Nasıl da birbirlerini ödüllendiriyorlar
Halk arasında, ‘al birini vur birine’ diye bir deyim vardır ya; her 2
Erdoğan’da son günlerde söyledikleriyle, olguyu o noktaya taşıdılar.
Biri siyasetin başbakanı, diğeri ‘siyasetten soyut, doğrusu güldüşün sanatından soyut, komedinin başbakanı’
Siyasetin başbakanı Erdoğan diyor ki;
“28 Şubat soruşturmasıyla ilgili belli bir süreç işlemektedir. Ancak böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur. Bu kadar bu iş bence uzatılmamalı”
Kafayı, darbelerle darp etmenin yansıması mı? Yoksa AKP’nin kırılma süreci mi başladı?
Doğrusu, 28 Şubat soruşturması uzadığında; kendisini mağdur edenlerin, askerler değil de 28 Şubat kararlarının altında Başbakan olarak imzası olan, hocası Necmettin Erbakan ve ekibini ortaya çıkaracağının korkusu mu?
28 Şubat postmodern darbesinin amacı, din üzerinden siyaset yaparak iktidar olmak isteyenlerin önünü kesmek iken, aksine, o grubunu içinden kopan ve ‘biz milli gömleği çıkarttık’ diyerek ‘Ilımlı İslamcı olduklarını savlayanlar tek başlarına iktidara geliyor.
İşin öfkelendiren yanı, bu grubun hala kendilerini 28 Şubat mağdurları olarak göstermeleri.
Bu duruş, düşündürücü ve ürkütücü değil mi?
Sorarlar adama; “Allah aşkına bu 28 Şubat, madem senin için yapıldı, iktidar nasıl oldun? ”
Şunları da ;
“ 28 Şubat soruşturmalarının uzaması ile ilgili şikayetinizle yargıya müdahale etmiş olmuyor musunuz?”
“Bu işin uzatılmasından rahatsız olmanıza karşın, Silivri’deki suçsuz insanların uzayan yargılamaları neden rahatsız etmiyor sizi?”
“Gerçek Ergenekoncu, derin devletin 1 numarası göstermelik olarak Tutukevi’nde dinlenceye alınırken, askerlerin terör örgütü suçlusu ve darbeci olarak Silivri’ye gönderilmesi konusunda aynı duyarlılığı neden göstermiyorsunuz?”
“ Milletvekili yaptığınız, eski paşa Şirin Ünal’ın; ülkeyi siyasiler iyi idare etmediği için asker darbe yapmak zorunda kalmıştır şeklindeki yaklaşımı neden öfkelendirmiyor sizi?”
“ Sayın Kılıçdaroğlu; Genel Kurmay Başkanlığı’nın e-muhtıra işlevindeki sert açıklaması nedeniyle; paşaları eleştirmesi karşısında; ‘Paşa benzetmesi iyi anlaşılmalı. Paşa benzetmesiyle hakaret Atatürk'e kadar uzanır' diyerek, Atatürk’e asıl siz hakaret ettiğinizin farkında mısınız?”
Başbakan Erdoğan devam ediyor;
"Orada yapılan benzetme talihsiz bir benzetme. Bu zat bütün kaleminden pislik akan bir zat olduğu için böyle şeyler yapıyor."
Şu anki askeri duruşu eleştiren bir gazeteci için böylesi bir ifadeyi nasıl kullanırsınız? Kendiniz başta olmak üzere, yandaşlarınız yazılı ve görsel basındaki köşelerinden askerlere yıllardır hakaret etmiyor mu? Böylesi saldırıları bırakın, görevde olan olmayan askerleri ‘Silivri’ye kapatan kim? Askerleri de ‘sizin-bizim’ şeklinde kamplara mı böldük?
“Bu terör örgütü uzantıları ikide bir bizim 'tek dil' ifadesini kullandığımızdan bahsediyor. Ben 4 tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim: 1) Tek millet 2) Tek bayrak 3) Tek din 4) Tek devlet”
Bu açıklamanız sonrası ; “O gün orada ’tek vatan’ yerine tek dini söylemiş oldum. Bu bir dil sürçmesidir.” Derken, inandırıcı olduğunuzu düşünebiliyor musunuz?
“Benim ilkeler üzerinden, sayın Platini’ye de söylediğim gibi bize göre tüzel kişiler cezalandırılmamalı. Gerçek kişiler cezalandırılmalı. Siz tüzel kişileri cezalandırdığınız zaman, o tüzel kişilere gönül veren binlerce, onbinlerce, milyonlarca insanı cezalandırıyorsunuz.”
Başbakan olarak, bu yaklaşımınızla şikede adeta taraf izlemi vermeniz, rahatsız etmiyor mu sizi?
En önemlisi;
Son anda Galatasaray’ı şike sürecine katarak, önce karalayıp, sonra aklayan TFF'nin keyfi duruşu nedeniyle futbolumuzun UEFA ve FİFA'dan ceza alacağı hiç mi sizi düşündürtmüyor?
Ve komedinin başbakanı Erdoğan’ın söyledikleri ve duruşu;
Yılmaz Erdoğan’ın duruşu; "Dizilerde niye türbanlı kadın yok?" diye soranTuna Kiremitçi duruşu değil asla. Çünkü, Tuna’nın sorusu; Anadolu kadının kutsal “Başörtüsü”nü ‘modernize ettik savıyla’ Türbanlaştırarak , militanlaştırıp siyasi getirim aracına dönüştürenlere tokattı. Kendilerinde değil de, namusu salt kadında gören ve bu kutsal değerleri örtünmeye yükleyen, dinden geçinenlere bir tokattı.
Mizah için "Tehlikeli iştir; kellen gider" diyebilen Yılmaz Erdoğan’ın söylemlerini Tuna Kiremitçi çizgisine taşımak için kendimi çok zorladım, başaramadım. Çünkü, ardından; "Bizde günde beş kez ezan okunur ama filmlerde ezana yer verilmez" demesi, Yılmaz Erdoğan’ı, Tuna Kiremitçi’den ayırmama neden oldu.
Önce, Tuna’nın 19 Eylül 2011 günkü “Kelebek”te söylediklerinin kısa bir devamına yer verelim. Ardından Yılmaz’ın söylediklerine:
"Dizilerde niye türbanlı kadın yok?"
“Hakikaten niye yok?
Türbanlı kardeşimiz Esra Elönü şu cevabı vermiş:
"Reytingimiz yok be abi..."
"İyi de reyting için ne yaptınız?"
"Sizi dizilerde sadece idealize edilmiş azizeler şeklinde görmek
isteyen erkek egemen kafayla hesaplaşmadınız."
Tuna’nın bu ilginç yazısına 22 Eylül’de balıklama atladığını söyleyen Ertuğrul Özkök, “…, hadi gelin şöyle küçük bir ‘azize testi’ yapalım.” Diyerek, şu soruları ‘egemen erkekle birlikte kadınlara’ da yöneltiyor : “Dizilerde tecavüze uğramış türbanlı kadın da görmeye hazır mısınız? Dizilerde kocasını aldatan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizelerde sevdiği erkekle öpüşen türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizilerde kötü, cinayet işleyen, hırsızlık yapan, arkadaşına kazık atan, gelinini arkadan bıçaklayan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız?”
Nerede durduğunu pek anlayamadığım, Cüneyt Özdemir, yani “5 N 1 K” programını zevkle izlediğim Cüneyt de, Özkök’ün abartılarına Malkoçoğlu gibi haykırarak ve şu soruyu yöneltti: "Ertuğrul Özkök utanmadan 'dizilerde neden türbanlı kadın yok?'diye soruyor. 20 yıl yönettiğin Hürriyet'te neden bir tane türbanlı kadın yok?”
Olmadı be Cüneyt. Birileri de bodoslama atlayıp birilerine;”Madem türban özgürlüğün evrensel simgesi, 20 yıldır yönettiğin karına da taksana” dese yanıtı ne olur?
Ertuğrul Özkök, Cüneyt Özdemir diyerek konuyu dağıttık biraz.
Ve sazı daha fazla zaman yitirmeksizin;
Siyasetten, toplumsal sorunlardan soyut komedinin Başbakanı Y.erdoğan’ın söylediklerini başlıklandıralım:
"Batıcı kafayla divan şiirini madara ettiler. Farsçayı, Arapçayı madara ettik-İngilizceyi, Fransızcayı, batı kültürünü, Amerika'yı kendi kafamızda yücelttik. Şimdi Farsça bir şiir okuduğumda bir lise öğrencisi seninle alay eder. Benim okuduğum liselerde öğretildiği gibi öğretiliyorsa divan edebiyatı hiç öğretilmesin-Toplum mühendisliği toplumsal değerlere büyük zarar verdi-Geçmişte yapılan devrimler en büyük darbeyi sanata vurdu- Mizah tehlikeli iştir; kellen gider- Türkiye'deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, 'Aziz Allah' dersin, ama filmde duyulmaz . Bir yabancı buraya geldiğinde mutlaka bir İstanbul sabahı uyanıp ezanı çeker. Sen de Batıcı kafalı biri isen 'bunlar da bizi böyle gösteriyor' dersin. Gelişim olarak materyalist bir kampın ağırlığı söz konusu. Buradaki materyalizmin bizdeki karşılığı laikliktir. Bu iş din eşittir yobazlık denklemine kadar gitti-İran sinemasının kimlik oluşturduğu ve bizim bunu başaramadığımız doğru. Ama bizde olan bazı gelişmeler sebebiyle maalesef böyle oldu. Onlar bir tarihte toplanıp sözlüklerinin tamamını değiştirmediler. Dolayısıyla o geleneksel bağ kopmadı. Biraz bağnaz bir batıcılık kafası, halkın önüne sunulan yeni bir şeyler uğruna eskiyi tamamen çıkarmak, bir ağacın meyvesinin kökleriyle olan bağını kesmesi anlamına geldi ki, aslında en çok darbeyi de sanat yedi bu yüzden.”
Yılmaz Erdoğan, madara ettin bizi be. Zaman-zaman izlerdik seni. Son günlerde bir tuhaf oldun. Bir çeşit Sinan Çetin duruşu…
Başlıklar halinde yanıt vereceğim:
“ Divan Edebiyatı çok mu gerekli? Tamam, Osmanlı edebiyatının sanatsı yanı olduğu düşünülen dilini saklayalım. Hatta, yazdığım gibi Osmanlı Dil Enstitüsü’ kuralım, Topkapı’daki ‘dünyanın tarihsel DNA’ sini saklayan Osmanlı arşivini çözmek için. Fakat, tüm insanlara Farsça, Arapçayı neden zorunlulukmuş gibi dayatıyorsun ki? Farsçanın, Arapçanın, İngilizcenin, Fransızcanın, Ameri kancanın Türkçeyi, Kürtçeyi, Lazcayı ve diğer Anadolu dillerini madara ettiği niçin aklına gelmedi?- Toplumsal yapıyı şekillendirmek(toplum mühendisliği), dünyanın özgün değişimi ve gelişimine ayak uydurmaktır. Unutmayın, toplumsal mühendisliği aydınlanmanın bir aracı görmemiz gerekir, karanlığın değil-Ne demek; geçmişte yapılan devrimler sanata vurdu?- ‘Mizah tehlikeli iştir kellen gider’ diyerek bir yerlere doğru gönderme yapıyorsun, fakat aniden ‘o bir yerlerden’ korkuyormuşçasına, kutsal Ezan sesiyle, ‘o bir yerlere’ yakarıyorsun, ben sizdenim dercesine. Söyler misin, dizilerde 5 vakit ezan sesi istemekle neye işaret ediyorsun? Ezan sesinden kim nefret eder bu ülkede. Her dinin kutsal sesi etkin bir olgu olsa, ille de, günümüz Hıristiyan misyonerleri, dizi ve filmlerde ‘çan seslerine’ yer verirlerdi- İnsaf be; ne demek din eşittir yobaz denklemine gitti. İnan bunu dinden geçinenler bile söylememişti- Laikliği materyalizmle örtüştürmen büyük talihsizlik- İran sineması kimlik oluşturmuş. Unuttunuz galiba, ülkemde yapılan filmlerin ulusötesi ödüller aldıklarını. İnan şakasın. Daha dün Cannes’te Nuri Bilge Ceylan’la ödül almadınız mı? Bu ödülü, dinden geçinenlerin, yani Tayyip’in dualarıyla mı aldığını düşünüyorsun?
Haklısın; örneklediğin İran’da iyi şeyler oluyor, çünkü bize koşuyorlar, ama ülkemde iyi şeyler olmuyor, İran’a koşturuyorlar .
Senden ricam; verme bunlara katkı; gün gelecek sana da zarar verecekler.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Halk arasında, ‘al birini vur birine’ diye bir deyim vardır ya; her 2
Erdoğan’da son günlerde söyledikleriyle, olguyu o noktaya taşıdılar.
Biri siyasetin başbakanı, diğeri ‘siyasetten soyut, doğrusu güldüşün sanatından soyut, komedinin başbakanı’
Siyasetin başbakanı Erdoğan diyor ki;
“28 Şubat soruşturmasıyla ilgili belli bir süreç işlemektedir. Ancak böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur. Bu kadar bu iş bence uzatılmamalı”
Kafayı, darbelerle darp etmenin yansıması mı? Yoksa AKP’nin kırılma süreci mi başladı?
Doğrusu, 28 Şubat soruşturması uzadığında; kendisini mağdur edenlerin, askerler değil de 28 Şubat kararlarının altında Başbakan olarak imzası olan, hocası Necmettin Erbakan ve ekibini ortaya çıkaracağının korkusu mu?
28 Şubat postmodern darbesinin amacı, din üzerinden siyaset yaparak iktidar olmak isteyenlerin önünü kesmek iken, aksine, o grubunu içinden kopan ve ‘biz milli gömleği çıkarttık’ diyerek ‘Ilımlı İslamcı olduklarını savlayanlar tek başlarına iktidara geliyor.
İşin öfkelendiren yanı, bu grubun hala kendilerini 28 Şubat mağdurları olarak göstermeleri.
Bu duruş, düşündürücü ve ürkütücü değil mi?
Sorarlar adama; “Allah aşkına bu 28 Şubat, madem senin için yapıldı, iktidar nasıl oldun? ”
Şunları da ;
“ 28 Şubat soruşturmalarının uzaması ile ilgili şikayetinizle yargıya müdahale etmiş olmuyor musunuz?”
“Bu işin uzatılmasından rahatsız olmanıza karşın, Silivri’deki suçsuz insanların uzayan yargılamaları neden rahatsız etmiyor sizi?”
“Gerçek Ergenekoncu, derin devletin 1 numarası göstermelik olarak Tutukevi’nde dinlenceye alınırken, askerlerin terör örgütü suçlusu ve darbeci olarak Silivri’ye gönderilmesi konusunda aynı duyarlılığı neden göstermiyorsunuz?”
“ Milletvekili yaptığınız, eski paşa Şirin Ünal’ın; ülkeyi siyasiler iyi idare etmediği için asker darbe yapmak zorunda kalmıştır şeklindeki yaklaşımı neden öfkelendirmiyor sizi?”
“ Sayın Kılıçdaroğlu; Genel Kurmay Başkanlığı’nın e-muhtıra işlevindeki sert açıklaması nedeniyle; paşaları eleştirmesi karşısında; ‘Paşa benzetmesi iyi anlaşılmalı. Paşa benzetmesiyle hakaret Atatürk'e kadar uzanır' diyerek, Atatürk’e asıl siz hakaret ettiğinizin farkında mısınız?”
Başbakan Erdoğan devam ediyor;
"Orada yapılan benzetme talihsiz bir benzetme. Bu zat bütün kaleminden pislik akan bir zat olduğu için böyle şeyler yapıyor."
Şu anki askeri duruşu eleştiren bir gazeteci için böylesi bir ifadeyi nasıl kullanırsınız? Kendiniz başta olmak üzere, yandaşlarınız yazılı ve görsel basındaki köşelerinden askerlere yıllardır hakaret etmiyor mu? Böylesi saldırıları bırakın, görevde olan olmayan askerleri ‘Silivri’ye kapatan kim? Askerleri de ‘sizin-bizim’ şeklinde kamplara mı böldük?
“Bu terör örgütü uzantıları ikide bir bizim 'tek dil' ifadesini kullandığımızdan bahsediyor. Ben 4 tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim: 1) Tek millet 2) Tek bayrak 3) Tek din 4) Tek devlet”
Bu açıklamanız sonrası ; “O gün orada ’tek vatan’ yerine tek dini söylemiş oldum. Bu bir dil sürçmesidir.” Derken, inandırıcı olduğunuzu düşünebiliyor musunuz?
“Benim ilkeler üzerinden, sayın Platini’ye de söylediğim gibi bize göre tüzel kişiler cezalandırılmamalı. Gerçek kişiler cezalandırılmalı. Siz tüzel kişileri cezalandırdığınız zaman, o tüzel kişilere gönül veren binlerce, onbinlerce, milyonlarca insanı cezalandırıyorsunuz.”
Başbakan olarak, bu yaklaşımınızla şikede adeta taraf izlemi vermeniz, rahatsız etmiyor mu sizi?
En önemlisi;
Son anda Galatasaray’ı şike sürecine katarak, önce karalayıp, sonra aklayan TFF'nin keyfi duruşu nedeniyle futbolumuzun UEFA ve FİFA'dan ceza alacağı hiç mi sizi düşündürtmüyor?
Ve komedinin başbakanı Erdoğan’ın söyledikleri ve duruşu;
Yılmaz Erdoğan’ın duruşu; "Dizilerde niye türbanlı kadın yok?" diye soranTuna Kiremitçi duruşu değil asla. Çünkü, Tuna’nın sorusu; Anadolu kadının kutsal “Başörtüsü”nü ‘modernize ettik savıyla’ Türbanlaştırarak , militanlaştırıp siyasi getirim aracına dönüştürenlere tokattı. Kendilerinde değil de, namusu salt kadında gören ve bu kutsal değerleri örtünmeye yükleyen, dinden geçinenlere bir tokattı.
Mizah için "Tehlikeli iştir; kellen gider" diyebilen Yılmaz Erdoğan’ın söylemlerini Tuna Kiremitçi çizgisine taşımak için kendimi çok zorladım, başaramadım. Çünkü, ardından; "Bizde günde beş kez ezan okunur ama filmlerde ezana yer verilmez" demesi, Yılmaz Erdoğan’ı, Tuna Kiremitçi’den ayırmama neden oldu.
Önce, Tuna’nın 19 Eylül 2011 günkü “Kelebek”te söylediklerinin kısa bir devamına yer verelim. Ardından Yılmaz’ın söylediklerine:
"Dizilerde niye türbanlı kadın yok?"
“Hakikaten niye yok?
Türbanlı kardeşimiz Esra Elönü şu cevabı vermiş:
"Reytingimiz yok be abi..."
"İyi de reyting için ne yaptınız?"
"Sizi dizilerde sadece idealize edilmiş azizeler şeklinde görmek
isteyen erkek egemen kafayla hesaplaşmadınız."
Tuna’nın bu ilginç yazısına 22 Eylül’de balıklama atladığını söyleyen Ertuğrul Özkök, “…, hadi gelin şöyle küçük bir ‘azize testi’ yapalım.” Diyerek, şu soruları ‘egemen erkekle birlikte kadınlara’ da yöneltiyor : “Dizilerde tecavüze uğramış türbanlı kadın da görmeye hazır mısınız? Dizilerde kocasını aldatan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizelerde sevdiği erkekle öpüşen türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? Dizilerde kötü, cinayet işleyen, hırsızlık yapan, arkadaşına kazık atan, gelinini arkadan bıçaklayan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız?”
Nerede durduğunu pek anlayamadığım, Cüneyt Özdemir, yani “5 N 1 K” programını zevkle izlediğim Cüneyt de, Özkök’ün abartılarına Malkoçoğlu gibi haykırarak ve şu soruyu yöneltti: "Ertuğrul Özkök utanmadan 'dizilerde neden türbanlı kadın yok?'diye soruyor. 20 yıl yönettiğin Hürriyet'te neden bir tane türbanlı kadın yok?”
Olmadı be Cüneyt. Birileri de bodoslama atlayıp birilerine;”Madem türban özgürlüğün evrensel simgesi, 20 yıldır yönettiğin karına da taksana” dese yanıtı ne olur?
Ertuğrul Özkök, Cüneyt Özdemir diyerek konuyu dağıttık biraz.
Ve sazı daha fazla zaman yitirmeksizin;
Siyasetten, toplumsal sorunlardan soyut komedinin Başbakanı Y.erdoğan’ın söylediklerini başlıklandıralım:
"Batıcı kafayla divan şiirini madara ettiler. Farsçayı, Arapçayı madara ettik-İngilizceyi, Fransızcayı, batı kültürünü, Amerika'yı kendi kafamızda yücelttik. Şimdi Farsça bir şiir okuduğumda bir lise öğrencisi seninle alay eder. Benim okuduğum liselerde öğretildiği gibi öğretiliyorsa divan edebiyatı hiç öğretilmesin-Toplum mühendisliği toplumsal değerlere büyük zarar verdi-Geçmişte yapılan devrimler en büyük darbeyi sanata vurdu- Mizah tehlikeli iştir; kellen gider- Türkiye'deki bir sette günde beş kez ezan için durursun, 'Aziz Allah' dersin, ama filmde duyulmaz . Bir yabancı buraya geldiğinde mutlaka bir İstanbul sabahı uyanıp ezanı çeker. Sen de Batıcı kafalı biri isen 'bunlar da bizi böyle gösteriyor' dersin. Gelişim olarak materyalist bir kampın ağırlığı söz konusu. Buradaki materyalizmin bizdeki karşılığı laikliktir. Bu iş din eşittir yobazlık denklemine kadar gitti-İran sinemasının kimlik oluşturduğu ve bizim bunu başaramadığımız doğru. Ama bizde olan bazı gelişmeler sebebiyle maalesef böyle oldu. Onlar bir tarihte toplanıp sözlüklerinin tamamını değiştirmediler. Dolayısıyla o geleneksel bağ kopmadı. Biraz bağnaz bir batıcılık kafası, halkın önüne sunulan yeni bir şeyler uğruna eskiyi tamamen çıkarmak, bir ağacın meyvesinin kökleriyle olan bağını kesmesi anlamına geldi ki, aslında en çok darbeyi de sanat yedi bu yüzden.”
Yılmaz Erdoğan, madara ettin bizi be. Zaman-zaman izlerdik seni. Son günlerde bir tuhaf oldun. Bir çeşit Sinan Çetin duruşu…
Başlıklar halinde yanıt vereceğim:
“ Divan Edebiyatı çok mu gerekli? Tamam, Osmanlı edebiyatının sanatsı yanı olduğu düşünülen dilini saklayalım. Hatta, yazdığım gibi Osmanlı Dil Enstitüsü’ kuralım, Topkapı’daki ‘dünyanın tarihsel DNA’ sini saklayan Osmanlı arşivini çözmek için. Fakat, tüm insanlara Farsça, Arapçayı neden zorunlulukmuş gibi dayatıyorsun ki? Farsçanın, Arapçanın, İngilizcenin, Fransızcanın, Ameri kancanın Türkçeyi, Kürtçeyi, Lazcayı ve diğer Anadolu dillerini madara ettiği niçin aklına gelmedi?- Toplumsal yapıyı şekillendirmek(toplum mühendisliği), dünyanın özgün değişimi ve gelişimine ayak uydurmaktır. Unutmayın, toplumsal mühendisliği aydınlanmanın bir aracı görmemiz gerekir, karanlığın değil-Ne demek; geçmişte yapılan devrimler sanata vurdu?- ‘Mizah tehlikeli iştir kellen gider’ diyerek bir yerlere doğru gönderme yapıyorsun, fakat aniden ‘o bir yerlerden’ korkuyormuşçasına, kutsal Ezan sesiyle, ‘o bir yerlere’ yakarıyorsun, ben sizdenim dercesine. Söyler misin, dizilerde 5 vakit ezan sesi istemekle neye işaret ediyorsun? Ezan sesinden kim nefret eder bu ülkede. Her dinin kutsal sesi etkin bir olgu olsa, ille de, günümüz Hıristiyan misyonerleri, dizi ve filmlerde ‘çan seslerine’ yer verirlerdi- İnsaf be; ne demek din eşittir yobaz denklemine gitti. İnan bunu dinden geçinenler bile söylememişti- Laikliği materyalizmle örtüştürmen büyük talihsizlik- İran sineması kimlik oluşturmuş. Unuttunuz galiba, ülkemde yapılan filmlerin ulusötesi ödüller aldıklarını. İnan şakasın. Daha dün Cannes’te Nuri Bilge Ceylan’la ödül almadınız mı? Bu ödülü, dinden geçinenlerin, yani Tayyip’in dualarıyla mı aldığını düşünüyorsun?
Haklısın; örneklediğin İran’da iyi şeyler oluyor, çünkü bize koşuyorlar, ama ülkemde iyi şeyler olmuyor, İran’a koşturuyorlar .
Senden ricam; verme bunlara katkı; gün gelecek sana da zarar verecekler.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder