasını kazandığı alanda almak ister, bu onların doğal hakkı değil, evrensel spor kuralıdır.
İşin ilginç yanı; bu evrensel hakkı Fenerbahçe kullanınca değil de, Galatasaray kullanınca olaylara neden olması. Evet, Fener Bayan Basket takımı Galatasaray’ı sahasında yendiğinde, şampiyonluk kupasını doğal olarak sahada almak istemedi mi? Ve Galatasaray’da seyirciyi boşaltarak, Ünal Aysal’ın da bulunduğu törenle kupanın verilmesi ortamını sağlamadı mı? Neden bu, sporun özündeki evrensel hakkı Galatasaray isteyince suç oluyor?
Bu noktada, Başbakan’ın kupanın sahada verilmesindeki rica ile devreye girmesi doğru oldu. “Başbakan futbola el koysun” demek ise yanlış oldu. El koymanın otoriter rejimlerin duruşu olduğunu lütfen aklınızdan çıkarmayın.
Saraçoğlu’ndaki maçtan sonra, Galatasaray’ın sevincini ve kupa alma isteğini engellemek için, çimlerin sulanma sisteminin açılması ve ışıkların kapatılması gerçekten sinir bozucu bir haksızlıktı.
Futbolcuların, giriş ve çıkış tünelinin sökülen koltuklarla saldırıya uğraması, meşalelerin buraya fırlatılması, büyük bir faciaya neden olabilirdi. Sokaklara taşan çatışmalar, polis araçlarının devrilmesi ve petrol istasyonunda yakılan polis araçlarının ikinci büyük felaketin kapısını aralaması, kısacası tüm bunlar anlatılması zor talihsizlikler.
Özellikle, bir spor yorumu yapan TV kanalında iki basit yorumcunun; Bu olayları Ergenekon ve derin devlete bağlamaları, resmen olguyu spordan alıp siyasi düzleme çekmektir ki, böylesi densiz yaklaşım tehlikelerin en büyüğüdür.
Unutmayın; Yugoslavya’nın parçalanmasındaki etkin unsurlardan birinin de, futboldaki kutuplaşmanın, ırkçı siyasi kutuplaşmalara taşınması olduğunu.
Kusura bakmayın beyler, bu resmen sporun ‘barış ve kardeşlik ruhu’ bir yana, kuralları ve kuralların kurumları olan UEFA ve FIFA’yi hiçe saymaktır.
Neymiş efendim; Galatasaraylı futbolcular sevinçlerini abartmışlar. Melo’nun abartısının-ki O’nu Mehmet Topuz tetikledi- dışındaki sevinç, futbolcunun hakkı ve ödülü boyutundaki kaçınılmaz evrensel coşkusudur. Coşku kaçınılmazdır, çünkü bu bir sezonun futbolculara yüklediği ve gerilim yaratan enerjinin boşalmasıdır. Fener, Galatasaray’ı Aslantepe’de yendiğinde, Mehmet Topuz’un sahanın ortasına yapmasına bile ses çıkarmaması neden dikkate alınmaz da sürekli tek taraflı haklılık işlenir ki?
Beyler; “Futbolumuz nereye koşuyor” değil “Futbolumuz nereye koşturuluyor?”
Fenerbahçe –Galatasaray maçından sonra çıkan olaylar; Türkiye’nin resmen futbol terörüne koşturulduğunun işareti gibi idi.
Bu süreci tetikleyen olgu, başta ülkedeki yargı sürecinin ‘askeri ve sivillere yönelik’ işleyişidir. Bu işleyiş toplumu gerdi ve istenmese de bir kırılma noktasına taşıdı. Buna son olarak ‘şike operasyonu bütünündeki yargılamalar da eklenince, toplumdaki kırılmayı kaçınılmaz kıldı.
Olaylar sonrası sorumsuz spor yorumcularının, ‘polisin duruşunu es geçip’, Saraçoğlu’nda yaşananları, Ergenekon bütününde derin devlete bağlamaları ve spordan alıp siyasi düzleme taşımaları düşündürücü bir yaklaşımdı.
