ALANYA, MANAVGAT VE SİDE
26 Nisan 2014
Hiç yazmadığım bir yere gitmek için Tınaz Tepe Sokak ta Taksi bekliyoruz. Daha doğrusu hiç gitmediğim yere gitmek için… O hiç gitmediğim yer Alanya. Seyran taksi gelmeyince, geçmekte olan Bülbül taksiye binerek Aşti’ye doğru yol aldık. Genç bir sürücü, adı Onur Çolak; babası rahatsızlandığı için taksiye çıkmış. Hacettepe mezunu, bilgisayar mühendisi, Türkiye Petrollerinde çalışıyor, fakat Petrol yasasındaki son değişiklikten haberi yok.
Hemen vatan hainliğine başladım; “Önce babana yardım ettiğin için seni kutluyorum, fakat çalıştığın kurumla ilgili yasa değişiklik konusunda bihaber olmanı eleştiriyorum. O yasa, Osmanlı dönemi yasaları gibi ‘Kapitülasyonlar’ sürecini başlatacaktır. Artık yabancılar istedikleri gibi maden ve petrol, doğalgaz arayabilecekler. İşin özü her şeyi satarak ülke ekonomisini büyüttük diye yutturanlar, gezi parkı eylemlerini fırsat bilerek bu satışı da gerçekleştirdiler… Aştiye kadar vatan hainliğimi sürdürdüm. Aldığım yanıt “Söz ağabey , o yasayı inceleyeceğim” oldu.
7 Temmuz 2013 Saat 11.30 Kamil Koç ile Konya yolu üzerinden Alanya’ya akmaya başladık: Gölbaşı, Kulu, Cihanbeyli, Altınekin, Konya, Selçuklu, Karatay, Meram, Çayırbağı, Sefaköy sapağı, Çavuş, Gevrekli, Seydişehir, Tınaztepe mağaraları, Antalya İl siniri, 1865 rakımındaki Alacabel dağları, Yarpuz (Yarpuz bitkisiyle ünlü), Belşehir sapağı, Akseki Sapağı, Geriş, Murtiçi, Gökçebel, Güçlüköy, Kayalar, Gündoğmuş sapağı,
Gençler; Taşkesiği, Karpuzçayı, Nifrit çayı, Manavgat çayı, Manavgat, Sorgun titreyen Göl sapağı, Sulek Köyü, Hacıobası, Kızılot, Çenger, Örenşehir, Okurcalar (Alarahan burada), İncekum, Afsallar, Kargı çayı, Türkler, Payallar, Konaklı, Elikesik, Sarapsa, Güzelbağ, Devren Tüneli ve Alanya..
Akseki’ye indiğimizde, 8 Temmuz 2013’ün şafağı sökmüştü. Ordan itibaren, elimdeki cep telefonuyla denize, yani Akdeniz’e inişi görselledim. Fakat hiç uyumadığım için, aniden kendimden geçip telefonu düşürüyorum ve yolcular küüüüt sesiyle irkiliyorlar. Karpuz çayı ve Çenger çayı arasındaki D695 Karayolundan ve de Alacabel’in çam çeşitleri arasından süzülerek, sabahın 07:00’sinde, denize, Akdeniz’e inmek insanı müthiş mutlu ediyor; sen, yol ve doğa ve de deniz, Akdeniz insana mutlulukların en mutluluğunu yaşatıyor.
Manavgat’a tam 30 yıl sonra geliyorum, çok güzel bir otogarı var, hafif tepenin üzerinde tüm yollara, dahası yolculara selam veriyor. Manavgat bir çay kenti, Rize gibi değil, çünkü burada çay yetişmez, barda dünyanın sayılı şelalesi olan Manavgat Şelalesi’nin olduğu Manavgat çayı yetişir. Çay kentin ortasından geçiyor ve Kızılağaç’ın hemen yanından Akdeniz’e dökülüyor. Bilmiyorum sattılar mı, Manavgat çayının suyunu, İsrail istiyordu. Motorlar çalışıyor, deniz ve şelale’ye dek. Bence Manavgat çayı, şelalesi ve Manavgat Barajı arasında Sen nehirli Paris benzeri kent kurulabilir.
Karpuz çayı ve Çenger çayının beslediği Kızılağaç ve Kızılot noktasında Akdeniz’in maviliğin izlemeye başlıyorsunuz; Yeşilköy, Afsallar, Türkler, Konaklı, Elikesik ve Alaiye, yani Alanya’ya ulaşıncaya dek. İnanın Manavgat ve Alanya arası beldelerdeki siteler ve oteller, yazlık evler Manavgat ve Alanya’yı birleştirmiş ve 57 km’lik sahili olan devasa bir kent yaratmış. Daha doğrusu, dünyanın en uzun sahil surlarını.
Ve 8 Temmuz 2013’un ve sabahın 8’inde Alanya’dayız. Öğretmen evi, otogarın hemen karşısındaki; biraz gittin mı Mehmet Akif Ersoy, biraz daha gidince Hoca Ahmet Yesevi olan, Şeyh Şamil caddesinin bir alt paralelindeki Atatürk caddesi üzerinde, Öğretenler evi ve Sümbül sokak arasına konuşlandırılmış.
Mersin’deki Öğretmen Evi’nden sonra en güzel Ö. Evi; sağında yem yeşil Canım Öğretmenim Parkı, karşında yemyeşil Palmiyelerle bezeli sahil bandı, onun karşısında altı sarısı kumsal, onun da karşısında alabildiğine Akdeniz’in sonsuz maviliği. Yeşil, sarı, mavi(YSM) bir coğrafyada bu kadar güzel durur, o coğrafya da Alanya, kısacası Alanya’da YSM’ek çok güzel, burada yaşayanlar çok şanslı.
Yorgunluk nedeniyle odamıza çekildik, fakat Ececan çekilecek gibi değil, çünkü ille de denize girecek kahvaltımızı yaptık ve doğru Öğretmen Evi’nin karışsındaki Plaja indik. Deniz ve de kumsal, değil 8 saatlik yol yorgunluğunu, adeta bir senelik kent yorgunluğumuzu aldı. Gördük ki Antalya’nın koyları yok; Alanya Antalya körfezinin doğusuna yapışmış, koysuz, fakat köylü, yanı koyu yok, köyü çok bir güzel.
Bu güzelin Akdeniz’e uzanan ‘benim burnum kadar olmasa da’ bir burnu var, ben üzerinde Alanya Kalesi’nin olduğu bu yarımada’nın adını Kale Burnu koydum, bu burnun doğu ve Batısında kalan iki girintiyi koy sayar isek iki koyu var diyelim. Doğu koyuna eski Alanya, batı koyuna yeni Alanya konuşlandırılmış.
Bamyacı: Bamya satan kişi olduğunu düşündünüz değil mi? Yoo, öyle değil…O zaman ne olduğuna bakalım;
Akşam, Öğretmenevi önündeki Atatürk caddesinde başlayan ‘Kapalı Yürüyüş Yolu’ndan-ki, kapalı olmaktan çıkmış, dahası yaya yürüyüş yolu olmaktan çıkarmışlar Mypet yarış pistine dönüştürmüşler- Altınsarısı plajlarından ilki olan Alaaddin Plajını izleyerek, Aroma Hotel’den Güzelyalı caddesine indik, Alanya Müzesi önünde başlayan Damlataş caddesinden, Kuyularönü Camii’nden İskele caddesindeki, Kızıl Kule (Etnografya Müzesi) yanındaki; 1941’den beri var olan ‘Bamyacı Dondurmacının’ yerine ulaştık. Evet. Antalya’nın ‘Yanık Dondurması’ varsa Alanya’nın da ‘Bamyacı Dondurması’ var.
Bamyadan yapılan dondurma sanılmasın; 1941 yılında Kemal Bamyacı (Vefatı; 2002’nin 7 Temmuz sabahı 08:00 diyor Nizam Uslu) tarafından bulgulanmış. Ünlülerin uğrak yeri olmuş. Örneğin Bülent Ecevit, Turgut Özal, Adnan Kahveci, Zeki Müren, Ayşeci (Zeynep Değirmencioğlu) v.d’nin bu uğrak yeri, İskele caddesi (Kızıl Kule yanında) 88 numarada küçük bir dükkan. Şimdi oğlu Zihni Bamyacı işletiyor. 15 yıldır da Nizam Uslu bakıyor, yanında da küçük şirin kız, Ayşegül Özen var.
Muzlu dondurma kalmamış, sadesini ve çileklisini yedik, kağıt helva içinde. Benim için çocukluğumun Samsununudaki ‘Lux dondurmacı amcanın’ sakız dondurmasından iyi değildi. Nizam’a ‘dağlardaki doğal otlarla beslenen Keçinin sütünden yapılıyormuş’ dediğimde, itiraz etti ve kartı uzattı, ben de sözü uzattım; “Benden bunun tarifini saklama, ben de sana hamsi dondurmasının tarifini vereceğim” dedim ve kendisiyle birlikte müşterilerle epey güldük.
Israrla, Keçi sütünden yapılmadığını, ticari kar amacıyla uydurulduğunu, asıl buna tadı verenin ‘tespih tanesi şeklinde dizilmiş olarak gösterdiği’ orkide cinsi salep olduğunu söyledi. Bana verdiği kartvizit’te şunlar yazılı idi: “Torosların zirvesinden toplanan salepler-Günlük inek sütü-Taze ve doğal meyveler-1941’den gelen tecrübe ile birleşerek oluşmaktadır. Kemal Bamyacı”. Sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu şunları söyledi; “Çocukluğumdaki tadı yok, eskiden bu dondurmanın Keçi sütünden yapıldığını söylerlerdi, belli ki, Keçi sütü bulunamıyor; doğrusu bu nedenle böyle söyleniyor olabilir.”
Allaha ısmarladık derken, bana beklemem için işaretini çaktı. Biraz sonra içeriden üç külahla geldi ve şunları söyledi, ‘Bu Bamyacı’nın özel çeşidi; Keçi sütüyle değil, keçi boynuzu pekmezinden ve cevizden yapılan dondurma’ Gerçekten nefisti. O güzelim Altınsarısı plajların adeta kendi içinde parçalandığına değinmek isterim.
Evet; 500 metrede bir Plajların adı değişiyor; Kleopatra Beach/plaj, Palmiye Beach, Sunpark Beach gibi), 100. Yıl Atatürk parkı önündeki Damlataş Plajına, oradan da Damlataş caddesine geçtik (Damlataş plajının adı, Damlataş mağara girişinde, Damlataş Kleopatra plajı adını almaktadır. Kale Burnu’nun doğu yakasında da durum aynı, yani eski Alanya’da da, cadde adları ve plaj adları değiştirilmiş (Bu Alanya’ya özgü bir şey değil, tüm kentlerimiz için geçerli).
Atatürk Bulvarı, Tenekeci Turgut sokaktan sonra Ahmet Tokuş Bulvarı’na dönüştürülmüş, ta ki Oba Çay’ndaki Mersin Yoluna dek. Yakındır Mersin Yolunun da caddeleşmesi. Neden Mersin yolu caddeleşsin? Çünkü, Gazipaşa ve Alanya arası tüm beldeler, Manavgat Alanya arası gibi, site ve otellerle birleşmek üzere. Kale Burnu’nun doğu yakasındaki Alanya Limanı’nın karşısındaki Rıhtım caddesi önünden itibaren Kumsal Halk Plajı başlıyor.
Oh be Halkımın da plajı oldu derken, Kleopatra Plajı başladı erken. Ahmet Tokuş Bulvarı boyunca Kleopatra resmen otel ve hotellerle paylaşılmış. Günlük gazeteleri tarıyorum: Atatürk ve silah arkadaşlarının ve Başbakan Celal Bayar ile birlikte, 1937’de olası savaş planları yaptığı, Uşak’ın Eşme’ye bağlı Takmak köyündeki ağaç 2009’da ‘Anıt ağaç’ ilan edilmiş, fakat bugün kurumaya terk edilmiş.
Şimdi bu haber mi, yani? Sen biliyor musun, 2 bin lider hakkında 18 yıl boyunca araştırma yapan Amerikalı Psikiyatr Arnold Ludwig’in bu liderler arasından seçtiği 377 devlet adamı/lider içinden en büyük lider olarak Atatürk’ü seçtiğini? Golda Meir 12, Kennedy 15, Churchill 22, Fidel Castro 23, Nehru 25, Lenin 28, Roosevelt 30 Ve Atatürk 31 puan almış.
İşte böylesi evrensel kimliğin 2002’den bu yana sürekli itibarsızlaştırılmaya başlandığını, devrimlerinin aşağılandığı, yarattığı Cumhuriyet kurumlarının sürekli satıldığını gömemezlikten gel, sonra da utanmadan altında oturduğu ağacın kurutulduğunu söyle; Türkiye cumhuriyetini kurutlar be, Türkiye’yi, Türkiye’yi!! Adamlar resmen 10.Yıl Marşı okunurken ayağa kalkmıyor, Türk Bayrağı üzerinde namaz kılıyorlar.
Önlerinde Türk Bayrağı geçerken, bırakın ayağa kalkmayı bakanı ve valisi alkışlamıyor bile. Yetmedi, gezi parkı aktivistlerine pala ile saldıran faşist AKP’liyı gözaltına alma, Türk Bayrağı taşıyanı içeri at, yazılı ve görsel basını ele geçir, yandaş hale getir, ardından ‘Halk TV, Sözcü ve Ulusal TV’nin yayın yaptığı ülkede basın özgürlüğü yok dersiniz’ deyiver, ardından gezi parkı aktivistlerinin 5’ini Toma ile, gaz kapsüleri ve plastik mermilerle katlettir, sonrasında Mısır’daki eli kanlıları, lanetleyerek delikanlılık yap.
Bitmedi; NTV’nin demokratik Gezi aktivizmi aleyhinde yayın yapması nedeniyle yayın politikasına karşı duruş sergileyen Galatasaray’ın ulusal takım basketçisi Cem Akyol’u Tanseviç aracılığıyla ulusal takıma aldırma, fakat Gezi Parkı eylemlerinin Ermeni oyunu olduğunu söyleyen Riza Kayaalp denen besleme güreşçi’yi ödüllendirircesine, Akdeniz Olimpiyatlarında bayrak taşıt.
Başbakan yardımcısı Beşir Atalay; “Bizim, birileri gibi ‘faili meçhulumuz’ yok derken; Gezi Parkı aktivistleri(ne o fenana mı gitti? Sen bölücülere aktivist demedin mi?) Ali İsmail Kokmaz’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Abdullah Cömert v.d’nin katillerini meçhul bırak.
Ben Şevket Çorbacıoğlu, bir inşaat mühendisi olarak AKP gibi düşünmüyorum, fakat Jeofizik Mühendisi Şevket Demirbaş, AKP gibi düşünebiliyor; ”TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şevket Demirbaş, Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu’nu ziyaret etti.
Demirbaş; Alanya Belediyesi’nin yapılaşma konusunda zemin etüdü, Jeoloji ve İnşat Mühendislerinin multidisipliner (bilimsel veya teknik alanda birden fazla bilim dalının bir arada kullanılması demek istiyor) olarak çok güzel koordineli çalıştıklarını söyledi.
Yapılan çalışmalar sonucunda çok sağlıklı ve düzgün binaların ortaya çıktığını belirten Demirbaş, Alanya Belediyesi’nin uygulamalarını her zaman başka belediyelere örnek olarak gösterdiğini söyledi..” ‘Demokrasi gereği saygım var’ lafını bende çok kullanırım, fakat her zaman kullanmamak gerekir, örneğin Şevket’in yağdanlıklı duruşu durumlarında. Bir kere, Demirbaş Jeoloji ve İnşaat mühendislerinin alanına girmek için böyle konuşmamalıydı, çünkü Alanya’daki yapılaşmadan, en sıradaki insan bile şikayetçi, nedeni deprem bölgesi Alanya’da temel seçimleri deprem yönetmenliğine son derece aykırı olması. Tanık oldum.
Sıvılaşmaya müsait bir zemine sahip Alanya’da radye temel esas alınması gerekirken tekil temeller üzerinde yapıların yükseldiğini görüyoruz. Aksine Manavgat bu konuda daha duyarlı. Siz nasıl Şevket Demirbaş gibi düşünebilirsiniz. Düşünün; 3. Boğaz köprüsü için, Anadolu ve Avrupa yakasında toplam 245.120 ağaç kesiliyor ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, hiç utanmadan yerine 5 kat fidan dikilecektir diyebiliyor.
İyi de, kes, kes ve yapılaşmaya aç, bitir orman dikim alanlarını, sonrasında nereye dikeceksin; örneğin, Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nin %40’a yakını yok edildi, yani 1937 yılında 55 bin 539 dekar olan arazi, 33 bin 256 dekara düştü, özellikle 1994 sonrası, katlı kavşak döneminde, sadece başbakanlık binası yapılacak diye 10 bin ağaç kesildi.
Alanya; Antalya Körfezi’nin doğusunda bir cennetin izdüşümü adeta. Antalya Körfezi’nin doğusunda yer alan, tarihi, doğası ve doğanıyla varsıl bir kıyı kenti. Özellikle doğal kumsalları bir harika. Narenciye ve muz bahçesiyle tam bir cennet. Turizmin, en yoğun olduğu ilçelerin başatı.
9 Temmuz 2013, saat 12.30 Alanya Arkeoloji Müzesi’ndeyiz.1967’de açılmış. Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait bronz, mozaik, pişmiş toprak, cam ve mermer buluntularla, zengin kül kutuları ve sikke koleksiyonu yer almanın yanında, Selçuklu-Osmanlı dönemi, dahası Türk İslam dönemi yapıtlarına yer verilmiş.
Şahin ve Leyla isminde Tavus kuşları antik çağdan kalma değil, 15 yıldan fazla buradalar, yani M.S 1995’lerin ürünü; harika şeyler. İnsanlara alışmış, mısır koçanı vermişler. Öylesine düzenli yiyorlar ki taneleri sıralı olarak, benim diyen insanlardan daha görgülü olduklarını gözlemliyorsunuz. Birbirilerini görmeyince çığlık atıyorlar ve etrafı ayağa kaldırıyorlar. Alanya’da nedendir bilinmez Her bahçede olmasa da bazı yerlerde Tavus kuşu çığlıklarına rastlanıyor.
Pegasus heykeli; yarı at yarı insan, M.Ö 1 VE M.S 2. yüzyılda yaşadığı söylenen bir efsane yaratık, Gazipaşa’da bulunmuş.. Bir akademisyen çift ile konuşuyorum; imitasyon olduğun söylediler, onlara göre antik objelerin çoğu dışarıda.Heraklas (bildiğimiz Herkül)’in mitolojik öyküsü: “Tanrıların tanrısı Zeus’un ölümlü Alkmene’den dünyaya gelmiş Herakles.
İnsanın doğaya karşı yenilmez saldırma ve dayanma gücünü simgeler. Mitolojik kahraman Herakles'in ‘tanrıların yaşıyor olduğuna inanılan ‘Olimpiya'da dayanma gücünün ölçüldüğü yarışmalara katılarak kazanmasının sonucunda Olimpiyat oyunlarının doğduğu söylenir. Zeus’un kıskanç karısı Hera’nın, kin ve nefreti doğumundan ölümüne dek Herakles’in peşini bırakmaz. Herakles, yarı tanrı fakat aynı zamanda ölümlü bir insandır ve üstelik köledir.
Tanrı vergisi bir güce sahip olmasına karşın gücünü kullanmayı ve kahraman olmayı. Karıştığı olaylarda gücünü dizginleyemez ve sürekli suç işler. Kendisine yöneltilen suçların cezası olarak, her yıl ayrı bir iş olmak üzere, on iki yıl sürecek hizmetlerini başarırsa ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Yalnız kollarının gücünü kullanarak ve silah olarak elinden hiç ayırmadığı topuzu ile her bir ayrı bir efsane konusu olan maceradan maceraya koşar. Yontularına da yansıtılan elindeki post, Nemea aslanını kollarının arasına alıp boğduktan sonra edindiği zırhtır.
Yaptığı işler hep insanlığın yararına olan Herakles tüm zorlukların üstesinden gelerek ülkesine döner fakat kötü kaderi peşini bırakmaz. Ölümcül bir iksire bulanmış gömleği giyince korkunç acılarla yanmaya başlar. Acılardan kurtulmak için oğluna buyruk verir ve bir odun yığını hazırlatır, yanarak ölür. Zeus, bu trajik sona müdahale eder Herakles’i kaçırıp götürür; bir daha insanların arasına dönmeyen Herakles Hebe ile evlenir ve ölümsüzlüğe kavuşur.“
Hasan Sipahıoğlu Alanya’nın belediye başkanı. Yıllarca ANAP’tan başkan seçilmiş. Geçen yıl AKP’YE geçmiş ve geçer geçmez Alanya’ya para akar olmalı ki, Alanya’ya hizmet gelmeye başlamış. Burada şu akla geliyor; ille de AKP’li mı olmak gerekiyor, o kentin hizmet alması, pardon kaynak aktarımı için. Örneğin Marmaris bu kadar şanslı değil çünkü Belediye Başkanı CHP’li.
Belli ki kente hizmette esas iktidar yanlısı olmaktır. Değil etik, hiç de ahlaki değil; ‘benim adamımı seç, hizmetimi al’ izlenimi yaratmak. Unutulmasın, bir dönem ANAP içinde birileri hiç gitmez, Özal yaşadığı sürece ANAP yaşayacaktır’ dediğini. Sipahioğlu da, adeta “Ben ülkeyi tüccar gibi yöneteceğim” diyen R-cep gibi yönetiyor: Sahil bandını plaj için satmayı bırak kaldırımları satmış. Alanya gazetesi manşetten verdi 9 Temmuz sayısında “ Ginger Mypet terörü” diye.
Mypet; Ginger (Zencefil) denen, saatte 20 km hız yapabilen 3 tekerlekli çağın tek kişilik bisikleti. Her 300 metrede bir sıralı Mypetler, başlarında gençler, kiraya veriyorlar. İnanın kaldırımda yürümekten korkuyorsunuz, nereden çıkıp çarpacaklar diye; adeta palmiye ağaçları arasında slalom yapıyorlar ve de hız. Bunlar yetmiyormuş gibi motorculara ve bisikletçilere kiralamış, kaldırımları. Siz gelin de bu kaldırımlarda yürüyün. Samsun’da yıllar önce Kumluğu anımsattı bana, fakat orada halk rahatsız edilmezdi, çünkü yola, hele ki kaldırma çıkmak kesin yasaktı. Kısacası Alanya’da Kamu iyeliğindeki tüm alanlar; kamu, denizi, parkı ve kaldırımları ile satılmış; gel de dinlence yap.
Saat 13. 30 Damlataş Mağarası’ndayız. Belediyenin bir diğer duyarsızlığı, kişi başı ücret alabildiğine pahalı olması. Saat 14.30¸Belediye otobüsüyle Alanya kalesine tırmanıyoruz. Otobüs yarım saatte bir, Damlataş mağarasını önünden geçen Damlataş caddesinden kalkıyor. Otobüsün Atatürk caddesi ve Atatürk bulvarından geçmemesi eksiklik. Damlataş caddesinden önce Helvacılar caddesine, ardından kale caddesine tırmanarak Tophane ve Hisariçi mahallesine, oradan da Bedestan çıkmazına ulaştık, 10 dakikada ve yaya olarak Alanya Kalesinin İç Kalesi’ne geçtik.
Alanya kalesi 3 kısımdan oluşuyor; “İç Kale, Orta Kale(Hisariçi ve Dış kale(Tophane-Doğu ucunda Kızıl Kule var). İç Kale, sarnıçlarla örülü. Selçuklu sarayı güneydoğu ucunda, Kuzey batı ucunda freskli avlu var. Yine Bizans Kilisesi(Aya Yorgi/Hagios Gergios Kilisesi, M.S:6.yy’da, dehlizler ve koğuşlar burada. Geçmişi Helenistik çağa dek uzanır. Denizden 250 mt yüksekliktedir. Benim Kale Burnu dediğim, fakat yarımada diye adlandırılmış çıkıntı üzerinde ‘Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat, M.S:1221 yılında Alanya’yı alınca, Kaleyi yeniden inşa ettirmiş. Sur uzunluğu 6,5 km. 83 kulesi ve 140 burcu var.
Kale’de Bizans ve Hıristiyanlık dönemi izlerine de rastlıyorsunuz, sarnıç ve Kilisesiyle. Anlaşılabileceği gibi kalenin geçmişi onlara ait; Selçuklu ve Osmanlı dönemi onlardan sonra başlıyor. 400 sarnıç bulunuyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde, içkalede yapılan 2’si hala kullanılıyor. Kalenin 3 bölümünde, Selçuklu döneminde yapılan; Kızıl kule. Kızıl kule 1236’da 1. Alaaddin tarafından, Sinop kalesini yapan Halepli yapı ustası Ebu Ali Reha El Kettani’ye ‘sekizgen planlı olarak’ yaptırılmış.
Pişmiş kırmızı tuğladan inşa edildiği için bu adı almış; 35 mt uzunluğunda, 29 mt çapındadır. Ve şimdi zemin katında;Toroslar’daki Yörük Türkmen kültürü ile birlikte, Alanya yöresine özgü yaşam kültürünün sergilendiği Etnografya müzesi var. Akşebe Sultan Mescidi ve türbesi (1230), Mecdüdddin sarnıcı, Hamam (1. Alaaddin tarafından..), adını, Selçuklu döneminin inşaat ustası Ehmedek'ten aldığı söylenen Ehmdek Kompeksi (Orta kale), Sultan Sarayı, askeri kışla ve Tersane(Selçuklu tersanesi 1228’de inşa edilmiş.
56,5 mt uzunluğunda ve 44 mt derinliğinde) yapılarıdır. Osmanlı döneminde ise; Deniz feneri(1720, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kalenin güney ucunda inşa edilmiş işlevini koruyan fener.), Adam Atacağı (Kalenin Kuzey Doğusunda, denizden 250 mt yükseklikte. Mahkumlara 3 taş attırılır, bunlardan biri denize ulaşırsa affedilir, aksi taktirde çuvala konur ve 250 mt, yükseklikteki kaleden aşağı…
Günümüzde bu olay dilek taşı atma geleneği olarak yerli ve yabancı turistler tarafından sürdürülmektedir), Emir Bedruttin Camii (Hemen yanındaki Andız ağacından adını alan, Andızlı Camii). 1227 Süleymaniye Camii (Bir adı da Kale Camii olan camii 1231’de 1. Alaaddin inşa etmiş ve sonrasında Kanuni tarafından büyütülmüş), Bedesten ve Arasta(çarşı-14, 15.y’da Karamanoğulları tarafından) inşa edilmiş yapılar mevcüttür.
Alanya Kalesi’nin halk arasında anlatılan ilginç bir öyküsü var. Öyküye göre, Alanya kalesini Alaattin Keykubat savaşmadan teslim almış. Kale Bizanslılar tarafından müthiş korunuyormuş; asker ve silah bakımından da çok güçlü imişler. I.Alaaddin Keykubat, kale çevresinde ve yakınlarında başıboş dolanan binlerce Keçi görmüş. Askerlerine bu yabani Keçileri toplatmış.
Hepsinin boynuzlarına ikişer meşale bağlatarak kaleye doğru yüzdürmeye başlatmış. Bunu gören Bizans komutanı; “Türkler 10 binlerce askere denizden saldırtıyor, karadan da saldırıya geçmeden kaleyi boşaltalım” korkusuyla kaleyi teslim etmiş. O günden beri kale çevresindeki keçiler asla yakalanıp kesilmemeye başlanmış, çünkü kale çevresinin keçileri kutsal görülmeye başlanmış.
Bu öyküyü, ‘Kıbrıs Gezi Turu’nun da sahibi olan ve Alaaddin Keykubatın’da Mardinli olduğunu söyleyen, Mardinli Ömer Tezdönen anlattı. Ömer; Gezi Parkı eylemleri yüzünden İngiliz, Fransız ve Amerikalı gelmediğini, çünkü batı, Türkiye’de iç savaşın çıkacağını pompaladığını, ancak Rusların ve Almanların geldiğini de söyledi.
Bende kendisine; çelişiyorsun, neden Ruslar ve Almanlar geldi de, ABD’liler, İngilizler ve Fransızlar gelmediler? Dünyanın en büyük dergisi olan Forbes’in Türkiye Gezi Parkı Turları düzenlediğini biliyor musun? Türkiye’ye batılların gelmemesindeki temel neden, Tayyip’in tiranlığı, insanları çapulcular diye aşağılaması, terörist damgası vurması ve gezi aktivistlerini öldürtmesi..
Tüm bunlardır, şimdi de çıkmış, esnafı hakla karşı-karşıya getiriyor, tencere tava çalanları halka ihbar edin diyerek, toplumu karşı karşıya getiriyor. Dahası iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Ömer, ‘galiba haklısın, ağabey’ diyerek, Tura katılacak Amerikalı ve Fransız çitinin otelden alınmaları için sürücüyü uyardı.
Türkiyenin en uzun kumsallarına sahip Alanya tarihi ve doğasıyla anlatılması zor bir varsıllığa sahip müthiş bir kent. Diğer tarihi ve doğal varsıllıkları:
Alara Han Kervansarayı: ALara çayından 15 km içeride 1232, 1. Alaaddin tarafından inşa ettrlmiş. Alara Kalesi; 1232 yılında 1. Alaaddin Kekubat tarafından 200 metreden başlayıp, 500 mt yüksekliğe dek uzanan sarp kayalıklara yapılmış kale.
Şarapsa (Şerefza) Han Kervansarayı: 1. Alaaddin Keykubat’ın oğlu ll.Giyasettin Keyhüsrev tarafından 1236-46 yılları arasında 850 m2’lık alana yaptırılmış.
Sinek Kalesi antik kenti: Alanya’nın 7 km kuzeybatısında, Elikesik köyünde geniş bir alana yayılmış.
Laertes antik kenti: Alanya’nın 25 km doğusundaki Mahmutlar köyünde bulunuyor.
İoatepe antik kenti: Alanya’nın doğusunda Gazipaşa’ya yakın antik kent adını; Kommagene kralı IV. Antiochus’un karısı İoatepe’den alıyor.
Syedra(Syhedra) antik kenti: Varlığını, M.S: 7-13 yy arasında sürdürmüş, Alanya’nın 20 km doğusunda bir antik kent.
Damlataş Mağarası: 1948 yılında bulunmuş. Alanya kalesini hemen altında, 50 mt uzunluğumda, 15 mt yüksekliğinde. M.Ö: 20.000-15.000 arasında oluşmuş. %100 astım hastalarına iyi gelen havas.
Korsanlar Mağarası: Kalenin aşağısında bulunan, rengarenk taşlardan örülü, 10 mt uzunluğunda, 6 mt genişliğinde, korsanların ganimetlerini sakladıkları mağara.
Aşıklar mağarası: Kalenin aşağısında 75 mt uzunluğunda, ganimetlerle birlikte, esir kızların saklandığı ve günümüzde su altı dalışının yapıldığı mağara.
İncekum Dinlenme ve Mesire Yeri: Alanya’ya 12 km doğusunda Avsallar Köyü ve Alara çayı arasında yer alır.
Kadıpınar Mesiresi: Alanya’ya 10 km mesafede Oba Çayı boyunca yer alıyor. 11 Temmuz 2013, dün gece başladı; Alanya plajlarına girilemiyor, çünkü deniz müthiş dalgalı. Komşumuz Fikret Otyamlara, yani Gazipaşaya gitmeye karar verdik. Biliyorsunuz, Fikret Otyam deyince, Gazipaşa, Gazipaşa deyince Fikret Otyam akla geliyor. Daha doğrusu Otyamlar, çünkü Fikret Otyam ve eşi Filiz Otyam yıllaaaar önce Gazipaşa’ya yerleşerek, Gazi Paşanın adını duyurmuşlardı. “Kim Otyamlar?” dersen “hade be!” derim.
Dolmuşa bindik ve merkez otogarına gideceğiz; Gazipaşa dolmuşları oradan kalkıyormuş. Oba Beldesi’nde indik, garajlara gitmedik . Gazıpaşa’ya 39 km kala dolmuş bekliyoruz.
Öğrendim ki, Alanya ikiye ayrılıyor; K.Ö ve K.S, yani Kale öncesi ve Kale sonrası diye. Biz şimdi doğu yakasındaki Kale sonrasındayız, yani kalenin olduğu yarımada’nın ‘benim kale burnu dediğim yerin’ sonrasında, işte burası eski Alanya, bizim kaldığımız Öğretmenevi’nin olduğu yer de, yeni Alanya.
Saat 11.51, Kestel’deyiz, Mahmutları geçtik G.paşaya 33 km var, Mersin’e 342 km.. Muz bahçelerini ve seralarını izleyerek ilerliyoruz; Ishaklıdayız, Demirtaş sapağını, Sedre çayını ve Demirtaş Sapadere Kanyonu tabelasını, Keşefliyi, Yeşilözü, İotape (Aytap) anti kenti ve Kayalar sapağını geçtik. Kayalar noktasından denizden uzaklaşarak içeri girmeye başladık. Sat 12.19 Kahyalar’dayız. Burada duble yol çalışması var, nedeni Kahyalara havaalanı yapılması.
Saat 12.20’de 22.300 nüfuslu Gazipaşa’dayız. Gazipaşa ile Kahyalar dümdüz bir alanda sera bahçeleri içinde kurulu sanki. G.Paşa ilçesi ve Kahyalar beldesi birleşmiş. Fikret Otyamları arıyoruz, inanmadım, Otyamları bilmeyen G.Paşalıya rastlamadım, fakat nerede kaldıklarını, nerde oluklarını bilmeyene rastladım.
Gazipaşa, bakımsız bir İçanadolu kenti gibi. Kent planlaması sıfır, kent yapılaması ve kent bakımı sıfır, ulaşım sıfır, elde var sıfır = G.paşa. Biz belli ki, G.Paşa’yı Otyamların büyüklüğü ile büyütmüşüz. Tek düzgün olanı palmiyeli caddesi. Otyamlar Gazipaşa’dan bu denli söz ettirmelerine karşın G.Paşa zerre kadar kendinden söz etmemiş, dahası kendinden söz ettirecek şey yapmış.
Belediyeden Celal (Cemal da olabilir) Çetin adında efendi mi efendi insanın dediğine göre yaşlandıkları için Antalya’ya göçmüşler, oturduklar Kaledibi’nden, 5 yıl önce. Gazipaşa’dan artık Otyamlar söz ettirmeyecek, Havaalanı söz ettirecek, çünkü, Havaalanı’nın yapıldığı Kahyalar Belde belediyesi mahalle olarak G.Paşa ilçesine bağlanacakmış.
Bilmem, şimdi ki Belediye başkanı CHP’li Cem Murat Özgeç tekrar aday olur mu?! Doğru, haklısınız, iktidar parasal katkı yapmaz ise Cem ne yapsın. Fakat Yapanlar var. Örneğin Manavgat Belediye başkanı CHP’li Şükrü Sözen.
Side ve Manavgat:
12 Temmuz 2013 günü de Alanya kıyıları dalgalı olduğu için, bu sefer Side’ye gitmeye karar verdik. Saat 10.52’de Öğretmenevi önünden geçen Manavgat dolmuşuna bindik, 12.15’te Manavgat’taydık. Saat 12.29, garajdan Side dolmuşuyla Side’ye geçiyoruz. Dolmuş sürücüsü Yozgatlı Osman Yüksel. 1993’ten beri Side’deymişler maaile. Babam rehber diyen Osman, Tarzancadan ileri 7-8 dil konuştuğunu söylüyor. Sevecen ve cana yakın, fakat paraya yakın olmadığı için hala dolmuş sürücüsü. İngiliz, Fransız yok, daha çok Rus ve Alman olduğunu, çünkü Gezi Eylemlerinin turizmi olumsuz etkilediğini söylüyor.
Ben de; her şeyin R-cep’ten kaynaklandığını, gezi eylemcilerini PKK terör örgütünden daha tehlikeli gösterdiğini, batının faiz lobisi denen Yahudi ve Ermen’i oyunu olduğunu söyleyerek siz esnafları galeyana getirmeye çalıştığını söyledim kendisine. Onayladı beni, “galiba haklısın ağabey”diyerek. Özellikle, R-cep “asla faiz lobisi emeline kavuşamayacaktır” demesine karşın faizlerin tekrar artırıldığını söylediğimde, benim gibi R-Cep’e tepki vermeye başladı.
Öğrendim ki, İngiliz, ABD ve Fransızlar Alanya’da Rus ve Almanlardan her zaman az olurmuş, çünkü büyük oranda Alman ve Rus Muratlı Beldesi’nde mülk satın almışlar.
Manavgat ve Side adeta birleşmiş, dünyanın en ilginç kenti olmuş, çünkü antik kent ve günümüz modern kenti adeta, bu iki kent ile harmanlanmış. Biraz anlamsız olacak, fakat CHP ve AKP burada yeniliği ve eskiliği harmanlamışlar. Anlayacağınız, Manavgat Belediyesi CHP’li Şükrü Sözen’de, Side Belediyesi AKP’li Abdülkadir Üçer’de.
Saat 12.43 Side’nin Kemer mahallesindeyiz. Kemer, sanki antik kentin içinde inşa edilmiş gibi duruyor. Burası Side’nin garajı, Osman bizim burada inmememizi, bizi halk plajına bırakabileceğini söyledi, çünkü Side antik kentinin önündeki tüm plajların halka kapalıymış. Belli ki bizim sıradan bir halk üyesi olduğumuzu anladı. Nasıl anlamasın ki, dolmuştayız. Para yakın değil demiştim, bizden fark almadı. Bıraktığı yerden halk plajına yürüdük; o da ne, halkımızın plajı da paralı. Her ne ise, denizi Alanya’nın batı yakasından çok daha sakin ve güvenli, çünkü insanlar adeta denizin üstünde yürüyor.
Kadriye Çorbacıoğlu için, müthiş sevindirici, onun sevinmesine Ececan ve ben de çok sevindik. 3 şezlong ve bir şemsiyemiz ile 17. 20’de denize girdik. Arka şezlong’daki adem laf attı ‘kız çocukları babacı olur, benim kızımda öyle; baba güneş kremi sur, şapkayı çıkarma..’ Baktım kızı yok yanında, fakat telofonu çaldı, belli ki kızına söylüyor; “Tamam, gölgedeyim, şapka bile kafamda..” Durduk yerde adem anlatmaya başladı; “Eskişehirliyim, Almanya’da çalışıyorum, yazlığım denize yakın olmadığı için, sürekli buraya geliyoruz, ötellere satmışlar tüm kıyı plajlarını, parası olmayan denize giremiyor..”
Bende tetiklemek adına; “Alanya’da belediye başkanı, AKP’li, iktidar olanaklarını iyi kullanıyor, kentiçi ulaşımı çözmüş, kent temiz, fakat, değil plajları, kentin kaldırımlarını bile satmış..” deyince, lafımı bitirmeden: “ Van milletvekilleri(AKP’li demek istiyor), çolaklı mevkiinde üniversite yapacağım yalanıyla 650 dönüm arazı kapattı, denize sıfır. Göstermelik üniversite binası yanında devasa tatil kenti kuruyormuş, Side Belediyesi bu olanağı tanımış adama..” fazla dinlemedim, çünkü bıkkınlık getirdi böylesi konuşmalar: “Öyle diyorsun, fakat dönüp onlara oy veriyorsun” sessiz düşüncemle, fazla uzatmadım sözü.
Saat 17.20’de kalktık. Jandarma sokağından (sahil yola, Yasemin sokak da diyorlar) yürüyerek, dahası, zenginlerin plajlarının olduğu Flamingo yolundan yürüyerek antik kentine saat 17.47’de ulaştık. Side bilindiği gibi, antik çağın en büyük liman kenti. Değil Anadolu’nun dünyanın sayılı en büyük Grek-Roma yapıtlarından biri olan ’15 bin kişilik’ tiyatroya sahip, dünyanın en genç Grek-Roma tiyatrolarından biri de, çünkü M.S 2.yüzyılın ortalarında inşa edilmiş. Tapınaklarıyla, hamamlarıyla ve diğer tarihi yapılarıyla müthiş bir yer. Side antik liman kentini görmeyen, Türkiye’yi görmemiş demektir, çünkü siz Side’de Anadolu’nun önemli bir uygarlığın yüzünü görmüş olursunuz.
Tiyatronun basamaklara oturduk, Grek-Roma sanatını izliyoruz. Aklıma geldi, yıllar önce Anamur antik tiyatrosunda verdiğimiz, basamaklara alt alta oturmuş pozumuzu vermek. Poz vermeye hazırız, fakat pozu çekecek birini bulamıyoruz, kıvranırken bir ses Tiyatronun boşluklarında yankılanır oldu, ‘bey resim çektirecek birini arıyor, bey yardımcı olsana’, sağ olsun Arif bey yardımcı oldu ve bizleri memnun etti, teşekkür ettik.
Saat, 18.50, Side antik kentinden ayrılıp Side otogarı’na oradan da, Manavgat otogarın geçerek, Manavgat şelale dolmuşlarıyla Manavgat Şelalelerine geldik. Ececan ile ben ilk kez geliyoruz, harika bir yer. Dolmuş’un sahibi Adil Ersoy ile söyleşmeye başladık. Adil Ersoy Yoruk Türkmen olduğunu söylüyor.
Manavgat şelalesine yakın Sarılar beldesindenmiş. Öğrendik ki Mısır göçmenlerindenmişler, dönüşte amcasının oğlu söyledi. Sarılar Belde Belediye Başkanı da Mustafa Erkan Ersoy, akrabaları olsa gerek. Manavgat Şelalesi Sarılar belde sınırları içinde. Burası müthiş göç almaya başlamış. 2004’lerde 3 bin 500 olan nüfus 15 bine yaklaşmış. Yılda 1 milyon kişi şelaleyi ziyaret ediyormuş.
Manavgat şelalesine, Manavgat şelalesinde çalışan motorlarla da gidebilirsiniz, fakat küçük şelaleye kadar, oradan sonra dolmuşlarla büyük şelaleye ulaşıyorsunuz.
Manavgat şelalesi girişinde şunlar yazıyor; “Çin’den başlayıp, Anadolu’ya uzanan, oradan da Akdeniz’deki limanlar vasıtasıyla Avrupa’ya ulaşan tarihin en eski ticaret yolları için Konya bir kavşak noktasıydı.
Bu bölgeyi kontrol altında tutan devletler, tarih boyu güçleri ölçüsünde yollar inşa ederek Kervanların limana ulaşmasını ve ticaretin hiç durmadan devam etmesini sağlamışlardı. Konya doğudan gelen ticaret kervanlarının Akdeniz kıyılarındaki limanlara ulaşmasını sağlayacak önemli yol ağlarına sahipti..
İşte bu limanların en önemlisi ‘Manavgat’ın yanı başındaki’ Side limanı idi. Manavgat Belediye başkanı Şükrü Sözen çok çalışkan ve yaratıcı. Manavgat’ta kentçilik anlayışını çok beğendik. Öncelikle, deprem bölgesi olmasının dikkate alınması ve deprem yönetmeliğini uygulamasını alkışlıyorum. Bence Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığına yakışır.
Sapadere Kanyonu
14 Temmuz 2013, Ali Günşar bizi Öğretmenevi’nin önünden aldı; saat 9.30. Sapadere Kanyonu ve mağaralar turuna katıldık. Dün, dinlendik (13 Temmuz). Damlataş mağarasına dek yürürken yol üstündeki, Kıbrıs Gezi Turu ile fiyatta anlaşarak ‘Sapadere Kanyonu’na gitmeye karar vermiştik.
Ali Günşar, çok sevecen bir Yörük Türkmen’i. Alanya’nın tüm tarihi ve otantik evleri yıkıldı gibi diyor Günşar. Saat 9.45, Oba Beldesini geçtik, çift başlı Kartal Armalı Tosmor Beldesinden geçiyoruz. Alanya 100 bin olduğu söyleniyor, aslında hemen-hemen birleşmiş olan Beldelerle ile birkaç yüz binlik kent. Demem o ki, kesin İl olmayı hak ediyor. Saat, 9.51 Kestel Beldesindeyiz. Otopya otelin olduğu yere doğru tırmanıyoruz.
‘Öyle bir Geçer Zaman ki’ dizisinin delikanlısı, Aras Bulut Nemli bu devasa otele ortakmış. Bu kısa dönemde bu para, hayret. Otopya’nın yanındaki Muz bahçesini gezdik. Gerçi geçen yıl öğrenmiştim, fakat unutmuşum; Muz ağacı bir kez ürün verirmiş, ertesi yıl, yanındaki filiz büyür, meyveyi ondan alırlarmış.
Uğur Gülçek rehberimiz. Batmanlı, Balıkesir Ünivesitesi’nde Rehberlik okuyormuş. Birkaç lisanı var. Hüseyin Özer Kameraman, 16 yaşında. Torosların içindeki yarı asfalt köy yolunda ilerliyoruz. Büyük Toros’un yüksekliği 3 milyar 676 mt. İmiş, küçük Toros’un yüksekliği ise 1 milyar 120 mt. Bir gözlemecide durduk. Burası Demirtaş’ın Kıllı Köyü (yeni adı Çamlıca. Bu köyün çoğu Ünal soyadını taşıyormuş).
Biz kahvaltıyı yaptığımız için, hemen yukarıdaki Ali Günşar’ın köydeki evine gittik. Ev pek kullanılmıyor ki, Baykuş tünemiş. Baykuş’un resmini çektik, Nar, Çağla, Limon, Dut, Zeytin ve Keçiboynuzu ağaç ve olanların meyvelerini, sebze bahçelerini ve kır çiçeklerini görüntüledik. Kıllı köyünün camisi son derece modern bir mimarı üslupla yapılmış. Mehmet Erdinç imzası var, kanaatim o ki, Köyün zengini.
Torosların tabanındaki Sedre deresine koşut yolda ilerliyoruz. Yol ile dere tabanı arasında yaklaşık 50 mt. Var. Uçurumun kenarında resimler çekindik, haykırarak ‘Gezi Parkı’ enerjisiyle, Ankara yorgunluğunu atmaya çalıştık.
Fakircalı sapağından, “Sapadere Kanyonu” güzergahına girdik, 14 km. saat 11.16. Sapadere köyüne 4 dakikada ulaştık. Sapadere köy meydanında bakımsız. Dere petlerle dolu. Köyün Değirmeni’ni gördük. Eski camiyi ziyaret ettik. Ececan ve Kadriye köy elbiselerini giydiler ve Cami’ye girdiler. Köy kadını köy kızlarına Kur’an dersi veriyor, görselledik. Bilmiyorum Kilise olsaydı girer miydik, fakat dinlerin tanıtımı ve de dinler arasındaki diyaloglar için gerekli bir aktivite olduğunu düşünüyorum, böylesi aktiviteleri. Değirmen Restaurant ve ipek şal ören tezgâhları gezdik. İpek, çünkü İpek böcekçiliği yaygın Sapadere köyünde.
İsmet Özsoylu’nun evindeyiz. Bir insan bu kadar güzel insan olur. Evini turistlere açmış. Közde çay ikram etti. 25-30 dönümlük yeri var. Bahçesi Akdeniz meyveleri ile dolu. Kafada kasket, sırtta ceket, pantolon bölgesinde şalvar ve omuzda av tüfeği resimler çekindik, aynı şekilde bayanlarda Yerel giysilerle resimler çekindi.
Ececan o köy giysileriyle bir harikaydı. Ben Cennetin izdüşümü, siz Cennetin balkonu deyin yakışır. İsmet’in geliri salt evini Turistlere açmak değil, o da ipekböcekçiliği yapıyor. Sağlıklı bir Galatasaraylı, bizim GS’li olduğumuzu duyunca, Ececan’a ipek böceği kozasından yaptığı sarı kırmızı anahtarlık hediye etti. Sapadere köyünde İsmet Özsoylu tanımak insanlığa özdeş güzellikti.12.23Te ayrıldık, Sapadere köyünden.
12.43’te Sapadere Kanyonu’ndayız. Uğur’un dediğine göre Kanyon yürüme mesafesi 367 mt. Kanyon derinliği, yani yüksekliği ise 150 metreyi aşkın. Kanyon, bugüne dek gördüğüm en görkemli, en yakışıklı ve en cennet kanyonlardan. Ahşap, çelik yapı bütününde 367 mt’lik konsol yol’un hemen altında çağıldayan ve belli aralıklardaki şelaleleri izlerken, acaba öldüm de yanlışlıkla cennete mi verdiler sözleri aklınıza gelmiyor değil. 20 dakikalık bir yolculuktan sonra, Kanyonun değil konsol yolun sonuna geliyorsunuz. O noktadaki şelalenin oluşturduğu buz gibi suya girerseniz, inanın tüm yaşınızın yorgunluğuyla birlikte gerilimini de üstünüzden atmış olursunuz. (Taşı parçalayan suyun gücü değil, devamlılığıdır)
13.30’te Kanyondan çıktık; hemen aşağısında, elektriğini kendi üreten Sapadere Kanyon Restaurant’ta yemek molası verdik. Biraz geç kalındı, fakat o devasa sedir ağaçlarının altında dinlenmek her şeyi unuturdu. Ben Balık, Ececan ve Kadriye tavuk söylediler. Beni uyarmalarına karşın balık söylemem, balığı yedikten sonra beni pişman etti.
Geziye katılanların sayısı, biz dahil 6 kişi; topluca resim çektirme iteğimi geri çevirmediler. Hollandalı ve Norveçli çiftlerden isimlerini yazmasını da istedim. Hollandalılar: Erwin Dlülenkamp-Q Liur. NL. Norveçliler: “Ronny Segersten-Lene Lindblad.
Saat, 14.40’ta Cüceler mağarasındayız. Cüceler mağarası 170 metre uzunluğunda yürüyüş parkuruna, daha doğrusu; ahşap + çelik yapı konsol yola sahip. Buradan vadideki renk cümbüşü harika duygulara taşıyor sizi. Vadiye Cüceler kanyonu da denebilir. Cüceler mağarası, 6 bölümden oluşan 155 mt uzunluğunda yürüyüş mesafesine sahip. Alanya merkeze 37, Demirtaş Beldesine ise 12 km uzaklıkta.
Cüceler mağarası, Tırılar köyü İlköğretim Okulu kavşağının 1300 mt, kuzeyindedir.
Tırılar’a, Şıhlar köyü de diyen var. Cüceler mağarası 1900’lerde bulgulanmış. O yıllarda bir ailenin, bir cüce çocuğu varmış, çocuk aile baskısı nedeniyle evden kaçmış. Aylar sonra ‘koyunlarını arayan’ bir çoban mağarada buluyor ve o günden sonra mağaranın adı Cüceler mağarası kalıyor. Neden Cüceler dendiğini kimse bilmiyor. Acaba, çocuk gizemli başka cücelerle mı..:).
Bir de Mahmutseydi Köyü öyküsü var. Biri kız, biri erkek 2 kardeş koyunları kaybediyor, anne ve baba çok kızıyorlar ve ‘Taş olun, Kuş olun!’ diye ileniyorlar; erkek taş, kız kuş oluyor. O günden sonra , olayın yaşandığı yerde geceleri kuşun ‘koyunları buldu, koyunları buldu’ sesleri yükselmeye başlamış.
Alanya bölgesinde evler dağınık, sanki Karadeniz’deki gibi herkes arazisinin başına ev yapmış gibi.
saat15.15, Sapara köyünün altındaki Karapınar köyünden geçiyoruz, burada mermer çıkıyormuş. Demirtaş Beldesinde tekrar durdu Ali, nedenini sorunca, “ağabey köprüyü çekecektin” diye yanıt verdi. Akdeniz’de ender rastlanan kemer köprüyü görselledim.
Son durağımız Kestel’deki Akdeniz Üniversitesi’nin olduğu bölgedeki meyve bahçesi. Saat 15.50’de meyve bahçesindeyiz; meyve bahçesi adeta cennet bahçesi, bir Tuba ağacı yok. Bahçe sahibi hemen yolun üstündeki bakkalında bizlere meyve potpurisi sundu; Portakal, minik kavun, kiraz, altın çilek, keçiboynuzu ve pekmezi, incir, dut kurusu, muz, erik ve kayısı..
Alanya’nın dilencisi de İngilizce biliyor. Atatürk caddesindeki Migros’un yakınında dilenen biri, kucağına bir bebe ‘May beybi, meybi’ gibi bir şeyler söyleyerek, avuç açmış, yabancılara bir şeyler söylüyor. Bir de ülkede yatırımcı yok, yatırıcı var diyerek R-cepgillere iftira ediyoruz, görüyorsunuz ileriyi gören yatırımcı dilenci ruhunu.
Alanya kadınının başörtüsü beni büyüledi, bir kadına bu kadar yakışır başörtüsü. Böylesi güzellik beni çocukluğuma taşıdı, analarımızın, siyasetten soyut, saçının perçemini gösteren ve kadına güzellik katan eşarptan başörtüsüne.
Nedir Allah’ım o başında nükleer başlık taşırcasına, insana ürküntü veren ucube türban; sinir bozucu da, çünkü başörtüsünü modernize ettik diye, daracık ve de abartılı makyajla birilerinden daha frapan görünüyorlar. İnanın bana türbanın verdiği ürküntü ve tiksintiyi, çarşaf vermiyor. Bu nedenle Alanyalı kadınları saygı ve hayranlıkla izledik. Ben böyle, yalın, tertemiz, siyasi ranttan soyut inanca kurban olurum.
16 Temmuz 2013, Dim Çayı’na gitmeye karar verdik. Otogarın önünden, belediye otobüsüyle, Cumapazarına, oradan da, saat 12.30’da Dim Çayına hareket ettik. 45 dakika sonra Dim Çayındaydık.
Dim Çayı, membasından doğdu doğalı böyle zülüm görmemiştir. Dim çayı adeta İstanbul boğazı gibi parsellenmiş. Dm Çayı’nı tentelerden göremiyorsunuz. Dim Çayı üzerine su tutucu HES yapılmış. 2007’de Düşünülmüş, fakat su sızıntısı nedeniyle, ancak 2009’un sonlarında açılabilmiş. Dünya'da yaygın olarak uygulanmakta olan beton kaplamalı kaya dolgu baraj (CFRD) türünün Türkiye'deki en yüksek uygulaması, Antalya iline bağlı Alanya ilçesinde Dim Çayı üzerinde "Dim Barajı " ile hayata geçirilmiştir diye övünenler, 2 km aşağısına KÖHES (Küçük Ölçekli Hidroelektrik Santralı) cebri borusunu da Toros’un yüreğine geçirmişler.
Yöre insanı bunlardan önce Dim Çayı gürül-gürül akardı diyorlar. Dim Çayı’nın o gürül-gürül sesi yok artık, Dim Çayı yatağı üzerinde oluşturulmuş çardaklardan Dim Çayı’nın sessiz çığlığa özdeş çağıldaması var. Çardakarın birine çömdük, yemeklerimizi söyledik, yemekle birlikte sıcak lavaş ve yanında, içinde çörek otu olan (yöre adı, otçam) lor peyniri ikram ettiler. Oluşturulan göletlere ayağımız soktuk, serinledik. Kalmış olan Dm Çay’nın çağıldaması ve gölcüklerde yüzen ördeklerin, sesleriyle uymanın hazzını, doğa katliamcılarının yarattığı sızlayan yüreğimin sesi bozdu.
Tatil burada sonlandı. Yarın Allah’ın izniyle; Ankara’ya döneceğiz. Bu güzel Alanya dinlencesi yolculuk anında burnumuzdan gelmek üzeriydi. Otobüse bir biçkin, ama o eskilerin biçkini değil, internet kafelerinden, kurtlar vadisi ekranlarından fırlamış bir it; tam arka sıraya oturdu. İkide bir koltuğu tekmeliyor. Bir ara koltuğu öne çek emrini de çaktı, ağzına çakmak geldi içimden sabrettim, çünkü yanında küçük kardeşi var.
Telefonla konuşmaya başladı; “oğlum neler-neler yaşadım, Rus kadınlara askıntı olduk bir grupla, kafayı çekmişim, gözüm görmüyor bir şey, bir başka grup bize saldırdı, ben kaçtım, grubun ağzı burnu dağıldı.. Gelince anlatırım..” ..Arkamda tepinip duruyor, sığmadı koltuğa, yanımdaki boş koltuğa geçtim bela almayayım diye, yine, durmadı..
Tam Aşti’ye girerken güm diye bir ses, uykuya dalmışım korkuyla uyandım, bu it arkada debeleniyor, koptum, bir iki derken otobüstekiler elimden aldı erken.. Fakat “Sen bittin “ diye de sürekli tehdit ediyor; bitirim ağzı canım.. Terminale girdik o da, ne Altındağın tüm kopukları orda, meğer telefonla önceki çıkışlarımdan sonra çağırmış..
Her neyse terminal görevlileri devreye girdi de daha fazla üzücü şeyler olmadı. Demem o ki, gençler bitmiş, tükenmiş, sosyal yaşamdan kopmuş, kendi dünyalarının külhanbeyi olmuş.. Sağ olasın Kurtlar vadisi, sağ olasın 3 çocuk yapın diyen ve her şeye sokak kültürü ile kerşılık kazimpaşalı…
16 Temmuz 2013
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
GEZ-GÖR-YAZ
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM: 0506 09 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder