BOZCAADA (TENEDOS)
"Tanrı, insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcaada’yı yaratmış(Herodot)”
İşte oraya gidiyoruz, uzun ömrü yakalamak için.
Önce Altınova-Bozcada yolu üzerindeki harika yerleri bir gez(elim), gör(relim) ve Yaz(alım):
Saat 06.10; yol çıktık. Servis, Sarmısaklı ve Küçükköy’e uğrayacak. Sarmısaklı ve Küçükköy hemen-hemen Altınova ile birleşmiş. Badavut’a, Orman içinden geçerek ulaşıyoruz. Evet, orman ve de çam ağaçları; yakmamışlar daha.
Ayvalıkta ki sarımsaklı adını bölgedeki sarımsak taşı ocaklarından almıştır. Sahil kumlarında altın tozunun arandığı bir zamanların altın kıyılarının olduğu yer Sarmısaklı. buraya karayolu 1965 yılında açıldığında bir tane bile bina yoktu.
Küçükköy’den 8 bayan bize katıldı. Sarmısaklı plajı’nın girişindeki yapay tuz gölü dikkatimi çekti. Ayvalık’taki son yolcuları aldık ve Çanakkal’eye doğru yola koyulduk.
Servis sürücüsü, Ahmet Sukut. Rize Çayeli’nden. 35 senedir Ayvalık’taymış.. Ben Altınova’yı övgülüyorum, o Ayvalık’ı. Dediğine, göre Altınova deniz seviyesinin altındaymış ve bu nedenle deniz, özellikle kışın ‘ zaman-zaman’ içerlere kadar giriyormuş.
Altınova’da evler ucuzmuş, çünkü buraya ilgi azmış. Kozmopolit ve antisosyal bir yaşama sahipmiş. Ayvalık, ille de Cunda Adası ve de Akçay en iyi yerlermış.Fakat, Akçay betonlaşmış.
Sonradan öğreneceğim ki, Sukut’un Altınova tepkisi, Beldenin sürekli CHP’nin alması, çünkü kendisi MHP’li. Olabilir, bir demokrat olarak görüşüne saygılıyım, fakat amaçlı bir şekilde Altınova’yı karalamasını da şık bulamam.
Eski adı Armutova olan, sonradan ‘Bal peteği anlamına gelen “Gömeç” adını aldığı söylenen ’Gömeç’e yaklaşıyoruz. 1968’de bir öğretmenin önerisiyle Gömeç Belediyesinin amblemi olarak kullanılan kayalıklardaki Atatürk silüetini gösterdi Ahmet bey. Gerçekten muhteşem. Eski adı Madra olan Kozak dağı ve yaylası karşısında Kaz Dağları ve bu 2 dağın oluşturduğu oksijen çadırında yaşıyoruz diyor Ahmet.
Artur ve Turkuaz yazlık sitelerinin bulunduğu, arıcılığıyla ünlü, Boşnak göçmenlerinin çoğunluğu oluşturduğu (Sırrı Sakık faşistinin dediğine göre Anadolu işgalcileri), yerli yörüklerin, Yunanistan muhacirleri ve Arnavutların beldesi Gömeç; Atatürk’ün siluetini andıran bir tepesi ve asırlık çınarları yanında koyun sütünden yapılan ve jöle kıvamındaki yoğurdu ile ünlü Gömeç’i geçtik. Karaağaç’ı geçtik, bizde kendimizden geçtik, çünkü anlatılmaz, yazılmaz, çizilmez cennet düzleminde ilerliyoruz. Sahildeki Gemiyatağı koyu’ndayız. Koy, resmen betonla körleştirilmiş.
Kazdağı’ndaki gün doğumu harika, görüntüledim. Pelitköy’ndeyiz. Belli ki Pelit ağacı çok. Göremedik, yakmış olmasınlar.
Adını, Antik Adramytteion (Burhaniye-Ören) şehrinden alan Ören’e geldik. Türkiye’min 21 Ören’inden biridir. Balıkesir Burhaniye İlçesinin mahallesi olan Ören, "Burhaniye Ören Turizm Kültür ve Sanat Festivali" 'ne ev sahipliği yapar. Burhaniye'nin denize kıyısı olan 4 mahallesinden en çok turist çeken mahallesidir.
Karınca Deresi ile 20 yıl önce kurulan Öğretmenler mahallesinden ayrılır. Merkezindeki asırlık meşe ağaçları mahalleye ayrı bir güzellik katmaktadır. Dahıllılye koyu tam karşısında. Bu bölgedeki çam ormanlarının içinde yabancılara yerleşme izni veriliyormuş.
Rehberi almak için Kuva-ı Milliyecilerin heykelinin olduğu tek ilçe olan ve çağcıl etkinlikleriyle ünlü Burhaniye çıkışında mola verdik. Renkli Güvercinlerin resmini çektik. Kahverengi güvercin çok ilgimi çekti.
Badavut ormanları; Sarmısaklı’nın bitiminde başlar. Görselliği; cennetin izdüşümü Türkiye’min cennet ötesi güzelliklerini yansıtıyor adeta. Mit kampının devamında yer alır ve Çıplak ada manzaralı sahili ve terk edilmiş sarımsaktaşı ocağının bulunduğu, Şeytan sofrası yoluna da bağlanan bir coğrafi konumu var. Badavut’tan; koyu oluşturan mit yarımadası ve diğer kayalıkları seyretmek, güneşin batışını izlemek harika.
Mola verdiğimiz yer; Badavut ormanları, Atardros antik kenti(Ören yeri) ve koyu ile harika bir bölge.
Antandros Antik Kenti, Edremit İlçesi Altınoluk Beldesi’ nin 4km. doğusunda, İda Dağı (Kazdağı) eteklerinde, Pelasg’lar tarafından kurulmuştur. Adramytteion (Burhaniye-Ören) – Assos (Behramkale) yolu üzerinde askeri bakımdan stratejik bir konuma sahip olan kentin, M.Ö. 10.yy’ da kurulduğu düşünülmekle birlikte, çok yakınında bulunan Assos’ un M.Ö.2.bin yıllarına kadar inen tarihinden Antandros’ un da bu tarihlerde iskan görmüş olması mümkün görülmektedir.
Mola yerinde Kırım Türkü Rize İyidereli bir bayan ile tanıştık.
Jeotermal sularıyla, yani antikçağ kaplıcalarıyla ünlü Güre beldesinden rehber aldık. Adı Hakan Erbil, felsefe öğretmeni.
Güre; antik kenti simgeleyen, uluslararası literatürde de Artemis Astyrene (Güre Artemis´i) olarak geçen bereket tanrıçasının heykelinin bulunduğu yer. Artemis, mitolojide Zeus ile Leto´nun kızı, Apollon´un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık ve ay tanrıçasıdır. Ares´in dostu ve en büyük Yunan tanrıçalarından biridir. Kardeşinden bir gün önce doğup Apollon´un doğumu sırasında annesine yardım etmiştir.
Ve Edremit’teyiz. Solda Körfez havaalanı, Bostancı Köyü, Boşnak Köyü’nü geçtik. Boşnak köyüne sadece Karadenizlilerin yerleşmesine izin verirlermiş.
Balikesir ilinin batısında, Ege Denezi kıyısında ilçedir. İlçe merkezinin Ege kıyısına çıkışı yoktur. Edremit, Balıkesir ilinin ikinci en büyük ilçesi olup zeytincilik ve Kazdağları ile bilinir. İç turizmin ilk önemli merkezlerinden olan Altınoluk ve Akçay bu ilçededir. Zeytinli-Akçay-Güre-Altınoluk-Avcılar Köyü-Narlı Köyü en önemli sahil kıyılarına sahip tatil merkezleridir. Tahtakuşlar köyünde Türkiye'nin ilk özel müzesi bulunmaktadır.
Antik Çag'daki adı ile Adramytteion olan Burhanıya İskelesi civarındaki Karataş Mevkiinde kurulmuş(M.Ö. 1443-O zamanki adı Pidasus) bir şehirdir. Truva-Bergama yolu üzerinde bulunmasından dolayı sürekli saldırı altında kalmıştır.Lidya Kralı Krezüs'ün kardeşi bu şehri yeniden yaptırmış hatta süslemiş ve kendi adı olan Adramys ismini vermiştir. M.S. 1231 yılında, Türk akıncılar Edremit’e saldırmış ve çetin savaşlardan sonra, Türk Komutanı Lusuf Sinan’a şehrin anahtarı teslim edilmiştir.
Edremit’in erdemli Kurtuluş Savaşı duruşu hala anlatılır. Şöyle ki; Kurtuluş Savaşı yıllarında; Edremit’de Kaymakam olan Hamdi Bey,işgal kuvvetlerince azil edilince Burhaniye`de bulunan eniştesinin yanına yerleşir. 15 Eylül 1919’da Burhaniye’de kurduğu Kuva-1 Milliye Teşkilatı ile Akbaş Baskınını düzenleyerek, ele geçirdiği çok sayıda silah ve mühimmatı Anadolu’ya aktarır.
17 Şubat 1920 tarihinde Yunan işbirlikçisi çeteciler (Ahmet Anzavur ve adamları) tarafından şehit edilir. 797 gün işgal altında kalan Edremitliler 9 Eyşlül 1922 günü, düşmanı kovalayan Türk Süvarilerine kavuşmuş ve onları bağrına basmıştır. Bu gün her yıl parlak törenlerle Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktadır(Ben buna gerçek kurtuluş günü derim).
Edremit halkı, Osmanlı döneminde Kazdağlarından aşağıya indirilmiş Alevi Türkmen Tahtacılardan, Balkan savaşı göçmenlerden(Muhacır) ve Adalılardan oluşuyor.
Edremit ‘Kazdağı’ adlı ulusal parkıyla ünlüdür: “ 21.463 Ha genişliğinde ve derin vadi ve kanyonlardan oluşan, antik çağdaki adı ‘İda’ olan ve de Homeros’un ‘Bol pınarlı Vahşi Hayvanlar Anası’ olarak betimlediği ‘Kazdağı Milli Parkı; biyolojik çeşitlilik (bitki çeşitlilği/flora ve hayvan çeşitliliği/fauna) zengin bir doğaya sahip, oksijin dağıdır adeta.. Tahtakuşlar Köyü’ndeki ülkemizin tek köy Etnografya Müzesi de bulunmaktadır. Ayrıca Sarıkız efsanesinin geçtiği Sarıkız Tepe ile Hasanboğuldu efsanesinin geçtiği Sutuvan Şelalesi ve Hasanboğuldu Göleti de Milli Park sınırları içindedir.
Kendi doğal ortamında sadece Kazdağı’nda bulunan ‘Göknarı’ adlı ağaç türünün bulunduğu bölge 1988 yılında çıkarılan bir yasa ile ‘Kazdağı Göknarı Tabiatı Koruma Alanı’ ilan edilerek özel korumaya alınmıştır.
Edremit'in ilçe merkezinin denize kıyısı yoktur. 6 Km. mesafe vardır. Akçay Plajları olarak; Sarıkız Plajı, Belediye Halk Plajı ve Zeytinli Belediyesi halk plajı olmak üzere üç önemli halka açık plajını söyleyebiliriz. En önemlisi; Akçay’ın bol ve soğuk artezyen sularına sahip olmasıdır. Ki bu soğuk su fışkırtan artezyenlere karanın dışında denizde de rastlanması Akçay’ı Türkiye'de değil Dünya'da dahi zor rastlanır bir özelliğin sahibi kılmıştır.. Bunun yanı sıra; Akçay ile Altınoluk arasında kalan Güre de güzeldir.
Altınoluk Plajları ise Edremit'e 27 Akçay’a 19 km mesafededir. Havanın temiz ve bol oksijenli özelliğinden dolayı yöre Oksijen Çadırı olarak adlandırılır. Tıp çevrelerinin kalp ve astım hastalarına tavsiye ettikleri bir yerdir. Ayrıca Narlı Köyü 200 metreyi bulan yüksekliği, tatlı suyu, manzarası, köyün doğusunda ve batısında bulunan kanyonları ile adeta bir oksijen deposudur. Bu bölgeden; Başdeğirmen Köprüsü ve şelalesini görmezden sakın ayrılma.
Biz önceki gezimizden gördüğümüz için, ayrılma iznine sahiptik ve ayrıldık ve de Edremit’in yeni binalarına Termal suyu bağlandığını dinleyerek, ayrılmayı sürdürdük.
Edremit’in ve Balıkesir’in MHP’li belediye başkanlarının AKP’ye geçeceği söyleniyor, çünkü Balıkesir Büyükşehir, Edremit de il olma sözü almışlar(Siyasette rüşvet yok diyenlerin ben…).
Zeytinli ve Akçay’dan geçerken, daha önce(35 yıl önce) Kazdağı’nın eteklerinden bakınca sahili görebiliyormuşsunuz. Şimdi narenciye bahçelerinin içine konuşlandırılmış betonlara bakışlarınız çarpıp Kazdağı’na geri dönüyor.
Saat 08.00 Termal ötelerliyle ünlü Gure’den, rehper Hakan Erbil’i aldık.
Kazdağına koşut ilerliyoruz. Hakan Erbil, Kazdağında bir köye yerleştiğin söylüyor.
Ayvacık’a 42 km var. Altınoluk’a bağlı Avcılar’dayız. Hakan’ın dediğine göre, Meliz Sitesi temel kazılarında ‘Efes antik kentinden büyük’ antik kente rastlanmış. Denizin 60 km içine kadar antik kent devam ediyormuş.
Altınoluk’dayız. En uzun kanyonun olduğu yer burası. 28 km derinliğindeymiş. Buranın, Metropolit, yani Ortodoksluğun merkezi olduğu söyleniyor.
Boşnakla evli Rize İyidereli Hatice Özlü diyor ki; Zeytin ağacı dededen, Dut ağacı Babadan yetişme imiş.
Mıhlı’yı geçtik. Küçükkuyu’ya yaklaşıyoruz. Saat 08.15.
Türkiye'de türünün ilk örneği olaran Adatepe Zeytinyağı "Fabrika-Müzesi", Küçükkuyu kasabasının girişinde yer alıyor. 2001'den beri onbinlerce ziyaretçiye kapılarını açan Adatepe Zeytinyağı Müzesi, modern müzecilik anlayışı içeren ve Türkiye'nin gelişen kültür turizmi için özgün bir örnek teşkil edecek bir proje.
Nusratlı’yı geçiyoruz. Nusratlı, Ayvacığa bağlı bir köy. Eski kabzımal müdürü olan ve dahiliği bulgulanınca Turgut Özal tarafından Başbakan yapılan Yıldırım Akbulut bu zeytin vadisi, cennet Nusratlı köyü’nde kalıyor. Kalış nedeni, Eski Anayasa Mahkemesi yedek üyesi olan Eşi Samia Akbulut’un Nusratlı köyü’nden olması imiş. Bu nedenle, Çanakkale’ye 90, Tarihi Assos antik kentine 24, Ayvacık’a 16 ve Küçükkuyu’ya 8 km uzaklıktaki Nusratlı Köyü’ndeki evine yerleşen Akbulut ailesi fırsat buldukça Küçükkuyu’ya gelip alış veriş yapıyorlarmış(Ben dahil çok kişinin eleştirdiği, hatta ‘ben hariç’ bazıları aşağıladığı sayın Akbulut’u seven bir insanım, çünkü müthiş dürüst, saf ve temiz insandı).
Nusratlı Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferindenden(1516-1517) dönen 4 atlı asker tarafından-ki bunlardan biri Yavuz’un küpesini hediye ettiği yakın korumalarındanmış- Musatpınarı (Mısır’dan gelen atlıların pınarı) mevkiinde oba olarak kurulmuş. Köy korsanlardan korunmak için bugünkü yerine taşınmış. Ulusal Kurtuluş savaşına verdiği katkılarından dolayı adı bir müddet ‘Çete Köy’ olarak anılmış.
Cumhuriyet’in kuruluşunda ilk destek veren köydür. Atatürk’ün evrensel felseyle yoğrulmuş devrimlerini ve Laik Demokratik yapıya tutkuyla bağlı bir köy. Böylesi bir köyde, Köy muhtarı ve Yıldırım Akbulut el-ele vermiş sahile inen yolu yaptırmak için sürekli Ayvacık kaymakamı ile diyalog halindeymişler. Nusratlı taş evleriyle de dikkati çekiyor.
Nusratlı Köyü; Zeytinyağı müzesinin olduğu Adatepe’ye, Tahtakuşlar müzesinin olduğu Tahtakuş Köyü’ne-Ki Rehper Hakan Erbil bu köye yerleşmiş-, Sütuven, Mıhlı ve Baş Değirmen şelalelerine, Assos antik kentine, Ayazma, Hasan Boğuldu gölü, Şahirderesi kanyonu, Altınoluk Köyü, Kazdağı ulusal parkı ve Sarı Kız Tepesi’ne yakın.
Ancak onda biri, yani 22 bin hektar alan ulusal park olan Kazdağı’nda 1000’i aşkın bitki çeşitliliği varmış. Türkiye’de var olan dünyada var olmayan 77 bitki çeşidinin 33’u burada olduğunu söylüyor. Çevrede Ayı, Domuz, Kurt, Sansar, Tilki ve çakal var.
Nusratlı rampasını tırmanırken, bu rampanın düble yolsuz olduğunu gözlemliyoruz. Belli ki bu yolsuzluğu Akbulut bey önleyememiş. Rampa tırmanışında Yeşilyurt karşımıza çıkıyor. Bir adı da Büyükçepni. Karşısında küçük kardeşin kurduğu Küçükçepni köyü varmış. Özellikle Büyütçepni Köyü’nü Tayfun Talipoğlu ünlendirmiş. Burada 2 butik oteli varmış.
Çepniler Oğuz boyu savaşçı bir kavım. Bir kısmı da Doğu Karadeniz’de. Nushatlı’yı, Ayvacık ve Behramkale’yi geçiverdik. Hakan çok seri anlatıyor. Yetişmem olası değil.
Gönen Sarıköy’den başlayan sıradağ (60 km) Behramkale’ye dek uzanan Kazdağı’ına tırmanıyoruz. Arabolgü’yu geçtik, aynı zamanda inişe de, çünkü tırmanma bitti.
Çanakkale’nin en büyük ilçesi Ayvacık’tayız. Eski adı, Ayvalıoba. Türkiye’de 19 Aycacık’tan biri. Bunun ikisi ilçe; Samsun’a ve Çanakkale’ye bağlı. Geri kalan 17 tanesi köy.
Söylenceye göre, Atatürk’ün ‘kaza ile kaza oldu’ dediği ilçe. Söylencelere göre, Ayvacık Osmanlı döneminde Köy bile olmayan Kızılcatuzla kazasına bağlı Ayvalıoba’nın Dere mahallesi dene çok küçük bir yerleşim yeri. Yavuzsultan Selim’in Şah İsmail ile yaptığı Çaldıran savaşına bu köyden bir genç katılır. (1514).
İsmi bilinmeyen delikanlı, zaferden sonra Osmanlı Ordusu’yla Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’e gider. Tebriz’de bir han avlusunda dinlenirken hanın sahibesi olan Tiflis’li Ümmühan Hatun ile tanışır. Zengin bir dul olan Ümmühan Hatun, askerde ölen kocasına çok benzettiği Ayvalıobalı adsız kahramanla evlenerek oradaki bütün mal varlığını satar ve kasabamıza gelip yerleşir.
Ayvalıoba’ya yerleşen Ümmühan Hatun ve eşi, ilk iş olarak çevredeki Küplü, Doğanlar, Garipçeler, Tekke ve Çaltı obalarını dolaşarak buralarda yaşayanları Ayvalıoba’ya davet etmişler ve bu obaları kaynaştırıp bütünleştirmişlerdir. Ümmühan Hatun, bu sürede köyünün kasaba olmasını sağlamış ve burada beraberinde getirdiği para ile kendi adını verdiği, bugün yeniden yapılmış olan “Ümmühan Hatun” camiini yaptırmıştır.
Daha sonra, yaklaşık 10 km mesafeden kasabasına su getirmiş, bir de hamam yaptırarak yerleşen obalara rahat bir ortam sağlamıştır. Ümmühan Hatun bahçesine diktiği ayva ağacının cılız ve cansız olduğunu görerek kasabamıza küçük ayva anlamına gelen “Ayvacık” adını vermiş ve bu ad günümüze kadar ulaşmış.
Karesi Bey’in kurduğu Kızılcatuzla kazası I. Murat devrinden itibaren bölgenin merkezi haline gelmiştir. Fakat ulaşım güçlüğü sebebiyle ilçe merkezi, 1876′da Ayvalıoba’ya (bugünkü Ayvacık) nakledilmiş. 1876′da ilçe olan Ayvacık, 1926′da Ezine’ye bağlanmış, 1928′de Milli Mücadele’ye katkılarından dolayı, tekrar müstakil ilçe haline getirilmiştir.
Ezine’de duble yol inşası başlamış. Nusratlı rampasını tüneller ve viyadüklerle geçeceklermiş. Yandaş yükleniciler epey yüklenir(yükünü alır) burada. Tünellere gerek yok, viyadükler bence yeterli.
Saat 09.16’da Geyikli’deyiz. Türkiye’nin; 6 Geyikli’den, Belde olanı. Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı, bir belde. Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın “Eyvah eyvah” filminin çekildiği yer. Geyikli’lerin 4’u ülkemin çeşitli illerine bağlı köy. İkisi belde. Biri dediğim gibi Ezin’de, diğeri de Trabzon Şalpazarı ilçesine bağlı denize yakın dağların en yükseği olan Sisdağını (2.182m) içine alan belde.
Geyikle İskelesi’ndeki ‘Tezcan Aile Çay Bahçesi’nde Mardinli Halil Kaya’nın getirdiği çayları yudumluyorken, gözümüz iskelede, Bozcada’dan gelecek arabalı vapuru bekliyoruz. Halil Kaya’ya resimlerimiz çektirdik.
38 km uzunluğundaki, Kumkale’den Behramkale-Assos önlerine kadar uzanan sahil boyunca,doğanın el değmemiş ‘Zeytin ve Çama ağaçlarıyla varsıl’ güzelliğini fark etmemek olası değildir.Geyikli sahiline Altın kum dersek abartmamış oluruz. Yazın nüfus 10 bini aşıyor. İşi, eş, aş yaşlılarda yaş. Yaşlıların dinlence yeri. Bakir bir yöre. Achilleus ve askerlerinin Truva şehrine doğru ilerleyişinde karaya ilk ayak bastıkları yer Geyikli.
1500-1550 yılları arasında yerleşim yeri olarak seçilen buranın eski adı Alagavur iken 1957 yılında İçişleri Bakanlığının izniyle adı Geyikli olarak değiştirilmiş. Söylencelere göre bu yörede ala saçlı kalaycılık yapan bir Rum yaşarmış. Çok ünlenmiş. Halk işi düşünce Alagâvur’a gidiyorum dermiş ve buranın adı da Alagâvur kalmış.
Martıların eşliğinde Geyikli’den ayrılıyoruz.
Saat 10:24, Adanın Kuzeydoğusu’ndaki Limana indik. Bozcaada yazısına, Bozcaada’nın mitolojik öyküsüyle başlayalım: “ Söylenceye göre, Denizlerin Efendisi Poseidon’un çocuklarından biri olan Kyknos, kral olarak Beyçayırı’nın kuzeyinde Lapseki bölgesindeki Miletos Kolonisi, Kolonai kentine hükmedermiş.Tenes adında bir oğlu varmış. Tenes’in annesi ölmüş. Üvey annesi; Tenes’e iftira etmiş!
Kral Kyknos iftiraya kanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık, boğazdan geçerek Leukophrys Adası’nın sahiline vurmuş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bazılarının Kalydna dediği Leukophrys Adası’nın ismini “Tenes’in Adası” anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş.”
Bozcaada, Gökçeada ve Marmara adasından sonra üçüncü büyük ada. Çanakkkale’ye bağlı. 40 km² genişliğinde. anakaraya uzaklığı 6 km'dir. 2500’ün üstünde insanımızın yaşadığı Bozcaada’da kışın nüfus yarı yarıya düşmekte, yazları 5 binin üzerine çıkmaktadır. 1922’de salt 5 bin Yunanistanlı yaşarmış, Bozcaada da. Lozan alınmış karar göre yerel özerkliğe sahipmiş, fakat uygulanmamış. Stratejik bir öneme sahiptir, Çanakkale Boğazı girişinde. Antik çağdaki Troya savaşında Yunanlılar Bozcaada’yı üs olarak kullanmışlardır.
M.Ö 2000’de Palalar-Pelazlar (Arnavutlara benziyor), Hitit dilinde yüksek yerleşim yeri(üs) anlamına gelen Bergama’daki ‘dünyada ilk hastaneyi yapan’ Helenistik uygarlığın ardılı olan uygarlığın, Fenikeliler ve Yunanlılar eline geçiyor. Sonra ada kadınlara tahsis ediliyor, ardından Persler. Sonrasında İskender, Romalılar, Cenevizliler, Bizanslılar, Venedikliler Ruslar ve Osmanlılar Bozcaada’ya egemen oluyorlar. Bir nevi uygarlıklar istsyonu Bozcaada. Dahası, hiç köyü olmayan tek ada ve yerleşim yeri olan Bozcaada’da, sanki iki yılda bir, yani yılaşırı uygarlıklar geçidi(Fr. Biena) yaşanıyor...
Halk arasında söylenen ’Tenes gibi kestirip atmak’ sözünün Mitolojik öyküsünün geçtiği yer Bozcaada.:
Tanrı Poseidon’un oğullarından Kyknos’u annesi doğurduktan sonra deniz kıyısına bırakmış, çocuğu da bir kuğu büyütmüştür. Büyüyen Kyknos, Bozcaada'nın karşısındaki Klonai şehrinin kıralı olmuştur. Trak (Trakyalı) kökenli olduğu da söylenen Kyknos, Troia’nın ilk krallarından Laomedon’un kızı ile evlenmiş ve bu evlilikten Tenes isimli bir oğul ve bir kızı olmuştur. Karısı ölen Kyknos, bir başkası ile evlenmiş ve bu kadın Tenes’in kendisinde gözü olduğunu Kral Kyknos’a söyleyerek Tenes’e iftira atmıştır.
Denizin dalgaları Tenes’i, o zaman Leukophrys denilen Bozcaada'ya getirmiş . Bir süre sonra oğlunun suçsuzluğunu öğrenen Kral, oğlundan af dilemek için adaya gelmiş, ancak Tenes gemiyi kıyıya bağlayan halatları keserek babasıyla olan bağlarını koparmıştır. Troia seferi sırasında buraya Akhalar gelmişse de Tenes onları taşlayarak karşılamış, bunun üzerine de Akhilleus tarafından mızrakla öldürülmüştür.
Mitolojik söylencelere göre, Yunanlılar Truva savaşında o zaman ki Bozcaada'daki bir liman olan Aulis'i üs olarak kullanmışlar. Antik çağda Midilli adasında oturan Aiolya halkının bir kısmının buraya yerleştiği tahmin edilmektedir. Bozcaada’ya, yonya ayaklanmasından sonra önce Perslerin, sonra Romalıların egemenliğine girdiği, Roma İmparatorluğunun parçalanmasından sonra da Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kaldığı söylenceleri yaygındır. Türklerin adayla ilk bağlantısı, Aydınoğlu Umur Beyi’in İzmir’i fethettikten sonra 1328'de 8 gemilik bir filosuyla Bizans yönetimindeki Bozcaada'ya gelerek yağmalaması ndan da söz edilir.
Bozcaada Kalesi:
Arabalı vapurda, Yusuf Koç’a rastladık. Ne siz, ne de ben tanırım. Yusuf Koç, Annesiyle birlikte Arabalı vapur’da şapka satan Güney Doğulu, pardon Adanalı sevecen bir çocuk. 10 yaşında, yazları bu işi yapıyormuş. Resimlerini çektim. Doğru haklısınız, şapkasından almadım, çünkü rüzgar uçuruyor. Geyikli’den biniyor vapura. Şapkasını almamızı ister bakışları hala gözlerimin önünde.
Gemiyle Bozcaada’ya yaklaşmaya başladığınız noktada karşınızda, devasa bir kalenin gölgesi beliriyor. Yaklaştığınızda, gerçekten, Türkiye’de var olan kıyı kalelerini en muhteşemi; adeta büyüledi bizleri.
Önce; Cumhuriyet meydanındaki Cami’nin etrafında küçük çarşıları geziyoruz. Yerel ürünler satılıyordu. En dikkat çekeni domates reçeli idi, çünkü ilk kez domatesten reçel yapıldığını gördük ve o’nu aldık.
Ve Kaledeyiz. Hakan Erbil arkadaş anlatıyor. Kale 1100 yılında ‘Tenes’in öldürüldüğü anıt üzerine’ Cenevizliler tarafından yapılmış. 1820 yılında II.Mamut tarafından ‘yeni eklemelerle’ daha da büyütülmüş. Kale duvarları, Horosan Harcı ile örülmüş. Horosan harcı; 7 yıl bekletilmiş sönmüş kireç, yumurta akı, tuğla tozu ve volkanik kül karışımından oluşuyor.
Kalenin içinde 2 Camii var. Bozcaada; Adnan Menderes döneminde, Atatürk karşıtı, ‘Ticani Tarikatını’ yaymak isteyen, Keskin’de Atatürk büstlerini parçaladığı için hapse atılmış, müritlerinin efendimiz diye hitap ettiği, Gökçeada’da da etkin olan şeyh bozuntusu Kemal Pilavoğlu cemaatine teslim ediliyor. İlk icraatları ‘şarap yapıldığı içir’ üzüm bağlarına saldırmak oluyor. Bizim yobazlar, Bözcaada’da Rumları, Yunanlıların yobazları da, Girit’teki Türkleri yerlerinden ediyorlar.
Kalenin hemen önünden başlayan Rum mahallesindeyiz. Bozcaada'da, kilisenin hemen yakınlarında taştan bir evin kapısındaki levhada " Sokrat'ın Evi" yazılıdır. Herkes o’nu Eflatun'un hocası Atinalı filozof Sokrates sanır. Değil, o; hayatının önemli bir bölümünü Bozcaada'da geçirmiş olan Kayserili bir rum ailenin çocuğu Sokrat İncesu'dur. Sokrat Osmanlı ordusunda subaylığa kadar yükselmiş, Çanakkale'de çarpışmış, Yemen'de İngilizlere esir düşmüş, sıkı bir Türk milliyetçisidir.
Akrabaları büyük mübadelede Yunanistan'a gönderilmiş, o gitmemiştir Üzerinde levha olan evde ölmüş. Sıkı bir Türk milliyetçisi olmasına karşın ölmeden önce kelimeyi şahadet getirmediği için Müslüman hoca onun cenazesini kıldırmayacağını söylemiş. Kilisenin papazı da hiç kiliseye uğramadığı için tören yapmayı uygun görmemiş. Bu kararsızlık arasında Sokrat Efendi'nin cesedi kokmaya başlayınca, dinsel tören yapmadan defnedilmiş.
Bozcaada'nın kollektif belleğinde, dinsel inançları olmayan adalı Rumlarla ilgili buna benzer nice hüzünlü öyküler olduğunu söylüyor Hakan Erbil.
Bunlardan biri de ‘Kargaların dinsizliğidir’: Karganın biri İstanbul'da bir kilisede haç biçiminde olan ve içinde şaraplı ekmek bulunan bir kaba konmuş. Bir yandan karnını doyururken bir yandan da kabın içini kirletiyormuş. Onu yakalayan papaz efendi öfkeyle haykırmış; “Ne biçim kargasın sen? Müslüman olsan şaraplı ekmek yemezsin. Hiristiyan olsan istavrozun içine etmezsin. Olsa olsa Bozcaada kargası olmalısın sen!”
Bozcaada, 1455 yılında ‘Fatih tarafından’ Gökçeada (İmroz) ile birlikte fethedilmiş ve Osmanlı donanmasının ikmal üssü olarak kullanılmış. Venedikliler adaya tekrar hakim oluyor, Bu sefere Mahmut Paşa 1464’te adayı tekrar Osmanlı topraklarına katıyor.
Akhalar’ın güçlü komutanı ve dünyanın en büyük savaşçısı, Truva savaşının (M.Ö: 1185) kahramanı ve Tanrıça Thetis’in oğlu Akhilleus(Aşil-Truva filminde Brad Pit’in canlandırdığı karakter) mezarının Bozcaada yakınındaki Fener Adası’nda veya Çanakkale-Sivritepe Tümülüs’ünde olduğu söylenmektedir-(Samsun’daki bulgularda Karadeniz’de bir adaya gömüldüğü veya Çorum’un Osmancık ilçesinde olduğunu savlayanlar da var).
1683 İkinci Viyana Kuşatması sürecinde(1683)Türk ve Venedik donanmaları Ege Denizi'nde ‘Bözcaada Deniz Savaşı’ verdiler ve bu savaşta Osmanlı donanmasını yöneten Mezomorto Hüseyin Paşa, Molino yönetimindeki Venedik donanmasına karşı önemli bir zafer kazandı.1806-12 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında ada Rusya tarafından işgal edildi. (1807), yakıldı ve kalesi tümüyle yıkıldı. Yukarıda değindiğim gibi II.Mahmut kaleyi yeniden yaptırdı. (1842)
Yunanistan Bağımsızlık Savaşında(1822), Yunanlılar Osmanlı donanmasına karşı Bozcaada açıklarında bir saldırıyı yönetti ve bir Osmanlı gemisini batırmayı başardı.
Bozcaada Çanakkale Savaşı’nda İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından işgal edildi ve lojistik destek için kullanıldı. Bu dönemde müttefik kuvvetler Ayazma Tepesi'nde, Habbele Ovası'nda ve Habbele Tepesi'nde savaş uçakları için üç pist yaptı. Savaş sırasında müttefik askerleri, Bozcaada'da tedavi oldu ve dinlendi. 1912-1923 yılları arasında Yunanistan tarafından işgal edildi.
Şarap üretimi, balıkçılık ve özellikle 1990'lardan itibaren turizm başlıca iktisadi etkinliklerdir.
Bozcaada, şaraplık üzümleri ve şaraplarıyla ünlüdür. Adanın büyük kısmı bağlarla kaplıdır. Az miktarda tahıl, baklagiller ve meyve yetiştirilir.
Bozcada’da bana en ilginç gelen olay; 2000 Haziranın da Batı Burnu civarında 10.2 MW gücünde 17 üreticiden oluşan bir Rüzgar Enerji Santrali (RES) kurulmasıdır. Elektrik fazlasını karaya iletmektedir.Turizme zarar vermemek amacıyla santralin ürettiği elektrik yeraltı kablolarıyla aktarılmaktadır.
Tam bu noktada; terk edilmiş Bozcaada Polente Feneri (1861) bulunur. Bozcaada’nın en uzak köşesinde olduğundan "dünyanın ucundaki fener" diye bilinir. Denizden yüksekliği 32 metre. Işığını 15 deniz mili(1.852x15=27.780 mt) uzaklığa yaydığı söylenir.
Domates reçeli yanında, Adada yetişen gelincik çiçeklerinden az miktarda üretilen şerbet ve reçeller gelen turistlere satılmaktadır.
Bozcaada, boz bulanık bir yer izlenimi vermese de, sosyal renkliliğe sahip diyebiliriz; Rumlar ve Türkler bağlamında.
Bozcaada; Lozan Antlaşması’na göre (24 Temmuz 1923), 23 Eylül 1923’te Türk egemenliğine girmiş ve aynı yıl Bozcaada belediyesi kurulmuş. Bu süreçte; İstanbul Rumlarıyla birlikte, Gökçeada ve Bozcaada Rumları da değişim (Arapça; mübadele) dışında bırakılmıştı. Ayrıca, Lozan'a göre, bu iki adanın Rum ahalisinin bir çeşit, özerk yerel yönetim biçimi bulunacaktı. Bu madde hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Oysa, Bozcaada iki topluluk arasındaki ilişkiler açısından gerçek bir barış ve dostluk örneğiydi. Son 500 yıldır Türklerle Rumların iç içe, barış ve huzur içinde yaşadıkları bir yerdi.
Günümüz kışlarında 2 bin 500 olan Bozcaada nüfusu; 28 Temmuz 1914'te başlayan ve 11 Kasım 1918'de sona eren Avrupa merkezli küresel savaş sırasında 5 binden fazlaymış. Bunun üçte ikisinin Rum olması adadan ayrılanların ne kadar büyük bir boşluk bıraktıklarının göstergesi.
Değişim sürecinde dikkat çekici. Çünkü; her ne kadar Türkiye'nin Yunanistan'la olan sorunları nedeniyle ayrılmak zorunda kalmış olsalar da ada Rumlarının Yunanistan'la hiçbir ilgileri yoktu. Çoğu Türkçe konuşur, Rumca bilmezdi. Bağcılık ve şarapçılıkla uğraşan, Türklerle iyi ilişkiler çok iyi olan (adeta bütünleşmişler) insanlarıydı bunlar. İşte bu insanların çoğu ‘istemeyerek’ Yunanistan'a göç etti. Yunanlıların çok kaba buldukları, dilini yadırgadıkları bu insanlar orada kendilerine yeni bir gelecek aramak zorunda bırakıldılar.
Bozcaada’nın 14.yy'ın son yıllarında tümüyle boşaltıldığı söylenir; öyle ki, 15.yy'ın ortalarında Osmanlı yönetimine girdiğinde Bozcaada’nın boş olduğu yönünde belgeler bulunuyormuş.
Belirttiğim gibi, Bozcaada’da 1900’lerin başında Rum nüfusu yoğun iken, bugün Gökçeada’daki gibi 30-40 Rum kalmıştır. Buna neden Rum azınlığının yıldırılması söylenir. Örneğin 6-7 Eylül 1955 olayları, Kıbrıs sorunu, toprakların zorla kamulaştırılması, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nda azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin maddelere Türk hükümetlerinin uymaması, Bozcaada ve daha büyük bir Rum toplumu barındıran Gökçeada’dan Rumların göç etmesine neden olan olgular olarak sıralanır.
En önemlisi; Lozan Antlaşması'nın 14. maddesi uyarınca, adadaki güvenlik güçlerinin yerel halktan müteşekkil olması kuralına Türkiye'nin uymadığı iddia edilmektedir.
Göçlerin 1970'ten sonra hızlandığı söylenmekteder, ki doğrudur..
Şu bir gerçek ki, insanlar Adalar’ı pek sevmiyor; gerek Türkiye’de, gerekse Yunanistan adalarından insanlar, büyük kentlere kaçıyor, durmuyorlar ada da. Ah, ben adalı olacağım; hayatta karaya dönmem, ada da kalırım.
Gökçeada Dereköy’de gördüm; bazı yaşlı Rumların, tek başına yaşadıklarını. Örneğin, yaşlı bir kadın veya yaşlı bir erkek. Her ikisi de eşlerini kaybetmiş, çocukları Atina’ya kaçmış, geleceği ötelemiş, geçmişi yaşayan özlem yüklü hüzünleriyle yapayalnızlar. Dereköy’deki Mihail Muço amca ve Reime Muço teyze yalnız değiller. Onların çocukları da Atina’ya göçmüşler, fakat kendileri Gökçeada’yı terk etmemişler, yazları çocukları geliyor.
Göç etmemelerinin önemli bir nedeni de, Reime teyzenin Türk ve Müslüman olması. Reime teyze, ulusal futbol takımının bir dönem çalıştırıcılığını yapan Tınaz Tırpan’ın teyzesi. Mihail amca ile Reime teyze, evrensel barışın, yani dinler ve uygarlıklar arası diyalogun önemli evrensel figürleri. Birbirlerine ‘dinlerine ve geleneklerine’ son derece saygılılar. Tamamen yalnız olanlardan Niko ve Elena hiç kıyıya inmezlermiş, çünkü sevdiklerini götürdüğü için denize öfkelilermiş. Benzer durumların Bozcaada’da da yaşandığını söylüyor Hakan Erbil. Yalnız, o yalnız Rumların da kalmadığını vefat ettiklerini özellikle vurguluyor.
Bozcada özel günleriyle hayli varsıl. Örneğin, Şarap Tadım günleri, Yelken Yarışları, Uçurtma Festivali, Bağ Bozumu Festivali, Dağ Bisikleti Maratonu, Ayazma Panayırı, Ozanın Günü, Bozcaada Festivali.
En önemlisi 26 Temmuz’daki ‘Ayazma Panayırı’ imiş. O gün; Bozcada’ya, salt çevre adadaki Rumlar değil, dünyanın dört bir yanından Rumlar gelirmiş. Yenir, içilir, Rumca şarkılar söylenir dans edilirmiş.
Bu eğlencenin amacı; Aya Paraskivi'yi anmaktır. "Paraskivi, Göztepe diye bilinen yüksek tepedeki Ayyulas Manastırı'ndan yakışıklı bir delikanlıya aşık olmuş. Paraskivi'nin babası bu sevdaya şiddetle karşı çıkmış ve Paraskivi’ni sıkı bir göz hapsine almış. Sevda ateşiyle yanan kız zaman-zaman Manastıra doğru bakıp derin-derin iç geçirir, rüzgarla sevgilisine mesaj göndermek istermiş. Ayyulas da onun için yanıp tutuşurmuş. Ama olmamış. Paraskivi aşk acısıyla ölünce onun büyük aşkının yüzü suyu hürmetine başkalarının dileklerinin gerçekleşmesi için dua edeceklere dilek pınarı yapılmış"
1960’lara dek kasabanın ortasından, daha doğrusu, bakımsız kilisenin yanından ana meydana kadar inen bir dere akarmış. Derenin bir yanında Türkler, öte yanında Rumlar otururlarmış. Derenin iki yakasını birbirine bağlayan köprülerden geçiş serbestmiş. Türkler Rum tarafındaki meyhanelere giderlermiş. Düğün ve bayramlarda karşılıklı ziyaretler yapılırmış. Sıkı dostluklar kurulur, uzaktan uzağa aşklar yaşanırmış.
Tıpkı Ankara dereleri gibi; kentin ortasından inen derenin içi doldurulup üzeri betonla kaplanıp yol yapılmış Ve adına Çınar Çarşı Caddesi koymuşlar.
Bozcaada’da Rum-Türk dostluğu eskisi kadar yoğun olmasa kendini gösterirmiş. Evet, her şeye karşın o beton yolda Türk çocuklarının "Dimitri Amcalarına" saygıyla yakınlık gösterdiklerini, Kosta'nın bir bayram günü "Mehmet Amca'sının elini öptüğünü görmek olasıymış.
Bozcaadalar, Gökçeadalar, evrensel sevgi ve saygını, kardeşliğin zorla da olsa yaşatılmaya çalışıldığı evrensel son barış istasyonlardır benim için.
Önemli etkinliklerden biri de adalı Haluk Şahin’in 2001’den beri Bozcaada’da ‘Ozanın Günü’ ve ‘Homeros Okuması’ adını verdiği kültür etkinliğidir. Haluk Şahin’in dediğine göre; dünyada eşi ve benzeri bulunmayan bir şiir etkinliği.
Haluk Şahin; “Düşünün ki bu kıyılarda bundan tam 2500 yıl önce de Homeros’un mısraları okunmakta, insanlar onun aracılığı ile Troyalı olmanın anlamı üzerinde düşünmekteydiler. Biz de öyle yapıyoruz: Şiir okuyoruz ve Troyalı olmanın anlamı üzerinde düşünüyoruz!” diyor.
Devam ediyor Haluk şahin; “..Kasandra, biliyorsunuz, Troya Kralı Priamos’un kızıdır ve Tanrılar onu, hep doğruyu söylediği halde kimse tarafından inanılmamaya mahkûm etmişlerdir. Zavallı Kasandıra Akhalıların geride bıraktığı tahta atı kente sokmamaları için Troyalılara yalvarır yakarır, ama kimse ona kulak asmaz. Sonucu biliyorsunuz. Biz Bozcaadalılar da Tahta At’ı, tüm uyarılara rağmen, kalemizden içeriye sokmuş bulunuyoruz.
Böyle gidersek sonumuz Troya’nınkinden farklı olmayacaktır. O atın adı Kitle Turizmi’dir, denetimsiz girdiği her yeri mahvetmiştir. Bu etkinlik, aslında koruma önlemlerimizden biriydi ve hâlâ öyledir. Şunu demek istiyorum: Bozcaada kitle turizmi vebasına karşı ancak kendisini çok iyi koruyarak, kimliğini geliştirerek koruyabilir. Adayı yalnızca kıyıdaki yerlerden değil, diğer Ege adalarından farklı kılan en önemli kültürel özelliğin bağcılık ve şarapçılık olduğunu biliyoruz.
Son yıllarda bu yönde olumlu gelişmeler oldu, ama yeterli değil. Ada hala perişan bağlarla dolu. Yeni imar planına sert kurallar koymak, bağların sayfiye evi yapmak için yok edilmesine kesin olarak engel olmak zorundayız… Biz diyoruz ki, bu coğrafya dünyanın en büyük ozanı sayılan Homeros’un coğrafyasıdır, bu rüzgâr onun andığı rüzgârdır, Poseidon şurada bir tepede oturur... Biz işte o coğrafyanın otlarıyız, börtü böceğiyiz, o geleneğin uzantısıyız.”
Bozcaada evleri, Rum ve Osmanlı mimarisinin harmanlanması gibi geldi bana. Biz o’na, Türk ve Rum kültürlerinin yansımaları diyelim.
Bilindiği gibi, aktığı güzergaha yapılan Çınar Çarşı Caddesi, Rum mahallesini (Cumhuriyet) ve Türk mahallesini (Alaybey) ayırmaktadır.
Rum ve Türk mimarisinde yapı özellikleri birbirine kısmen benzerlikler göstermektedir. Fakat işlev olarak farklar vardır. Yapı cinsi yığma taştan (kagir) ve ahşap karkas yapılardan oluşmaktadır. Genelde alt kat Karadeniz evleri gibi taş yığmadır. Kilise ve küçük şapel gibi yapılar Cumhuriyet Mahallesinde, cami, hamam, çeşme, namazgah gibi Türk kültürüne özgü yapılar Alaybey Mahallesindedir.
Rum evler ‘bodrum dahil’ 3 katlıdır. Mutfak, banyo, çamaşırlık bodrumdadır. Pencereler kepenkli ve yüksek, geniştir. Üst kat pencereleri ahşaptır ve kepeneklidir. Kapılar da pencereler gibi yüksektir. Bazılarında balkon bulunur. Birçok evin binaya bitişik, yüksek duvarlı yapıları bulunmaktadır. (Mağaza deniyor; erzak ve azık deposu)). Bunlar şarap imalatı ve muhafazası yanı sıra kışlık erzakların depolandığı yerlerdir.
Türk evlerin bodrumsuz, fakat alt katları yüksektir ve dar pencerelidir. Erzak deposu veya taşlık olarak kullanılır. Eve ahşap tavanlıdır. Tuvalet avludadır. Evlerin avlularında üstü toprak damla örtülü mutfak ve çamaşırlık vardır.Evin içinde yerli dolaplar, gusülhaneler. Çatıları alaturka kiremitli ve kirpi saçaklıdır.
Rum Mahallesinde yollar genelde, hippodamik plan diye de bilinen, yani antik çağın kent plancısı Yunanlı Hippodamos tarafindan; ‘havadar olması ve ışık alması için’ 90 derecelerle kesişen sokaklardan oluşan “Grid Sistemi (İzgara planı)” ile yapılmıştır. Türk Mahallesinde sokaklar dar ve girifttir.
Bozcaada, taş yapılar olan bağ evleriyle de ilgi çeker: Bağ evler,odalar, mutfak ve ahırdan oluşmaktadır. İki katlılarına “kule”, tek katlı olanlarına “dam” denilmektedir.
T.C. Bozcaada Kaymakamı (Bilal Bozdemir) tarafından 2006 yılında M.Hakan Gürüney’e tahsis edilen 130 yıllık binada, Bozcaada ile ilgili 45 ayrı konu başlığında 6.000 den fazla fotoğraf, belge ve obje sergilenmektedir.
Adanın en birinci plajı ‘Ayazma Plajı’dır. Hani derler ya, altın tozundan plajlar, öylesine muhteşem plaj. Ayrıca hemen hemen yanında yer alan Sulubahçe ve o’nu tamamlayan Habbele Plajı ve Akvaryum plajları da tercih edilebilir.
Temmuz ayı içerisindeki "Bağbozumu" şenliklerinden övgü ile söz edilir. Gezi grubundan Hatice abla Bozcaada için, Alisi, Delisi ve Kedisi ünlüdür diyor. Ben bunu Ayvalık-Cunda için bilirdim; demek ki bu yörede yaygın. Fakat ben Ali’leri saymadım, ama Kedi ve Deli de görmedim.
Bozcaada’da bağcılık, dahası şarapçılık bir yaşam kültürüdür, ekonomik getirisi olan bağcılık ve şarapçılıkla bütünleşmiştir adeta, Buna balıkçılığı da eklemek gerekir.
Bağcılığın ve şarapçılığın antik geçmişinden söz edilir. Söylencelere göre, Adaya eski ismini veren Tenes, bugünkü Poyraz Limanı çevresinde yabani asmayı bulmuş, onu geliştirerek Bozcaada’ya özgü kırmız şarap yapımında kullanılan bir üzüm çeşidi olan ve kanyak yapımında da kullanılan, Karasakız da denen ‘Kuntra Asma’ durumuna getirmiştir. Milattan önceki Tenedos paralarında da üzüm salkımı görülür. Tarim arazilerinin % 80’ni Üzüm bağlarından oluşuyor; 11850 dekarlık bu alan ada yüzölçümünün 3’te birini oluşturmaktadır.
Karasakız (Kuntra), Altınbaş (Vasilaki) ve Karalahna Şaraplık üzüm çeşitleridir. Son yıllarda özellikle kaliteli şarap elde edilen ve getirisi yüksek olan Cabernet Sauvignon,Shordone,Merlot ve Gamei gibi Fransız şaraplık üzüm çeşitlerine yönelme vardır.Sofralık üzüm çeşitleri de bulunur; Bozcaada Çavuşu, Cardinal, Atasarısı, Uslu, Yalova İncisi, Alphonse Lavallee ve Amasya üzümleridir. Evliya Çelebi Bozcaada’yı anlatırken “..buradaki gibi güzel çavuş üzümü dünyanın hiçbir yerinde yetişmez ...” demektedir.
Saat 11:11’de sakızlı kurabiye yedik. Saat 12’de Arabaya döndük. Bozcaada’daki Rum Ortodoks cemaate ait, ibadete açık olan tek kilise olan Meryemana Kilisesi’ndeyiz Rum Mahallesinin tam ortasına konumlanmıştır. Giriş kapısında 1869 tarihi okunan kilisenin, ilk yapılış tarihinin Venedikliler zamanına kadar uzandığı düşünülüyor. Avlusundaki 4 katlı çan ve 23.8 metre yüksekliğindeki saat kulesi parça düşürmeye başladığından, 1980’lerde kısmen sökülmüş ve kule metal kafes içine alınmıştır.
Bozcaada’nın etrafı adacıklarla dolu. Yunanca kutsal su anlamındaki "hagiasme" kelimesinden gelen Ayazma’da Rum Ortodoks cemaate ait Ayazma Manastırı bulunur. Bozcaada’daki 36 manastır’dan günümüzde ayakta kalan 2 taneden biri.
Türkiye’nin birçok bölgesinde doğal su kaynaklarının olduğu yerlere ‘Ayazma’ deniyor. Bozcaada’nın ayazması adanın güney kısmında yer alıyor. Burada çift oluklu tarihi bir çeşme, 8 yaşlı çınar ağacı, küçük bir manastır ve 2 tane tek katlı yapı bulunuyor. Koca çınar ağaçlarının oluşturduğu gölgelik alanı ve sürekli akan çeşmesi ile piknik yapanların tercih ettiği yerlerden biri Ayazma. Buradaki çeşmeden bir kez su içenin artık adalı olacağı söylendiği için, kana-kana içtim, fakat hala Ankara’dayım.
26 Temmuz’da kutlanan Rumların Aya Paraskevi günü manastır ibadete açılıyor. Ayazma’da toplanıp eğlendiği bu güne halk arasında Ayazma Panayırı deniyor.Manastırın alt kısmında bir dilek mağarasına Kadriye Çorbacığlu ve Ececan Çorbacıoğlu girdiler.
Ada merkezinin hemen arkasındaki tepede harabe halinde ‘Yeni Kale’ bulunmaktadır. Venedikliler döneminde yıkıldığı tahmin edilen bir cami daha sonra sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından 1655’de tamir edilmiş ve onun adını almış ve günümüzde, halk arasında Yalı Camii olarak anılan Köprülü Mehmet Paşa Camii, çocuk parkı karşısında, kırmızı kesme taştan yapılmış olan Bozcaada Alaybey Camii , Alaybey Hamamı, Bozcaada Köprülü Hamamı, toplu namazların kılındığı Bozcaada Namazgahı ve Namazgah Çeşmesi ve söylenceye göre denizci olan ve bu nedenle denizcilerin dua ettiği, Aburga Ahmet Dede’nin türbesi ile 2 yel değirmeni kalıntısı gezilmesi ve görülmesi gereken yerlerdir.
10 Ağustos 2013 günü bitmiyor, o kadar çok yer gezmemize karşın. Bitmez çünkü, sabahın alacakaranlığında çıktık yol ve devam ediyoruz.
Saat 11:00. Adanın güneyine gidiyoruz, Ayazma Plajı’na. Baba tarafı Priştina, ana tarafı Selanıklı olan rehberimiz Hakan Erbil, Çupra balık ziyafetine az kaldı diyor.
Tuzburnu Koyu ve Fenirini geçtik. Adada geven otu hakim. Erezyona karşı koruyucu olduğunu söyledi Hakan. Akvaryum Koyu ile sağındaki Çanaklıman Koyu’nu geçtik. Buralar sualtı sporlarının yapıldığı yerler. İnsanlar dalmak için buraya geliyormuş. Çünkü buralar çoğu balığın göç yolu ve yumurtlama bölgesi imiş. Ahtapot ve Kalamar ile de ünlü bu sahil.
Ada’nın tek eksiği suyunun anakara’dan gelmesi, yani su yok. Güvercinlik Koyu, süngerciliğin yoğun olduğu yer imiş, fakat sünger epidemisi(yaygın enfeksiyon) hastalığı süngerciliği öldürmüş. Sünger, yeni-yeni kendiliğinden iyileşmeye başlamış, yani süngercilik tekrar başlayabilir. Ayrıca fıstık çamları yetiştiriliyor. Bunun yanı sıra zeytincilik de..
Karşımızda Göztepe yükseliyor. 193 metre olan bu tepe göze benzediği için Göztepe adını almış.
Bir dizi gemi bekliyor, demir atmış. Atıklarını başka gemilere aktarmak için bekleyenler de var; Çanakkale Boğazı’ndan geçmek için sıraya girmişler de..
Bozcaada Belediye başkanı ANAP’lı imiş (ANAP demek ki hala var). Ayazma (kutsal su) Manastır’a saat 12.30’da geldik. Burada Paraski(Lazca’da galiba Cuma gününün adı) söylencesinden söz etti Hakan Erbil. Paraski 18, yüzyılın başlarında dünyaya gelir(Cuma günü). Gönlünü Dimitros’a kaptırır. Babası evet demez ve kahrından ölür. (1730’lu yıllarda). Azize olarak görülür ve bu nedenle Azize anlamına gelen Aya’dan esinlenilerek Ayazma Manastırı yapılır. Mitolojik söylencesi de vardır.
Paraski çok önceleri (M.Ö.130) Roma’da dünyaya gelir. Hıristiyanlıktan vazgeçmeyince başı kesilir. Ortodokslara göre Paraski kutsal kimliktir ve adına Aya(Azize) unvanını eklerler ve adına Ayazma Manastır’nı inşa ederler. Manastır’ın hemen bitişiğinde bulunan çilehane’de 2 adet Roma sütunu bulunmaktadır. Bu Ayazma Manastır’ının zengin bir Roma mimari üslupla inşa edildiğini göstermektedir. Bizim yobazlar, urayı darmadağın etmişler ve sonradan bir ucubeye benzer bir şeyler inşa etmişler.
Saat 12.50; Ayazma Plajının olduğu yerde “Vahit’in Yeri”nde çupralarımızı yedik. Ben plaja indim, ve altın tozlarından oluşmuş bir kumsal ile karşılaştım.
Hacer , Hatice ve Nurhan Tırmıkçıoğlu hanımlar gezmeyi seven üç emekli. Çocuklarıyla turdalar. Hacer kızı Buket Yılmaz uzun yıllar Amerika’da kalmış, İstanbul’da uluslar arası şirket sahibi. Hacer abla aslen Rize Gündoğdu’dan. Hatice ablanın kızı Handan Özlü ve kızı Hazal hala Amerika’da, Nurhan ablanın kızı Nihan Çınar Doç. Dr. Matematik mühendisi, oğlu Volkan çok huysuz ve de tatlı. Fobisi, ya adada mahsur kalırsak.; huysuzluğu çocuksu bu kurgusal korkudan kaynaklanıyor. Belli ki, TV dizilerinden etkilenmiş.
Saat 15.00’te Ayazma Plajı Vahit’in yerinden ayrılıyoruz. Sulubahçe Koyu ilginç geldi bana. Meğer bir iki dere döküldüğü için koya bu ad verilmiş. Habbele Koyu’nu geçiyoruz. Adı, üzüm tanesi anlamına gelen ‘Habbe’den alıyormuş. Goçay bağlarını geçiyoruz. Hakan, tek motorlu uçakların indiği havaalını’nı gösteriyor bize.
Osmanlı kayıtlarda, Bozcaada ‘Boş ada’ olarak geçtiği için ‘Bozcada’ adını aldığı söyleniyor. Bozcaada susuz dedik, tam karşısındaki Gökçeada aksine, doğal su kaynakları bakımından dünya 4. Ada, Ege’de birinci ada.
Bozcada’nın muhteşem doğa güzelliği yanında, insanlara doğa dostu en temiz enerji olan Rüzgar Enerji Santraller (RES) ile de katkı veren bir ada. İçimden; iyi ki, dereleri yok, yoksa Hidro Elektrik Santraller ile, yani HES’lerle doğa düşmanları 3 kuruşluk enerji için Bozcaada’nın da içine ederlerdi.
Bozcaada RES’lerinin türbinleri dünyanın en sessiz türbinleri. Görsel kirlilik de yok, çünkü 9 km’lik hava hattı yeraltına alınmış. RES türbinleri adeta enerji gülleri benim için.
Kurulu gücü 10.2 mw. Enerji 29,88 Gwh?yıl. Türbin sayısı; 17. Kule Yüksekliği (h): 44 metre. İşletmeci BORES) Bozcaada Rüzger Enerji Santralı). Üretime başlama yılı; 2006. İşletme süresi; 20 yıl. Denetim; EİE (Elektrik İşleri Etüt İdare Genel Müdürlüğü).
Yaklaşık, 30 bin kişinin elektrik gereksinimini karşılıyor. Doğa ve doğana dost bir enerji projesi, çünkü RES’te türbin başına aynı enerjiyi üretecek olan bir Kömür Santraline göre 82 bin ağaca eşdeğer oksijen tasarrufu sağlanmaktadır. Yani, diğer bir ifadeyle 17 türbin 1 milyon 400 bin ağaçlık bir orman yaratmış oluyorsunuz.
‘Su akar,Türkler bakar’ gibi aptalca bir söylemle HES’leri savunmak bence doğaya ve doğana ihanettir. Bir çift sözüm de sözde ekolojist doğa severlere. RES türbinleri; Rüzgarın beklenen süratinden farklı şekilde; aralıklarla ve beklenmeyen yönlerden gelen şiddetli hava akımı, çalkantı (Fr. Türbülans) yarattığı için göçmen kuşların göç yollarını bozuyor diyerek HES’çilere ve Nükleercilere çanak tutmaları anlaşılır gibi değil.
Bozcaada’da Köy yerleşimleri yok, fakat Bozcaada’ya özgü taş evler zamanla çiftlik evlerine dönüştürülmüş. Genellikle bu taş evli çiftlikleri Ankaralıların edindiğini görmem ilginç geldi bana.
Bozcaada’nın etrafı adacıklarlar dolu demiştim ya, bunların en büyüğü Tavşan Adası. Tavşan adası’nda 2 bin tavşan varmış ve bu ada 10 milyon dolara saltığa çıkarılmış.
1948’de kurulmuş Talay Şarap Fabrikası’ndayız. Öğrendik ki, şarap fıçıları dünyada sadece Fransa’da üretiliyormuş. Kendine özgü tat kattığı için meşe ağacından yapılıyormuş.
Mitolojiye göre Dionysos, Zeus ve Semele adlı bir prensten olma. Bahar gelirken en narin çiçeklerden dev ağaçlara dek tüm bitkilerin canlanıp, meyve verip, çiçek açmasını sağlayan özsularının tanrısı olarak görev yapmaya başlamış. Günlerden bir gün Dionysos bir mağara kenarından üzümleri toplamış ve onları ezerek altın kaplarda sularını toplamış. Mağarada mayalanıp, şarap haline gelen bu sıvıdan içenler rahatlayıp, sorunlardan uzaklaştıklarını, neşelenip, gevşediklerini, cesaretlerinin ve özgüvenlerinin o anlarda arttığını hissetmişler.
Dionysos bu olay sonrası şarap tanrısı olarak tanınmaya başlamış. Dionysos sevdiği insanları alkolle rahatlatıp, güzel konuşmalar yaptırtırken; sevmediği kişileri bu sıvının etkisi ile kavgacılık, dengesiz ve densiz hareketler, şiddet, kıskançlık, hüzün, başkaları karşısında rezil olma kendine ve çevresine zarar verme davranışları ile cezalandırıyormuş.
İşte bu Dionysos bir başka mitolojik söylenceye göre, gemileriyle Bağdat’tan asma kütüğü kaçırtmış ve Bozcada’ya getirmiş. Dünya’da şarapçılık Bozcaada’dan yayılmış.
Saat 15.41. Gemi kalkışına dek herkes bağımsız. Sevgili kızım Ececan Çorbacıoğlu ve sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu takı almak için Rum mahallesine takıldılar. Ben onları Çınar altındaki ‘Çınar Cafe’de bekliyorum. Tam karşımda, Bozcaadaspor futbol takımı ve bitişiğinde, Çanakkale 18 Mart Üniversitesine bağlı Gökçeada Meslek yüksek Okulu’nun Seyahat-Türizm ve Eğlence Hizmetleri bölümü var.
Yani Bozcada’da bir yüksek okul var. Aslında ilginç ve ilginç olduğu kadar faydalı da, çünkü ben pıtrak gibi Yüksek Okullar açılmasından çok, yöreye özgü Yüksek Okullarının açılmasını öteden beri savunanlardanım. Örneğin buradaki gibi, Artvin Arhavi’de de; Balıkçılık ve Çay Meslek Yüksek okulu açılabilirdi, hatta denizcilik..
Bozcaada çok titiz bir ada; titiz ve temiz. Belediye kesin naylon poşeti yasak etmiş. Herkesler bu duyarlılığı gösterebilse ya..
Kadriye ve Ececan geldiler, Çınaraltında çaylar içildi, söyleştik. Kısa bir dinlenmeden sonra, geminin kalkış satının geldiğini fark ettik. 10 Ağustos 2012’nin saat 17:00’si nefes nefese gemideyiz. Şapkacı çocuk Yusuf Koç’da orda. “Hiç sattın mı?” diye sordum, yüzüme adeta ‘aldın mı ki, satayım’ dercesine baktı, yanıt vermedi.
Yusuf’un annesi bize, biz de martılara tebessüm ederek ve de onlara el sallayarak Geyikli’ye doğru yol alırken, yorgunluğumuzu dinlemeye başladık.
Böylesi tatlı yorgunluk dinlemelerini, fazlasıyla yaşamak istiyorsanız, geyik yapmayı bırakın, Geyikli’ye ve oradan da Bozcada’ya geçin, görün ayak tabanlarınızın altındaki coğrafyamız cennetinin izdüşümlerini.
Yorumlar
Yorum Gönder