Bu tehlikeli bir yaklaşımdır da. Futbolun siyasallaşması, en az etnik yapının ve dinin siyasallaşması kadar tehlikelidir. Unutmayın; Yugoslavya’nın parçalanmasındaki etkin unsurlardan birinin de, futbolun siyasi düzleme taşınması olduğunu.
El koymanın, otoriter rejimlerin duruşu olduğunu aklına getirmeyenlerin; başbakanın futbola el koymasını istemeleri ise ayrı bir tehlikeli yaklaşımdı.
Futbol; farklı tüm düşünselliklerin, siyasetlerin, sınıfların, inanç ve kültürlerin ortak sevinci olduğunu yadsımamamız gerekir.
Futbol evrensel bir fenomen olarak bacasız sanayi oldu artik. Üzülerek belirteyim ki, siyasi ve ekonomik rant bekçileri bu bacasız sanayi aracılığıyla, futbol atmosferini de kirletir oldular ve tribünleri her an patlamaya hazır canlı bombaya dönüştürdüler.
Bunların yüzündendir ki; statlardaki taşkınlıkları önleyecek güçlü
yaptırımlar getirilemiyor.
Sahadaki bu taşkınlıkların önüne geçilmesi ve futbolumuzu sosyal patlamaların kaynağı haline getirecek duruşların önünü almak için önerim şu:
1- Oy kaygısı nedeniyle duruş sergileyen siyasilerin,
Siyasallaştırdıkları ‘Sporda şiddet yasası’ nın kapsamı genişletilerek yeniden düzenlenip, güçlü yaptırımlar getirilmelidir.
Örneğin;
Kişi en fazla 3 dönem Kulüp başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği yapabilmelidir.
Yönetim kurulunda, bazı kimliklerin bebeleri yerine, tribün grupları içinden birine yer verilmelidir.
Saha kapama cezasının yaptırım gücü artırılmalıdır. Şöyle ki, ceza alan takım, seyircisiz veya çocuk-kadın seyirciyle cezalandırılmamalıdır. Aksine, rakibinin sahasında rakibinin seyircisiyle oynama ile cezalandırılmalıdır.
Üçüncü kez saha kapama cezası alanlara, tüm maçlarını
deplasmanda oynama cezası verilmelidir. Veya puan silinmeye gidilmelidir.
2- Ülke geneline mal olmuş kimlikler, özellikle siyasiler, kulüp
taraftarlıklarıyla kendilerini öne çıkarmamalıdır. Kesinlikle, tüm kulüplere eşit mesafede durmalıdır(lar)..
3- Spor, başta futbol ideolojik düzlemin aracı olarak
görülmemelidir. Dinden ve yoksuldan geçinircesine futboldan da geçinmemelidir.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
ŞUTLUYORUM
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
FUTBOLUMUZ HER GEÇEN GÜN SİYASALLAŞIYOR
FUTBOLUMUZ NEREYE KOŞTURULUYOR?
Galatasaray’ın şampiyonluğu değil de, şampiyonluk sonrası yaşanan olaylar nedeniyle söylenenler bu sezona en az şike olayları kadar damga vurdu:
TFF yetkilileri ‘bu kupayı Şükrü Saracoğlu Stadı'nda vermek istemiyoruz, kupa Pazar verilsin' dedi.
Daha sonra Ünal Aysal Bey ve Ali Dürüst Bey de 'Bir gün sonra taraftarın önünde alınsın' dedi.
Daha sonra yönetim kurulunda bunu görüşerek, kupa töreninin maçtan bir gün sonra yapılması için onay verdik.
Maçtan 10 dakika evvel Sayın Demirören'e Ünal Aysal, 'Bu kupa törenini yapmasak bile, soyunma odasında alsak olur' dedi.
Başkan ve yöneticiler kabul ederken, teknik direktör itiraz etti ve kupa verilmedi.
Galatasaray Kulübü'nü Fatih Terim mi yönetiyor, Başkan Aysal ve yönetim kurulu mu?
Maç biter bitmez taraftar sahayı terk etsin diye ışıkları söndürdük.
Kupa verilirken saha karanlık değildi aydınlatmıştık.
Kupayı sahada alan futbolcular ortalığı tahrik edercesine sevinç gösterisinde bulundular.
Şampiyonluklarını kutluyorum ama bunların yaptıklarını hiçbir zaman affetmeyeceğim, hiçbir Fenerbahçeli de affetmeyecek.
Bu söylenenlerin hiçbiri cımbızlanmadı, aynen söylendiği gibi kullanıldı.
Beyler bayanlar, futboldan kayanlar; Gerçekten, bu talihsiz açıklama futboldan kayıldığının bir göstergesi. İnanın büyük bir talihsizlik.
Düşünün, bir takım şampiyon oluyor ve bir takım insanlar kupanın verilmesini istemiyor. Bu duruş, Futbol kurallarına karşı gelmek değil de nedir? TFF’yi onun kurullarını ve ilgili tüm kuralları hiçe saymayı bırakın, uluslar arası futbol kurallarının ve o kuralların kurumsal yapıları olan UEFA’yi ve FIFA’yi hiç saymaktır.
Kupa nerde kazanıldı, yeşil sahada ve taraftarlar önünde.
Ne demek, kupa soyunma odasında verilsin?!
Bu kupa soyunma odasında verilen taktiklerle sahada kazanıldı beyler.
Ne demek; “Galatasaray’ı Ünal Aysal mı, Terim mi yönetiyor?”.
Elbette ki bu kulübü Ünal Aysal ve yönetimi yönetiyor. Fatih Terim de, futbol takımını yönetiyor, tıpkı Basket, Voleybol ve diğer spor dallarını yöneten çalıştırıcılar gibi. Her çalıştırıcı, kupasını kazandığı alanda almak ister, bu onların doğal hakkı değil, evrensel spor kuralıdır.
İşin ilginç yanı; bu evrensel hakkı Fenerbahçe kullanınca değil de, Galatasaray kullanınca olaylara neden olması. Evet, Fener Bayan Basket takımı Galatasaray’ı sahasında yendiğinde, şampiyonluk kupasını doğal olarak sahada almak istemedi mi? Ve Galatasaray’da seyirciyi boşaltarak, Ünal Aysal’ın da bulunduğu törenle kupanın verilmesi ortamını sağlamadı mı? Neden bu, sporun özündeki evrensel hakkı Galatasaray isteyince suç oluyor?
Bu noktada, Başbakan’ın kupanın sahada verilmesindeki rica ile devreye girmesi doğru oldu. “Başbakan futbola el koysun” demek ise yanlış oldu. El koymanın otoriter rejimlerin duruşu olduğunu lütfen aklınızdan çıkarmayın.
Saraçoğlu’ndaki maçtan sonra, Galatasaray’ın sevincini ve kupa alma isteğini engellemek için, çimlerin sulanma sisteminin açılması ve ışıkların kapatılması gerçekten sinir bozucu bir haksızlıktı.
Futbolcuların, giriş ve çıkış tünelinin sökülen koltuklarla saldırıya uğraması, meşalelerin buraya fırlatılması, büyük bir faciaya neden olabilirdi. Sokaklara taşan çatışmalar, polis araçlarının devrilmesi ve petrol istasyonunda yakılan polis araçlarının ikinci büyük felaketin kapısını aralaması, kısacası tüm bunlar anlatılması zor talihsizlikler.
Özellikle, bir spor yorumu yapan TV kanalında iki basit yorumcunun; Bu olayları Ergenekon ve derin devlete bağlamaları, resmen olguyu spordan alıp siyasi düzleme çekmektir ki, böylesi densiz yaklaşım tehlikelerin en büyüğüdür.
Unutmayın; Yugoslavya’nın parçalanmasındaki etkin unsurlardan birinin de, futboldaki kutuplaşmanın, ırkçı siyasi kutuplaşmalara taşınması olduğunu.
Kusura bakmayın beyler, bu resmen sporun ‘barış ve kardeşlik ruhu’ bir yana, kuralları ve kuralların kurumları olan UEFA ve FIFA’yi hiçe saymaktır.
Neymiş efendim; Galatasaraylı futbolcular sevinçlerini abartmışlar. Melo’nun abartısının-ki O’nu Mehmet Topuz tetikledi- dışındaki sevinç, futbolcunun hakkı ve ödülü boyutundaki kaçınılmaz evrensel coşkusudur. Coşku kaçınılmazdır, çünkü bu bir sezonun futbolculara yüklediği ve gerilim yaratan enerjinin boşalmasıdır. Fener, Galatasaray’ı Aslantepe’de yendiğinde, Mehmet Topuz’un sahanın ortasına yapmasına bile ses çıkarmaması neden dikkate alınmaz da sürekli tek taraflı haklılık işlenir ki?
Beyler; “Futbolumuz nereye koşuyor” değil “Futbolumuz nereye koşturuluyor?”
Fenerbahçe –Galatasaray maçından sonra çıkan olaylar; Türkiye’nin resmen futbol terörüne koşturulduğunun işareti gibi idi.
Bu süreci tetikleyen olgu, başta ülkedeki yargı sürecinin ‘askeri ve sivillere yönelik’ işleyişidir. Bu işleyiş toplumu gerdi ve istenmese de bir kırılma noktasına taşıdı. Buna son olarak ‘şike operasyonu bütünündeki yargılamalar da eklenince, toplumdaki kırılmayı kaçınılmaz kıldı.
Olaylar sonrası sorumsuz spor yorumcularının, ‘polisin duruşunu es geçip’, Saraçoğlu’nda yaşananları, Ergenekon bütününde derin devlete bağlamaları ve spordan alıp siyasi düzleme taşımaları düşündürücü bir yaklaşımdı.
Bu tehlikeli bir yaklaşımdır da. Futbolun siyasallaşması, en az etnik yapının ve dinin siyasallaşması kadar tehlikelidir. Unutmayın; Yugoslavya’nın parçalanmasındaki etkin unsurlardan birinin de, futbolun siyasi düzleme taşınması olduğunu.
El koymanın, otoriter rejimlerin duruşu olduğunu aklına getirmeyenlerin; başbakanın futbola el koymasını istemeleri ise ayrı bir tehlikeli yaklaşımdı.
Futbol; farklı tüm düşünselliklerin, siyasetlerin, sınıfların, inanç ve kültürlerin ortak sevinci olduğunu yadsımamamız gerekir.
Futbol evrensel bir fenomen olarak bacasız sanayi oldu artik. Üzülerek belirteyim ki, siyasi ve ekonomik rant bekçileri bu bacasız sanayi aracılığıyla, futbol atmosferini de kirletir oldular ve tribünleri her an patlamaya hazır canlı bombaya dönüştürdüler.
Bunların yüzündendir ki; statlardaki taşkınlıkları önleyecek güçlü
yaptırımlar getirilemiyor.
Sahadaki bu taşkınlıkların önüne geçilmesi ve futbolumuzu sosyal patlamaların kaynağı haline getirecek duruşların önünü almak için önerim şu:
1- Oy kaygısı nedeniyle duruş sergileyen siyasilerin,
Siyasallaştırdıkları ‘Sporda şiddet yasası’ nın kapsamı genişletilerek yeniden düzenlenip, güçlü yaptırımlar getirilmelidir.
Örneğin;
Kişi en fazla 3 dönem Kulüp başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliği yapabilmelidir.
Yönetim kurulunda, bazı kimliklerin bebeleri yerine, tribün grupları içinden birine yer verilmelidir.
Saha kapama cezasının yaptırım gücü artırılmalıdır. Şöyle ki, ceza alan takım, seyircisiz veya çocuk-kadın seyirciyle cezalandırılmamalıdır. Aksine, rakibinin sahasında rakibinin seyircisiyle oynama ile cezalandırılmalıdır.
Üçüncü kez saha kapama cezası alanlara, tüm maçlarını
deplasmanda oynama cezası verilmelidir. Veya puan silinmeye gidilmelidir.
2- Ülke geneline mal olmuş kimlikler, özellikle siyasiler, kulüp
taraftarlıklarıyla kendilerini öne çıkarmamalıdır. Kesinlikle, tüm kulüplere eşit mesafede durmalıdır(lar)..
3- Spor, başta futbol ideolojik düzlemin aracı olarak
görülmemelidir. Dinden ve yoksuldan geçinircesine futboldan da geçinmemelidir.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
ŞUTLUYORUM
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder