1 MAYIS’TA KIRLARA ÇIK TAKSİME ÇIKMA HAŞİM ÇIKAR
Dikkat uzun yazı var!!
1 Mayıs Birlik ve Dayanışma Gününün evrensel ‘kısa ’ öyküsü:
Deniyor ki; “ 1 Mayıs Emeğin Bayramı; Birlik, Mücadele Ve Dayanışma Günü”. Ben buna ‘ülkemin düzleminde’ katılmıyorum. Bayram’ı AnaBritannıca şöyle tanımlar; “Zenginlik, yücelik ve kutluluk bildirir, barış ve mutluluk içerir” Soruyorum; “Emek ne zaman zenginliğe ulaştı ve mutluluğu yakaladı?! Para sahibi “Payramcı” ne zaman emek ile barıştı ve ‘Emeğin Bayramı’nı kurumsallaştırdı? Emek, hep yoksul, hep bozguncu görüldü ve aşağılandı. Para babaları ‘Payram’larını kutlarken, ‘Emeğin Bayramı’ndan söz etmek bana utanılası bir şey gibi geliyor.
Çalışanların kutsal emek bayramı, değil ülkemde hiçbir dünya ülkesine gelmedi. Benim için ‘1 Mayıs’, emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma gündür. Onların ‘Payramları’nı ötelediğimiz gün, 1 Mayıs “Emeğin Bayramı” olacaktır. Bunun için; her yıl 1 Mayıslarda dünyanın çeşitli yerlerinde işçiler ve tüm çalışanlar, din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin etkinliği sürdürmelidir. Dahası, her yıl ödün vermeksizin “1 Mayıs” etkinliğini sürdürmeli, güncel istemlerini dile getirerek, Vahşi kapitalizme karşı insanca yaşamını sağlayacak çalışma koşulları için direncini yükseltmelidir.
Emek kutsallığını, Kapitalizmin ilk ortaya çıktığı, 18. Yüzyılın (1700) sonlarında ve 19.yüzyılın(1800) başlarında gösterdi. O dönemlerde işçiler için çalışma ve yaşama koşulları son derece kötüydü, çünkü yemek ve uyumanın dışında 16 saat çalışıyorlardı. Köleliğin farklı versiyonu idi yaşananlar. Anlayacağınız, Beyaz adamın tütün tarlalarındaki siyahi kölelerine alternatif, beyaz köleleri. Bırakın eğlenmeyi ve yakınlarına zaman ayırmayı, vahşi kapitalizmin efendisi beyaz adam, emeği ile çalışan siyahine, sarısına ve beyazına dinlenme fırsatı bile vermiyordu (sanki şimdi farklı) .
ABD, birileri için Kapitalizmin efendisi ve düzlemi olarak kabul edilir, benim için, ABD Solun efendisi olmasa da düzlemidir. Gün gelecek, bastırılmış sol yapı ABD’ye egemen olacaktır.
Meydan Larousse beni bu konuda doğruluyor:
18. Yüzyıl sonlarında Ve 19. Yüzyılın başlarında işçiler yaşamlarını hedef alan 16 saatlik çalışma süresinin azaltılması için eyleme geçtiler ve örgütlenen İşçiler, grevler yapmaya, gösteriler düzenleyerek, başlattıkları savaşın sonuçlarını aldılar.1850′li yıllarda ABD ve İngiltere’de günlük çalışma süresini 10 saate indiren yasalar kabul edildi. Ancak işçiler 24 saat olan günü 3’e bölerek, çalışma, uyuma ve dinlenme sürelerini 8’er saat olarak eşitlemek istiyorlardı. Bu sol örgütlenme süreci 1860′lı yıllarda ABD’de başlatılmış ve günlük çalışma süresini 8 saate indirmeyi amaçlayan örgütlenmelere gidilmiş. Bu doğrultuda dernekler kurulmuş ve grevler, gösteriler yapılmış.
En önemlisi; sürdürülen bu mücadelenin 1. Enternasyonal’in 1866 yılında toplanan kongresinde yasal çalışma süresinin 8 saat olması talebinin kabul edilmesiyle uluslar arası bir boyut kazanmasıdır.1884 yılında 8 saatlik işgünü talebiyle başlayan mücadele 1866 yılından itibaren giderek yükselmeye başladı. Düzenlenen grevler ve gösteriler güvenlik güçleri tarafından zor kullanılarak bastırılmaya başlandı. 1884-1886 yılları arasında ABD’de, Japonya’da Fransa’da Rusya’da(Sol bu hareket daha yeni başlıyor Rusya’da) 8 Saatlik iş günü talebiyle grevler yapıldı.
Solun hiçbir bölüntü(Fr. Fraksiyon) göstermeksizin, kutsal emeğin etrafında örgütlenmesi, zorunlu bir evrensel duruştur. Bu, özlem duyduğum sol hareketin ötelenmiş adıdır. Yani, aşağıdaki “Demokratik Gezi Halk Hareketi(DGH)” bandımda betimlediğim gibi; 20, yüzyılın ideolojisi sağ iktidarların son bulup, 21. Yüzyılın ideolojisi olarak kendini göstereceğini savladığım sürecin ötelenmiş adı.
ABD Kongresi 8 saatlik işgününe ait bir yasayı kabul etti(1868). Ardından, olgunun kurumsallaşması ve yaygınlaşması adına sekiz saatlik işgününün özel sektörde yaygınlaşması için Örgütlü Meslekler Federasyonu tarafından büyük gösteriler düzenlendi(1880’lerde).
ABD’de sol süreç alabildiğine işlemeye başlamıştı:
1886 yılının Nisan ayına gelindiğinde ABD’de pek çok işyerinde ‘8 saatlik işgünü mücadelesi’ grevler, direnişler sayesinde fiilen kazanılmıştı. 1 Mayıs 1886 günü ABD’de 10’dan fazla kentte 350 bin dolayında insanın katıldığı ve aynı zamanda , İşçilerin Uluslar arası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kutlanmasının miladi olan gösteriler yapıldı. Polisin, bazı kentlerdeki göstericiler üzerine ateş açması neticesinde dokuz işçi öldürüldü. Gösteriler sonrasında bazı işyerlerinde 10 saatlik iş günü 8 saate indirildi.
B u bir sol devrim hareketiydi, çünkü karşı taraf işçinin bu hareketini kırmak için sürekli katliam yapıyordu;
3 Mayıs 1886 günü ise Şikago’da kurulu International Harvester fabrikasında Şubat ayından beri süren grevi işveren grev kırıcıları kullanarak kırmak istedi. Grevcilerin üzerine polis tarafından açılan ateş sonucunda 6 işçi öldü. 6 işçinin öldürülmesini protesto etmek için 4 Mayıs 1886 günü gösteri düzenlendi. Polis işçilere saldırdı. Bu arada kimin tarafından atıldığı bugün bile hâlâ belirlenemeyen bir bomba 8 polisin ölmesine yol açtı. Bu sırada polisin göstericiler üzerine açtığı ateş neticesinde ise 4 işçi öldü.
Bomba nedeniyle 8 sendikacı tutuklandı. Kanıt olmamasına karşın yaratılan işçi ve sendika düşmanı hava nedeniyle jüri sendikacıları suçlu kabul etti. 7′si idam edildi. Çok sonra; 4 Mayıs 1866’da gösteriye ateş açma emrini veren polis şefleri görevi kötüye kullanmaktan dolayı 1889 yılında meslekten ihraç edildiler.
1 Mayıs’ın İşçi sınıfının uluslararası düzeyde birlik mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmaya başlanması;
2. Enternasyonalin (Uluslararası İşçi Derneği) 1889 Paris kongresinde ise Amerikan İşçi Federasyonunun kararına atıfta bulunularak 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs’ta bütün dünyada 8 saatlik işgünü için uluslararası gösteriler düzenlenmesi benimsendi ve 1 Mayıs’ın İşçi sınıfının uluslararası düzeyde birlik mücadele ve dayanışma günü olması kabul edildi.
Türkiye’de 1 Mayıs:
Koşullar ne olursa olsun ülkemizde 1 Mayıslar Osmanlıdan başlayarak, günümüze dek kutlanmak istenmiş ve zaman-zaman da kutlanabilmiştir.
1 Mayıs’ların tarihi Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlar. 1872’de ilk grev gerçekleşir. Fakat baskı dönemi işçi hareketinin gelişmesine izin vermez, işçi hareketi açısından bir suskunluk dönemi başlar. Ancak,1908′de Meşrutiyetin ilanıyla birlikte işçiler arasında hareketlenmeler yeniden başlar. Bilindiği gibi Samsun Reji Fabrikası 1887 yılında kuruldu . “Samsun’da ilk işçi sınıfı bilinci ve buna bağlı olarak ilk işçi eylemleri Reji işçileri arasında ortaya çıkmıştır. Bilinen ilk grev, diğer bir çok iş kolunda olduğu gibi Samsun’da 1908 yılında yapılıyor. Bu grev sırasında Samsun Tütün İşçileri Sendikası da kuruluyor. Reji İdaresi ve American Tobacco Company’nin yanı sıra, diğer ticarethanelerin de artık işçi taleplerini sendikaya bildirmek zorunda olduklarını, sendikasız işçilerin atölyelerde çalıştırılmasına izin verilmeyeceğini açıklıyorlar. Samsun Reji, Selanik, Üsküp, Beyrut, Yafa ve Halep Reji kuruluşundaki işçilerle de iletişim içindeydiler.
İlk 1 Mayıs 1909’da Üsküp’te Türk, Bulgar, Sırp işçilerinin katılımıyla düzenlenen bir gösteri ile kutlanır. Ardından ; 1910’da Selanik’te,1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul ve Edirne’de,1912’de Selanik ve İstanbul’da düzenlenen yürüyüşlerle ve mitinglerle kutlandı. Bu mitinglerde seçme seçilme hakkının herkese tanınmasından, grev yasasına, emeğin haklarını koruyacak kanunların çıkartılmasına kadar pek çok konudaki talepler dile getirildi.
1913 Yılında 1 Mayıs kutlamalarına yasak geldi. Yasak 1914 yılının 1 Mayıs’ında da sürdü. Birinci Dünya savaşı yıllarında ise 1 Mayıs kutlanamadı..1925 yılına dek 1 Mayıs kesintili olarak kutlandı. Ve 1925’te çıkarılan bir yasa ile 1 Mayıs bahar ve çiçek bayramı olarak ilan edildi.
1 Mayıs yasal eylemsel işçi dayanışması ise tam 50 yıl sonra 1975 yılında İstanbul Tepebaşı’nda bir düğün salonunda yapıldı ve de görkemli bir mitingle kutlanması DİSK’in öncülüğünde 1976 yılında oldu. Benim ilk katıldığım miting idi ve Cüneyt Arkın bizim KSD önünde yürüyordu. Fakat ayı Cüneyt Arkın, 1977’de “Güneş Ne Zaman doğacak” adlı, ülkücü bir filmde başrol oynamıştı. Evet, biraz sonra değineceğim 1977 yılı 1 Mayıs katliam da adı geçen ülkücülerin filminde.
1977 yılı 1 Mayıs’ı Mitingi ise 1976’ya göre daha görkemli ve yoğun bir biçimde başladı. Taksim Meydanında düzenlenen miting yaklaşık 500 bin kişinin katıldığı bir işçi dayanışması idi. Birileri 1976 mitingiyle, işçilerin kararlığından korkmuşlardı ve durdurulması gerekiyordu. Öyle de yaptılar ve de DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşması sırasında kimliği belirsiz kişilerin açtığı ateş sonucunda Taksim alanının kana buladılar. 37 canımız yaşamını yitirdi. Tıpkı ABD’deki gibi, katiller yakalanacak yerde sendikacılar işçiler gözaltına alındı. Bugüne dek olayın failleri hala bulunamadı. 3 Kasım 1996 yılında Susurluk Kazası sonrasında ortaya dökülen kirli ilişkiler 1 Mayıs 77’nin sorumlularına ilişkin ipuçları ortaya koyduysa da herhangi bir sonuç alınamadı.
Bu katliam 1978 1 Mayıs kutlamasını engelleyemedi. Yine alanlardaydık. Üniversite son sınıftaydım, rahatsızlığım nedeniyle 1977 katliam mitingine katılamamıştım. Sıhhiye İlkiz sokaktan bekar evi ve de Üniversiteden arkadaşım, Ankara -Ahıbozan’dan Kürt Kazım Satılmış Özdemir kardeşim ile, Ankara Sıhhiye’den kalkan otobüsle yola çıktık ve sabahın sekizinde Dolmabahçe’den tırmanışa geçtik. Bir önceki katliamı fotoğraflayan sevgili ağabeyimin Arhavi Lisesi’nden arkadaşı hemşerim dost insan ve de Hürriyet’in acar foto muhabirlerinden Halim Ermiş ile karşılaştık, ağabeyim Necati Çorbacıoğlu’nun da alanda olduğunu, çok daha dikkatli olmamız gerektiğini söyleyerek ayrıldık. Katliam 1 Mayıs’ından daha görkemli kalabalık bu mitingi de DİSK düzenlemişti. Bu mitingin en önemli talebi 1 Mayıs 77’nin faillerinin bulunmasıydı. 1979 ve 1980 1 Mayısları çeşitli engellemelerle karşılaştı. İstanbul’da kutlamalara izin verilmedi, İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi, kitlesel tutuklamalar yapıldı.
12 Eylül darbesi ile birlikte 1 Mayıs tamamen engellendi ve 12 Eylülcüler 1 Mayısı genel tatil günü olmaktan çıkardılar.
12 Eylül sonrasının ilk yasal kutlama girişimi 1988 yılında oldu. İstanbul Valiliğine başvurarak 1 Mayıs’ı yasal olarak kutlanmak istendi. Ancak Valilik 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanmasına izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs günü Taksim’e çıkmak isteyen sendikacılar polisin saldırısıyla karşılaştı. 1989 Yılında bir kez daha yasal olarak kutlama girişiminde bulunuldu. 1 Mayıs’ı kutlama isteği, kutlamanın önünde herhangi bir engel bulunmamasına karşın yasaklandı. 1 Mayıs günü 1Mayıs’ı kutlamak üzere Taksim meydanına çıkmak isteyenler yeniden polisin sert tutumuyla karşılaştılar. Polisin açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç bir işçi hayatını kaybetti. 1 Mayıs’ın üzerindeki yasağa rağmen, 1 Mayıs’ı korku ve şiddet günü gibi göstermek isteyenlere inat 1993 yılına dek 1 Mayıs fabrikalarda, işyerlerinde yüz binlerce işçinin katılımıyla kutlandı. 1993 yılında işçiler yeniden meydanlarda 1 Mayıs’ı kutlamaya başladılar. İşçilerin 1 Mayıs’a ilişkin önyargıları kırıldıkça, işçiler 1 Mayıs’a ısındıkça, 1 Mayıslarda alanları doldurup taleplerini haykırdıkça, 1 Mayıs’ı korku ve şiddet günü göstermek isteyen karanlık güçler bundan rahatsız oldular ve bu güçler 1996 1 Mayıs’ında yeniden sahneye çıktılar. İstanbul Kadiköy’de Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK tarafından düzenlenen mitingin yürüyüşü daha başlamadan arama noktalarında çıkan bir arbedede polis silah kullandı ve üç kişi öldü. Bu olayın etkisiyle tırmanan gerilim provokasyona dönüştü. Şiddeti siyasal tarz olarak benimseyen bazı gruplar kürsüyü işgal etti. 1997 yılı 1 Mayıs’ında işçiler yine alanlardaydı. 1998 Yılı 1 Mayıs’ı “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” temel sloganı ile ifade edilen, demokrasi ve özgürlük talebinin, güvenli bir gelecek isteğinin dile getirildiği mitinglere sahne oldu.12 Eylül sonrasında İlk kez bu yıl 1 Mayıs yaygın biçimde kutlandı. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs kutlandı.
1999 1 Mayıs’ı işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal muhalefet örgütlerinden 15 Örgütün bir araya gelmesiyle oluşturulan Emek Patformu tarafından kutlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze, Eskişehir, İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği’de mitingler yapıldı. Dikkati çeken olgu İlçelere dek 1 Mayıs etkinliklerinin/mitinglerinin yaygınlaşmasıydı.
2000’li yılları 1 Mayıs’ı farklı karşıladı. 3 Aralık 1999’da ABD’nin Seatlle kentinde ardından da 16 Nisan 2000 tarihinde Washington’da insanlığı işsizliğin, yoksulluğun pençesine iten küreselleşme politikalarına karşı gösterilerin etkisiyle dünya emek örgütleri 2000 1 Mayıs’ı için “Küresel Saldırıya Karşı Küresel Direniş”sloganını temel duruş/ belgi olarak benimsemişlerdi. Anlayacağınız ABD sol hak etlere tekrar tanık olmaya başlamıştı ve Türkiye’de de bunun etkisiyle 1 Mayıs’ı kutlamak üzere bir araya gelen Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK 1 Mayıs 2000 için temel sloganı “Küresel saldırıya karşı güç birliği olarak benimsemişlerdi. Düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin korunmasını istediler ve iş güvencesi talep ettiler.
2008 yılı 1 Mayıs kutlaması için Türk-İş, DİSK ve KESK Taksim’de kutlamak için başvuruda bulundu. Fakat valilik izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs’ı kutlamak için Osmanbey’de toplanan Türk-İş, DİSK ve KESK’e bağlı sendikaların üyeleri yoğun bir baskı ile karşı karşıya kaldılar.
2009 yılı 1 Mayıs’ını Türk-İş Kadıköy’de kutladı. DİSK ve KESK ise Taksim’de kutlamak için girişimde bulundu. Yine izin verilmedi Ancak bütün engellemelere rağmen sınırlı sayıda da olsa Taksim meydanına çıkan işçiler, emekçiler Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs kutlamasını gerçekleştirdi.
Ve tam, 29 sene sonra AKP iktidarınca; Türkiye işçi sınıfının, sendikaların en önemli taleplerinden biri olan “1 Mayıs’ın Emek ve Dayanışma Günü” olarak kanunla resmi tatil olması gerçekleşti( 27 Nisan 2009). Bu kanun, işçi sınıfının büyük ve ağır bedeller ödenen mücadelesinin sonucunda ortaya çıkmış önemli bir kazanımdır.
AKP iktidarı bu sefer de tam 30 sene sonra Taksim’i yığınsal emekçilerin demokratik eylemlerine açmadı, açmak zorunda bırakıldı. Çünkü; DİSK ve KESK’in 2008’de başlattığı hukuk mücadelesi sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 22 Kasım 2012’de verdiği kararla AKP’yi mahkum etmiş, Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğunu tescillemiş ve hükümeti Taksim’i 1 Mayıs mitingine hazırlamak zorunda bırakmıştı. Anlayacağınız, mahkum edileceğini bilen AKP, 2010, 2011 yıllarında 1 Mayıs istenmeyerek Taksim’de kutlanmıştır.
Ve aynı AKP 1 Mayıs 2013’te Taksim’i tekrar kapattı. 1 Mayıs 2014’te de kapatacağını söylüyor. Kim mi? Hükümet değil, R-cep T-ayyip Er-Doğan, çünkü o bir hükümet, bakan, yargıç ve savcı da kendisi; o bir 20. Yüzyılın son, 21. Yüzyılın ilk harikası..
Niye açmıştı? Zoraki demokratlığı oynamak için. Bunun adı Demokrasiyle alay etmektir . AKP bunu hep yapıyor, ikili stand onun karakteri oldu.
1 Mayıs’ı neden 29 yıl sonra ( 27 Nisan 2009) yasayla “1 Mayıs’ın Emek ve Dayanışma Günü” ilan etmişti? Atatürk’ten daha demokrat olduğunu kanıtlamak için, çünkü Atatürk 1 Mayıs’ı “Bahar ve Çiçek Bayramı’ ilan etmişti.
Ermeniler için taziye veriyor-Ki kısmen doğru; ortada bir katlıam var, fakat bu katliam karşılıklı idi ve Ermeni hükümet başının da taziye vermesi gerekir-
Demokrasi açılımı ve İleri demokrasi diyor-Ki külliyen yalan-
Ve Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç gibi bir mülayimi patlatıyor:
Yüksek Yargı, hukukun askıya alınmasına ve baskılara isyan etti. AYM başkanı iktidarı 'vicdan yolsuzluğu' yapmakla suçladı. 'Cüppeli'-'gömlekli' kavgası başladı
Anayasa Mahkemesi'nin 52. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törene Yüksek Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç'ın yaptığı konuşma damgasını vurdu. Erdoğan'ın karşısında çok sert konuşan Kılıç, hükümetten gelen eleştirileri 'sığlık' ve 'vicdan yolsuzluğu' olarak değerlendirdi.
Siyasal amaçlarla yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan değişiklikler toplumda hukuka olan güveni sağlayamaz. Hukuk güvenliğini sağlayacak olan unsurlar, bağımsız yargı ile yasama ve yürütme organlarının insan haklarını özne olarak kabul etmeleridir…Hukuk devletinde, iktidarın keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Yönetenler de hukuksal değerlerlerle kuşatılmışlardır.
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle yargı üzerinde oluşan vesayetçi anlayışların ortadan kaldırılması için cesaretli adımlar atıldı.. Ne yazık ki farklı renkte yeni bir vesayetin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın.. Bizler, adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız…
Haşim dedi, dedi, dedi de dedi, demekte de haklı idi, AKP de hak etti.
Demokrasi Ve Özgürlük Bandım;
Gezi Parkı Halk Hareketinin iki önemli mesajı vardı:
Birincisi; “31 Mayıs 2013 tarihine dek hep birkaç kişi düşündüler, konuştular ve birçok kişiyi dinlemek zorunda bıraktılar, artık birçok kişi olarak düşüneceğiz ve konuşacağız ve, o birkaç kişi bizi dinleyecek. Bunun için de; Yalçın Bayer’in ‘Yeter Söz Milletindir’ köşesinde, birçok kişinin yıllardır sesini yükseltmesini kurumsallaştırıp yaygınlaştıracağız.
İkincisi; “31 Mayıs 2013, Türkiye’de ve dünyada 20. Yüzyılın egemen ideolojilerinin sonlandığı ve ‘dünyanın özgün gelişimi ve değişimini dikkate alarak, farklılıkları bütünleştiren, evrensel barışı esas alan’ 21. Yüzyılın ideolojisinin başlangıcıdır.”
21. Yüzyılda, artık birkaç kişinin düşüncede, siyasette, ticarette, bürokraside ve medyadaki egemenliği bitiyor, birçok kişinin, yani halkın etkin ve belirleyici olacağı sürece girildi. Bu sürecin düğmesine de Türkiye’de basıldı. Brezilya’ya yansıyan sürecin Türkiye’de daha da güçlenmesi ve evrensel mesajını yaygınlaştırması için, ülkemdeki ‘CHP’lisinden, İP’lisine, solum diyen tüm oluşumların , hatta demokratik sağ oluşumların, Gezi Parkı Halk Hareketi’nin edilgenleşmesine izin vermeyerek, bu harekete paydaş olması gerekir.
Özellikle sol bu konuda kendini sorgulamalı. İlle de CHP’nin evrensel ilkeler bütünü ‘6 oku’ çağımız özgün gelişim ve değişim boyutunda varsıllaştırıp, 21. Yüzyıl ideolojisine entegre ederek, ideolojisindeki aynılıkları kırmalıdır.
Bu bağlamda sayın Kılıçdaroğlu’nun ‘eleştirilmesi gereken noktaları olsa da’; Gezi ruhuna özdeş, her düşünceye yer veren duruşunu ve “…Kim ne derse desin bu partide gençlere ve kadınlara yer açacağız daha fazla kadın genç siyasete katılacak. Ben olmazsam CHP olmaz siyasetini ortadan kaldıracağız.” öfkesine, öfkelenmiyor, aksine gelecek adına umutlanıyorum.
http://blog.milliyet.com.tr/1-mayis-i-da parcaliyacaklar/Blog/?BlogNo=413418
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder