ORTA AVRUPA; MACARİSTAN, SLOVAKYA, ÇEK CUMHURİYETİ, AVUSTURYA VE ALMANYA "GEZ GÖR YAZ" ETKİNLİĞİ
Macaristan-Budapeşte:Budapeşte Macaristan'ın Başkenti. Hepimiz biliyoruz bilmesine de bilmediğimiz yerleri de var. İşte o bilmediğimiz yerleri görmeye geldik..
Biz Ankara'dan geldik. Diğer arkadaşların nerden geldiklerini tanışınca öğreneceğiz. Sabah uyanmazdan biz uyandık. 22 Ağustos 2015 saat; 03.45, ayaktayız. 07:30 Uçağına yetişmek için, Kızılay'daki büyükşehir belediyesinin Esenboğaya giden otobüslerine yetişmemiz gerek, aksi taktirde.. Ah şu örtülü ödeneksizlik. Ne olursa olsun gavurun borcuna gireceğim, gezeceğim.
Artık kimseye de yardım etmeyeceğim. (çünkü belli kimliklerden teşekkür bile almıyorsunuz). Bundandı ki hep gezeceğiz. Hemi de banka kredilerimle yarattığım örtüsüz ödeneğimle Rcep T.E'dan fazla dünyayı göreceğiz. Üstelik gittiğim ülkelerde ayak tabanımın altında kalan coğrafyayı yazarak insanlara katkı vermeye çalışacağım.
Saat, 09:25. Atatürk Havalimanı’ndayız. Rehberimiz Asil Asımgil ile buluştuk. "Check-in" işlemlerini Ankara'da yaptığımız için rahatız.
Mutluyuz derken erken bitti mutluluk. Rötarlı kalktık.
İkincisi; Kadriye'nin pasaportunda sorun çıktı; resim yeri yırtılmış, polis uyardı, Avrupa'da sorun çıkarırlar diye. Avrupa değil bizimkiler sorun çıkardı.Yetkili geldi, hemşeri çıktı, bizde ancak o zaman yurt dışına çıktı..
Hava limanı dış hatlarında Sözcü ve sol gazeteler bulamazsınız. Bunların dışındaki gazeteler bedava dağıtılıyor. Dagıtıcının alınan gazetelerin adlarını yazmaları diķkatimi çekti. Ükemde adeta örtülü faşizm mi var. Eeee, bir ülkede bir zart budenli örtülü ödenek ayırırsa bi kadar da faşizm olur.
Geç de olsa havadayız. Saat 12:25.. Sinirlerim yine bozuldu. Yerde anladık da şu sınıf farkını hava0da bıraksalar. Uçağa giriyorsunuz Bussiniz Clas karşılıyor. Bakışları tuhaf yeni zenginler sizi karşılıyor, tesettür suratlılar. Kesin THY yetkililerin yakını, yandaşları veya, yeni dinden geçinenlerin yarattığı bujuva.. Yerde paraya binenler havada da paraya binerek halkın sırtından inmiyorlar. Business Clasçılara önden içecek ikram ettiler.
Allah bilir alkolde almışlardır. Biz ketebeler uzaktan izliyoruz. Nasılsa seçmen görmüyor. Yemek sevisi başladı perde kapandı. Belki de kuzu çevirecekler:) Biz ketebe takımı tablotlardayız. İnsaf be, hadi yerde tamam da baei insanlara havada saygı gösterin. Ben yetkili olsam kesin bu sınıf farkını kaldırırdım..
Macaristan üzerindeyiz. Saat, 13:21 (Macaristan'da 12:21). Hava'dan Tuna'nın nazlı-nazlı ve de raks edercesine akarken ki yarattığı müthiş görsel şölenini izlemek anlatılmaz bir duygu. İnişteyiz. Budapeşte’nin etrafı orman. Adeta orman içinde devasa bir kent. Sizler Türkiye'de orman içinde bir kent biliyor musunuz!?.. Ben kent çevresindeki ormanları ve su havzalarının yok edildiğini biliyorum. Örneğin 3. Boğaz köprüsü ve Havalimanı için İstanbul..
13:00'de Budapeşte'ye indik. Bizi ilk burada da yer hizmetlerini alan Çelebi şirketi karşıladı..
İnşallah başka sorun çıkmaz demiştik ya, çıktı da. Bu üçüncü sorunu Budapeşte Havalimanı’nda yaşadı. Yok, yok pasaporttan değil valizden. Evet valizimizin birini İstanbul'dan uçağa vermemişler.15 kişi arkadan gelecek uçakları beklemeye başladık, bende kontrolsüz öfkeyle saymaya.. "Görün ülkeyi...'in yönettiğini. Adam 3. havalimaninin gerekli olduğunu işaret etmek için Atatürk havalimanında resmen hizmetleri aksatıyor falan. Her ne ise bizim valizi biri kapmış kendisinin sanarak. Olmadığını anlayınca da elini bırakmış.
Valizimizi, etrafı korkulu ve de ağlamaklı şekilde izlerken eşim Kadriye Çorbacıoğlu buldu. Valizimiz ve de bizler sevinçten çığlık attık. Fakat diğer arkadaşlar hala kaybolanlarını umutla bekliyor. Saat 14:30'da dek beklendi. Rehber arkadaş benim gürültüden rahatsız oldu ki, konuşmasını bir yerine siyasi tartışmalara girmeyelim uyarısını konuşlandırdı. Ne dersiniz, istibdat dönemindeki gibi tur şirketleri bu konuda "Sakın ha, gavur elinde hakkımızda olumsuz propagandalara izin vermeyin" diye uyarılıyor mu?
Şu bir gerçek; Atatürk Havalimanı yetersiz hizmet ile iç içe, pislikten geçilmiyor, özellikle dış hatlar hurda deposu gibi. Adeta "Niçin 3.hava limanı yaptığımızı anlayın" der gibi. İnanın Atatürk havalimanı bugünkü kapasitesini en az beşe katlar şekilde dizayn edilebilir ve doğayı katleden 3.havalimanı'na gerek kalmaz.
Evet, yeni dostlar, yeni coğrafyalar etkinliği başladı.. Tuna nehrinin batı yakasındaki "Buda" ve doğu yakasındaki "peşte" yerleşim yerlerinin birleşmesinden doğan, 7 ülkeye sınır 10 milyonluk Macaristan'nın Başkenti olan Avrupa'nın en iyi ışıklandırılan 2 milyonluk "Budapeşte"'deyiz, saat, 13:45..Ve zaman kaybederek panoramik tura başladık.
Öncelikle belirteyim; telefonunuzun başına 0090.. getirirseniz ülkenle konuşabilirsin..
Gezmeniz gereken yerleri belirteyim: “Aziz Matthias Kilisesi-Aziz Stephen Heykeli-Balıkçılar Burcu-Estergom Kalesi-Gülbaba Türbesi-Kahramanlar Meydanı-Kraliyet Sarayı-Margrıt (Margarit) Adası-Parlamento Binası-Sıfır Kilometre Taşı-Tuna Nehri-Tünel-Vısegrad-Zincirli Köprü”.
Macarlar tarafından da çok sevilen, elinden tahta kılıcı, başındaki sarığından gül eksik olmayan bir Türk dervişi olan Gül Baba’nın türbesi korunmuş. Adı Cafer olan, Amasya Merzifon doğumlu Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa seferlerine katılan,Yeniçerilerin çok sevdiği önemli bir Bektaşi babası. Katıldığı seferlerde başından hiç gül eksik olmadığı için Gül Baba diye anılmış.
- Birde şu iki olayı: Budapeştede korsan taksiler serbestmiş. İlginç.. Bunları ayirt etmek için taxı önünde firma adı yazmıyorsa bilin ki korsan taxı ve buna binetseniz 3 kat fiyat ödersiniz.
- İkincisi; gideceğiniz yeri biliyormuşsunuz gibi davranın, aksi taktirde dolandırır sizi ve de..
- Üçüncüsü; yolda eğlence yeri sorarken sakın yabancı olduğunuzu belli eymeyin. Aksi taktirde size birileri yanaşıp bir yer önerirler ve orda Voyvoda'nın kazığını..Anlayin ki o kişiler oranın elemanı..
- En önemlisi dördüncüsü; sivil polisim diye birileri kimliğinizi sorabilir ve de ardından soyabilir. Resmi elbiseli polislerin dışında asla kimseye kimliğinizi göstermeyin.. Türkiye'mi çağrıştırdı değil mi?? Pardon ülkemde resmi kimlikli dolandırıcı daha....
Saat, 15:40. Efsane futbolcu Puşkaş’ın adını taşıyan stadın yanından geçtik.
Peşte tarafındaki Kahramanlar meydanındayız. Gerçekten anlatılacak gibi değil adeta yaşanılması gereken bir alan. Macarlar için burası "Anitkabir" kadar değerliymiş, çünkü, 46 yıl hüküm sürmüş,1990 yılında Macaristan'ı terk eden Ruslar burada büyük katliamlar yapmış. Meydanın tam ortasında kare şeklinde minik demir korkuluklu alan katliamların simge yeri imiş ve yabancı devlet temsilcileri burayı ziyaret ederek çelenk bırakırmış.
Hemen önündeki bulvar Macar halkının (17 bin Macar genci-1956) Rus tankları tarafından ezildiği yer olarak gösterildi. Dahası; 1956 yılında Rus işgaline karşı halkın direncini kırmayı amaçlayan Rus ordusu, tüm evlerden topladığı 17 bin genci iki gün içinde öldürdüğü cadde sağımızda.
Bulvarın hemen yanındaki "Terör müzesi" ile bunu sembolize etmişler. Bir diğer olgu, Ruslar Macaris'tanı işgal edince bizdeki TOKİ benzeri devlete ait bir kuruluş aracılığla Budapeşte ve önemli tüm kentleri blok lojmanlarla (bir nevi gettolarıyla..TOKİ evleri ne çağrıştırıyor size) çevirerek halka "Biz buradayız" korkusu vermişler. Ruslar sonrası bahçeli evler yapımına başlanmış.
Asil Asimgil, Macaristan'a yerleşmiş, İzmir kökenli Ahmet Mücahit Akyüz'e devretti sunuş görevini. Çünkü Akyüz profesyönel rehbermiş. Yazın turlara, kışında devlet erkanına rehberlik ediyormuş. Sürücü Endruai ise Polonyalı mevsimlik işçi. Tur otobüsü de Polonya firmasına ait. Yazın çalışıp kışın mememleketlerine dönüyorlarmış.
Rehperimiz Macaristan da mülteci sorununa öncelik tanıdı. Mülteci çokmuş. Parklarda, metro ve köprü altlarında kalıyorlarmış. Bunlar pek saldırgan değillermiş, fakat insanlar rahatsız ve huzursuz oldukları için sınır dışı ediyorlarmış. Fakat, bir sözleşme gereği kayda aldığı göçmenlerin kaydı Macaristan görününce tekrar iade ediliyormuş, komşu devletlerce.
Macaristan'da asgari ücret bizdeki gibi. Aile bağları güçlü değilmiş. Anne baba 18 yaşına kadar okutur, istiyorsa Üniversiteyi de okutur, sonrasında serbest bırakırmış. Çocuklar bundan sonra ebeveynlere yardım yapmaz, ancak borç verirlermiş. Huzur evleri bu nedenle çokmuş. Ancak Noel’de(Crīstesmas) ziyaret edilirmiş ebeveynler. Evlilik pahalı olduğu için evlenen insan sayısı çok azmış. Yaşlılar huzur evine gitmez ise ilanla bakıcı arar kendisine ölünceye dek baktırır. Ölünce evi bakıcıya kalırmış.
Macaristan SSCB döneminden kalmadır bilinmez, bu ve benzer konularda katı kuraları varmış. Biraz polis devletini çağrıştırıyormuş, Cumhuriyet olsa da. Macarlar kediyi değil de köpek severlermiş. Sokakta kedi göremezsin, herkesin elinde bir köpek. Macarlar; "9 ay karnımda taşıdığım çocuğumdan daha sadıklar" diyor köpekler için. Polis devleti deyince elbette ki akla Başnakan Viktor Orban akla geliyor.
O’na, İtalya Başbakanı Sylvio Berlusconi’den sonra gelen Avrupa’nın yeni diktatörü diyorlarmış. Futbolu seven, muhafazakar bir kimlik ve sürekli uygarlıktan ve uygar olmaktan söz eden biri. Viktor Orban; ''Çok sayıda Müslüman istemiyoruz'' demesine karşın R.T.Erdoğan’a hayranmış. Anlamadım bunu, bu nasıl bir hayranlık?! Evet, Sylvio Berlusconi’ye hayran olan R.T.E’na hayranlığını..Otoriter kimlikleri nedeniyle mi hayranlık oluşmuş..
Biliyorsunuz o Sylvio Berlusconi şu an yaptıkları nedeniyle tuvalet temizleme cezası almış biri. Bakalım, ülkelerini değerlerinden temizleyen bunlar nereleri temizleyecek. İnanın R.T.E’na o denli benziyor ki, benzerliklerini R.T.E’dan daha ileriye taşımış. Şöyle ki; % 53 oy alarak meclisin % 68 ine sahip olunca, kendinden geçerek, Rusya, Kuzey Kore ve Türkiye’deki gibi ‘Özgürlükçü olmayan demokrasinin Macaristan için daha uygun olacağını düşünmeye başlıyor.
Anyasa’yı değiştiriyor ve hızla otoriterliğe gidiyor; seçim sisteminde partisine yarayacak değişiklikler gerçekleştirdi. Ve de yeni yasalarla basını ekonomik ve siyasi baskı altına aldı. Ve son günlerde göçmenlere acımasız davranmaya başladı. Bu ara, R.T.E’na Avrupa liderlerinin dua etmesini önermeyi de unutmadı...
Gelelim yeni rehberimize. Ahmet Mücahit Akyüz; Kahramanlar meydanını anlatırken ilginç bir noktalara da değindi, Akyüz: Orta Asya'dan 896'da kavimler göçü esnasında Avrupa’ya gelmişler ve farklı bölgelere dağılmışlar. Macarlar da ' Kartalı izleyerek bu bölgeye , Türkler de Kurdu izleyerek göçmüşler. Bura insanlarıyla savaş vermişler. 7 kahramanları varmış.
Dahası; Macarları Karpatlara getiren 7 kabile liderlerinden biri olan Rakoczı Ferenc, halka kötü davrandığı için kralla ters düşüyor ve Tekirdağ'a gönderiliyor. Fakat sonradan aziz olduğu anlaşıldığı için heykeli yapılıyor. Mezarı yine Tekirdağ'da. En görkemli heykel elinde haç ve taç olan olan at üstündeki Cebrail...
Budapeşte’ye giden herkesin kesinlikle ziyaret ettiği yer K.Meydanı. Meydan; Macarların, bugün sahip oldukları topraklara gelip yerleşmelerinin ve burayı yurt edinmelerinin 1000.yılı anısına 1896 yılında inşaatına başlanmış ve inşası 1929 yılında tamamlanmıştır.
Meydan 3 kategorik alana sahip. Bunlardan birincisi, yukarıda değindiğim gibi, meydanın ortasında yerde bulunan anıt mezardır. Etrafı bir zincir ile çevrili olan anıt mezar boş mezar anlamında Latince ve Yunanca 'Cenotaph’ olarak adlandırılır. İçinde gömü yoktur. Yapı, ulusun bağımsızlığı ve halkın özgürlüğü için hayatını veren kahramanlara adanmıştır.
Boş mezarın hemen arkasında, yüksek bir kaide görülür. Kaidenin üzerinde yüksek kolonun üzerinde, bir elinde Macar Krallığı’nın ilk kralı olan ve daha sonra azizlik mertebesine yükseltilen İstvan’ın (Aziz Stephan)’ın kutsal olarak kabul edilen Macaristan tacı, diğer elinde ise Piskoposluk hacı taşıyan Cebrail bulunur. Kolonun hemen altında ise, atlara binmiş olarak yedi kişinin heykeli yer alır. Bu kişiler, Macar halkını Karpatlar’a getiren ve Macar halkının kurucuları olarak kabul edilen yedi kabilenin liderleridirler. En önde bulunan kişi, Macarların büyük prensi olan Arpad’dır. Solunda ve sağında ise diğer kabilelerin liderleri olan Elod, Ond, Kond, Tas, Huba ve Teteny yer alır.
Bu heykellerin ardında ise, birer kanat şeklinde sola ve sağa doğru yerleştirilmiş, öndeki kaide ve heykellerle bir bütünlük sağlayan iki adet kolonlu yapı bulunur. Her bir kanatta 7’şer adet olmak üzere Macar tarihinde önemli roller almış olan 14 önemli kişinin heykelleri bu kolonların arasında yer alır.
Soldan sağa doğru kolonlarda yer alan kişiler: “01. I.Stephan (Istvan)-02. I.Ladislaus-03. Coloman-04. II.Andrew_05. IV.Bela-06. I.Charles-07.I.Louis-08.JanosHunyadi-09.MatthiasCornivus-10.Istvan Bocskay-11. Gabriel Bethlen-12. İmre Tököly-13. II.Francis Rakoczi-14 Lajos Kossuth”
Heykellerin yer aldığı kolonlu yapıların üzerinde, her birinde ikişer adet olmak üzere toplam dört adet daha anıt heykel yer alır. En solda elinde tırpan tutun bir heykel ve tohum atan bir kadın heykeli görülür. Bu figür çalışma ve bolluğu sembolize eder. Tam en sağda ise yine elinde bir heykel tutan bir adam ve yine elinde nişan şeridi tutan bir kadın heykeli görülür. Bu heykeller ise bilgi ve zaferi sembolize eder.
Kolonlu yapının orta kısmında ise yüzleri birbirine bakan ve savaş arabaları içinde betimlenmiş iki kadın figürü görülür. Soldaki kadın elinde savaş sembolü olan bir yılan görülürken, diğer kadını elinde ise barışın sembolü olan palmiye görülür..
16:35'te Kahramanlar Meydanı'ndan ayrıldık. Unuttuk, Rızferent müzisyenler parkı dikkat çekiyor. Opera binası bir harika. Avusturya Macaristan İmparatorluğu döneminde kral Viyana'dakilerden büyük olmama koşuluyla izin vermiş(Maghfal Allanzi opera binasınin adı).
Yol üstündeki, özellikle ana bulvar Luzgaroniç'teki tarihi yapılar Unesco tarafından korumaya alınmış. Bunların asla dış cephesine dokunamazsınız izinsiz olarak. Bu nedenle bazı yapılar parasızlık nedeniyle izin alınamadığı için kapkara olmuş. Genelde apartman yönetimi para toplar ve AB'den alınan özel bir kredi ile binaların restorasyonu yapılıyor.
Sinirlerim bozuk. Bu kadarda olmaz ki; geldiğimiz günden beri bir klakson sesi duyulmaz mı?!.. İnsanlar uygar, insanlarda ortak yaşama kültürü var. Yıllardır modifiyeli araçların ve de kebapçı kuryelerinin motosikletlerinin egzozlarına taktıkları jet egzozlarının yarattığı gürültü kirliliğiyle savaş veriyorum Ankara'da sonuç alamadım.
- Takma ad: "Tuna'nın İncisi"
- "Tuna'nın Kraliçesi", "Avrupa'nın Kalbi",
- "Özgürlüğün Başkenti", "Doğunun Paris'i"
Budapeşte içinden Tuna'nın geçtiği eşsiz kentlerden. Avrupa'nın en iyi ışıklandırılan kent. Tarihi, doğasi, doğanı(insan), kültürü, Perendi porselenleri, Atları(At çiftlikleri ve At sporu yaygın) şarabı ve acı biberi ünlü kent.. İnanın insanı felaket büyülüyor.
23 bölgeden oluşan Üniversiteler kenti olup dünyada ilk Turkolojı dersi verilen ülke Macaristan'ın geliri Tarım, hayvancılik ve Turizm..Mısır üretimi ile Avrupa'nın %70 gereksinimini karşılıyor.
Yapıların muhteşem dizaynı ve inceliği insanı fazlasıyla etkiliyor. Gece hayati muhteşem. Özellikle tarihi New York Cafe..
BUDA KALESİ (A Budai Varnegyed)'ndeyiz. Saat;16:45..16.yy'da Osmanlı tarafından gethedilen Buda Kalesi, cafeleri, alışveriş merkezleriyle, otel ve eğlence yerleriyle başlı başına bir Cumhuriyet. Veba anıtı dikkatinizi çekiyor. Mathias kilisesinde düğune rastladık. Ececan Çorbacıoğlu bol-bol görüntü aldı. Aslında herkes çıldırmışçasına deklanşore basmak için koşuşturuyor, Tuna'nın büyüleyen görüntüsünü yakalamak adına. Cep telefonuna kapanlar da görüş alanını yakalamak için koşuşturuyor.
Saat, 18:10. Buda'nın tepesindeyiz. Gellat(Cidadella veya Cidadelpa), yani Buda tepesi ve Tuna bana İstanbul Çamlıca tepesini çağrıştırmadı, orda olduğumu duyumsattı. Çünkü tıpkısının aynisi. Bir fark var ki düşündürücü. O da, burada asla yapılaşmaya izin verilmemiş. Bizim dinden geçinen ne güzel Cami ve ne de muhteşem köşk yapardı kendisine. Mesut Yılmaz'ın burnunun kırıldığı Hilton Oteli burada. Evet, Mesut Yılmaz'ın kumar düşkünlüğünün dünyaya kanıtlandığı yer. Cıdadella veya Cıdadelpa..İnanın anlatılamaz, çizilemez felaket bir doğa harikası..
Ayakkabılar dikkatinizi çekiyor. Ayakkabılar Yahudi katliamına ağıtmış. Macaristan Avrupa'nın göller zengini. Balaton gölü Avrupa'nın en büyük gölü. Velensa termal gölü ise dünyanın en büyüğü.
Tuna nehri tekne gezisi insanı hayli etkileyen bir tur. Kıyının 2 yakasındaki tarihi yapılar müthiş bir görsellik sunuyor. "Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor" demesine de aksine akıyor ve de yıkıyor.. Sel baskınları çok yaşanan bir kent Buadapeşte. Özellikle Margit adası sürekli sular altında kalabiliyor.
Söylenceye göre Tuna üzerinde olan 7 köprüden biri olan Aslan başlı köprüyü yapan mimar; "Köprüde bir hata bulun ben intihar ederim" diyor. Gel git zaman, bir çocuk Aslan'ın dilinin olmadığını fark eder. Ve mimar kendisini köprüden atar, intihar eder.
Budapeşye beni çok etkilediği için tekrar ediyorum:
Buda tarafındaki; tasarımı ABD'deki Brooklyn köprüsüne benzeyen Zechenyi'yi veya Zincirli köprüyü, margit adasını-köprüsünü, Büyük Bulvarı, Lugato İstasyonu'nu özellikle gezin. Elisabeth Köprüsü, kıraliyet sarayı (şimdi kütüphane-müze) görmek için Mustafa Kemal caddesini aşmanız gerekiyor(birileri için zor olacağını biliyorum). Bunlar ve Budapeşte'de her şey bir harika. Buda kalesi-Balıkçı burcu gezisini ötelemeyin, çünkü, daha sonra uapavağımız Tuna nehir turunda yaşayacağımız görsel şöleni yakından görmekten kendinizi mahrum edersiniz.
Kaleden, Atatürk caddesi'ni geçerek iniyorduk ya. Atatürk ile ilgili tarihteki bu anektodu ötelemişim: Budapeşte Pendik ile kardeş kentmiş. Ben yeni öğrendim. Düşünebiliyor musunuz; İstanbul'un bir AKP belediyesi Budapeşte ile kardeş kent. Budapeşte' de Atatürk Parkı Ermeniler istemedi diye adı Pendik yapılıyor. İnandım bende. Fırsatını buldular mı Atatürk'ü siliyorlar, tıpkı sponsorlar bahane edilerek stadlarfaki Atatütk adlarını değiştirdikleri gibi.
Peşte'deki Teror Müzesi ve Kahramanlar Meydanı(Milenyum meydanını daha önce anlatmıştım).
Tuna'daki Margit adasının ilginç öyküsüne değinmek isterim: Kral, Tatar baskınında kızı Margit'i bu adaya saklamış. Şu anda burası eğlence merkezi. İçinde Roma dönemi bir anfi de bulunaktadır.
Saat, 18.07'de "Grand Hotel Hungarıa"ya döndük..
Tarih, 23 Ağustos 2015, Saat Macaristan'a göre 09:10,Türkiye saatı 10:10. ESTERGON'a yolculuk.
Pılısbourgen kasabasından geçtik. Kasabası, köyü adeta uygar olmanın resimleri gibiler..Dorog ve Solymaı'den, Pilisvorosvar'dan geçtik, kendimizden de..Tüm buralarda otobüs ve tren çalışıyor. Ulaşım çok kolay. Yeter ki az bir yabancı dilin olsun, asla yabamcılık çekmezsiniz. Ulaşım kolaylığı; eski bor demirperde ülkesi olmasından kaynaklanıyor.
Dünyada 3 zor dil varmış; Arapça, Çince ve Macarca..Sozde Türkler kolay öreniyormuş. Ortak sözcük çokmuş, Ural Altay dil grubundan olması nedeniyle. Örneğin; Elma Alma, Balta..v.s
Macarlar genelde ataeistmiş. Papazı bile şarap içen bir din adamı. Anlayın.. Alkol çok alınıyor. Bu nedenle trafik cezaları ağırlaştırılmışm. En popüler içkileri; çeşitli bitkilarden yapılan "Palika" isminde şarapları; %70 alkol. Bunun yanısıra, bağırsak ve diğer hasyalıklar için kullanılan ve içinde 40 çeşit bitki buluna %41 alkol olan "Unicum" adlı içkileri var. Genelde içeceklerini porselen kaplarda içerler ve en ünlüsu de Herendi porselenleridir. Tınye kasabasından geçtik.
Karpat ovası'nın yeşil okyanusunda adeta yüzüyoruz. Bu olmadı galiba; gök mavisi, ekin yeşili ve hasat sarısının oluşturduğu halı deseni içinde yürüyoruz adeta. Macaristan'ın en büyük yasağı asla tarım arazisini satmamak. Tarıma, özellikle mısır üretimine çok önem veriyor. Bundandır ki Avrupa'nın mısır deposu.
Saat, 10:55 Pılıssvev'den Estergona Estergon'a 7 km kala SLOVAKYA'nın "Sturova (Parganh) kasabası'nda kahve içeceğiz. Kesztöle'deyiz. Osmanlıları gözetleme kulesi dikkatimizi çekti.
Burada Suzuki'nin fabrikası var. Slovakya'dayız. Kahvemizi içtik. Resimlerimizi çektik.Tuna nehri burada da sürekli taşarmış. Tuna'nın bir diğer özelliğı dip akıntısının olması. Şimdilik aheste aheste akıyor. Karşısındaki gorkemli tarihi Estergon kalesi, Tuna üzerinde adeta raks ediyor, insanı büyüleyen tarih ötesi yakamoza benzer gizemli yansımasıyla.
Kent dışındaki Estergon Kalesi, Osmanlı'nın en uç sancağı olmuş. Mohaç savaşı sonrası elde edilen bu yöre beraberinde; "Mohaçtan'da mı kötü" deyimini Macar halkına kazandırmış.
Macaristan'ın adeta dini başkenti olan ve dünyanın en büyük bazilıkası karşımızda. Bazilika Estergon kalesi ile bütün. Estergon'un bir adı da 'Ciğerlerin kalesi'. Nedeni, buranın kızları 'yürekleri yakarcasına' çok güzelmiş.
Saat, 11:55. Esteregon Bazilikası'na çıkıyoruz. Capuk, Materetmagistna Ecclesiarum Hungarıa. Saat, 12:10. Pazar ayinini izliyor ve görüntülüyoruz. Bazilika 5660 m2'lik alana kurulmuş. 118 mt uzunluğunda ve 49 mt genişliğinde. Osmanlı, Bazilika'nın iki yanındaki ibadethaneyi mescide çeviriyor. Osmanlı meleklerin de başını kırıyor. Macarlar melekleri bu nedenle bir tepeye taşıyorlar.
Bazilika'daki duvarda bulunan; Bejanat Gaudent, Angel Asumpta isimleri İncil'in ilk tercümesini yapan Macarlar. Ayin salonundaki kafataslarının biri; kral Istava'nın, ikincisi aziz bir din adamının. Bazilika'nın altında çalışanların olduğu mezarlık varmış. 15 gün sonra ölülerini gömümüyorlar.
Aslında %70'ini yakarlar ve küllerini 'gönlümüzde yaşıyor diyerek' evde saklarlarmış. Avrupa'nın ayinlerde kullanılan en büyük Org' u burada. Bazilika girişinde konuştuğmuz ve kavalıyla bizi İzmir marşıyla kaşılayan Victor Vonkoo ile çıkışta konuştum, çat pat Türkçe konuşuyor. Şoke etti bizi; "Ben, Victor Vedat" deyince. Vedat adı annesi Türk ve anne tarafindan büyük dedelerinden birinin adı Vedat imiş.
Pılısmuro ve Pestemegye'den geçtik. Sanat kenti Szentendre'ye 21km var. Saat 13:35, yörenin otantik yemeklerini yiyeceğimiz emekli kenti Vısegrat'tayız. Osmanlı, sabaşarak önce Buda kalesini, sonra Estergon'u, ardından Vısegrat'ı alıyor, fakat burayı savaşmaksızın. Dün (22Ağustos..) Esteregon bazilikası'nın papazı ölmüş. Tüm devlet arkanı buaradaymış, hala polis kaunıyor.. Anlamıyorum, asillerin sectiği vekiller neden asillerden, uani jalkatan korkup halkın içine çıkamaz ve güvenlik ordusu oluşturur.. Ha, düşmanlar.. hade be!!!
Saat, 13:36 solumuzda, burada da zerafetiyla bütün sakinliğiyle gücünü gizleyen görüntüsüyle akıyor. Tuna'nın hemen solunda yeşil ve maviye ve de sarıya yeslim olmuş Nagyımaros kasabası ve sağımızda "Renasıance Restauran". İlk geleneksel kremalı Ceylan çorbasıyla yemeğe başladık.
Çorba nefis, nefis olmasına da; Ececan Çorbacıoğlu, Bahar Soybay ve de gezimizin akıllı güzeli 10 yaşındaki İdil Taşdemir Ceylanın doğadaki masum duruşu nedeniyle 'Sıcak Ceylan çorbasına' pek sicak bakamadılar, aslında çoğumuzda.... Çorba, sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu'nun nefis et çorbası adeta..Fark, Kadriye'nin Alişke çorbasındaki minik hamurların Ceylan çorbasında yer alması.
Ardından, çok acıktığımızı anlamış olmalı ki "Trofeas et menusu" koşarak yanımıza geldi. Hindi budu ve dana biftek ve de salata Macaristan'ın bu menusunu beğendik, fakat benim evimde pişen tandırın damak tadını aşamadı. Sırası gelince yanımıza koşan; Böğürtlenli, kremalı, çikolata soslu be kaymaklı kestane tatlısı da güzeldi. Bu avcıların dağfaki menüsünden esinlenilerek yapılmış.. Ve de Şarap çesitleri ve su ve diğer içevekler. Restautan ilkin geleneksel çalgıları olan tören favullarıyla karşılıyor sizi.
Yerinizi aldıktan sonra da servisi Ortaçağ’dan gelen geleneksel Macar giysili çalışanlar yapıyor, başlarındaki şef eşliğindeki show'larla.. Yemek sonrası; kral, kraliçe, şovalye giysi ve silahlarla resimler çektirebilirsiniz. Hatta yina Ortaçağ işkence aletleriyle(Çivili sandalye, giyotin v.b) de resimler alabilirsiniz..
Bu muhteşem yerden 15:05'te ayrıldık. Çabuk-çabuk; Dunslaybcz, Tahitotlay, kısorohsi ve Leangfalu'dan geçiyoruz çünkü, sanatçılar kasabası Szentendye bir an önce varmak istiyoruz. Ve birbirine yakın ve birbirinin aynisi kasabaları aşarak 25 dakikada vardık da.. Bogdanı Utca(cadde) caddesi, bizdeki kapalı Çarşı'nın açığı..
Burada Ahmey Akyüz'ün ağabeyi Abdullah'ın 'Mavi noncuk hediyelik eşya' dükkanı var. Dükkanda Abdullah'tan önce sizi Balıkesirspor yazılı flama karşılıyor. İzniniz olursa bir antrpatantez açmak istiyorum. "Yıllardır AB'ye girmek istiyoruz. AB bizi almayacak yanına belli. Acaba girişimci ruhumizdan mı korkuyor, yoksa yobazımızdan mı? Dışarda 'özgürlükler tanıdığı için' sol partilere oy veren, Türkiye için oy kullanırken yobaza oy veren yobazdan korksaydı sınır dışı ederdi.
Batı galiba Anadolu insanının girişimci ve yaratıcılığından korkuyor. Düşünün, AB'ye alınmayan Anadolu insanı AB'ye çoktan girmiş. Her yerde varlar. Örneğin Budapeşte'nin ana caddesi olan Luzgaronic üzerinde dönerciler, İstanbul kebap, Antalya kebap. Savımı kanıtlar gibi."
17:30 Budapeşte'ye dönüş.. 20:30'da Tuna nehir gezisi başladı. Fortuna Varhegy 9 nolu iskele'den Tuna nehir gezisi başladı. Bilmem nasıl anlatılır. Yok, yok anlatılmaz bu görsel varsıllığın yarattığı muhteşem coşku ve heyecan duygusu anlatılmaz yaşanır ve herkes kendi duygusunu zihnine konuşlandırır. Her 2 yakadaki orta çağ yapıları olan, başta Macaristan'ın en büyük yapısı Parlamento binası... Ve üzerindeki 7 köprü- Ki bunlardan öyküsüne değindiğim Aslanlı köprü-, güneş paneli ile kendi kendini aydınlatan Kırmızı ayaklı köprü, Macar kahramanı Rakotski adını taşıyan köprü...
Slovakya- Bratislavya:
Hava; bulutlu ve yer-yer güneşli.. Hava sıcaklığı; 28 derece. 25 Ağustos 2015 09:10'da Bratislavya'ya doğru yola çıktık. Bıcske'yi 09:35'te. geçtik. Becs-Wien 210, Gyor 95, Tatabanya'ya 35 km var..
Rüzgargülleri ile dolu tarlalardan geçiyoruz. Orta Avrupa'nın tamamı Rüzgar Enerji Santralleri'nden ve de Güneş enerji panellerinden elektrik gereksinimini karşılıyor. Rüzgâr enerji santralleri daha yaygın. Bunun için gerekli rüzgârgüllerini Danimarka üretiyor. Dahası Rüzgâr Enerji Santralini Danimarka kuruyor, 5 yıl kendi işletiyor ve sonra devrediyor.
Slovakya 20. yüzyıla kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı idi. I.Dünya savaşında yıkıldı. 1918 yılında Slovakya, Bohemya, Moravya, Silezya ve Karpat Rutenya ile birleşerek Çekoslavakya adında bir ülke haline geldi. Sovyet döneminin bitişi ile başlatılan(AB ve ABD desteği ile) bölünme sürecinde bu cazibeye kapılarak, 1989 da Sovyetler’den ayrıldı. Ardından Kadife Devrimi’ni izleyerek 1993 yılında Çek Cumhuriyeti ve Slovakya diye ayrıldı.
Slovakya ormanı zengini bir ülke. Ormanlarında 4 bin çeşit mantarın bulunduğu söyleniyor. Enerjisini Nükleer santralla (%80) sağlıyor. Slovakça ve Çekçe konuşuluyor. Slovaklar, Almanlar, Macarlar, Avusturyalılar, Çekler ve Yahudiler şehrin geçmişinde güçlü izler bırakmış.
Slovaklar, Nazilerle anlaşıp ülkelerini korumak için tüm Yahudileri Almanlara teslim etmişler. 550 BİN nüfuslu ve de. Üç üniversitede 60 bin öğrencinin eğitim gördüğü önemli bir üniversite kenti bir başkent Bratislava. Bratislava 2 ülkeye(Avusturya'ya Macaristan'a) sınırı olan dünyada tek başkent. Slovakya’ya da ilk üniversitenin M.S. 465’te kurulduğu söylenmektedir. Ayrıca; Viyana ve Bratislava dünyada birbirine sınırı olan iki başkent olma özelliğini de taşıyor.
Saat,11:36. Slav kardeşliği anlamındaki 500 bin insanın yaşadığı ve 1541-1784 yılları arasında, Macaristan’ın başkenti olmuş Bratislava’dayız. (Brat:Kardeş anlamında)... Tarihi kent merkezi olan Staré Mesto bölgesindeki barok yapılar her Avrupa ülkesinde olduğu gibi elbette ki burada var. Şehir: bir yandan eski komünist yönetim zamanından halka gözdağı veren çirkin blokların yanında, 18’nci yüzyıldan kalma Barok(Rokoko) tarzı binalar da bulundurmaktadır. Bilmem anlatmaya gerek var mı?
Zaten; Avrupa’da; ‘Yüksek Ortaçağ Mimarlığı(M.S: 900-1200) olan Romanesk, Gotik, Rönesans ve Barok (devamı Rococo) tarzı kullanılmıyor. Erken Ortaçağ(M.S.: 450-900) yapılarına pek fazla rastlamıyorsunuz. İslam ve Bizans etkileri ise daha az bir tarz olarak karşınıza çıkıyor.
Saat, 12:00. Old Town (eski şehir) bölgesindeki Bratislavya’nın tek tepesinde(küçük karpat dağı) bulunan ve Osmanlı korkusu nedeniyle inşa edildiği söylenen beyaz kaleyi seyrediyoruz. Kale’den kentin panaromik resimlerini alabilirsiniz. Bratislava Kalesi beyaz renkli ve şehrin tepesine konumlanmış durumda. Kalenin dibinde minare olduğu söylendi, yıkılmış. Buradan tüm şehri kuşbakışı görebiliyorsunuz. Tuna nehri ve üzerindeki ilginç ve ünlü olan “Novy Most Köprüsü” bir harika.
Görülecek yerler, belirtiğim gibi Staré Mesto olarak adlandırılan şehir merkezinde Sadece yayalara açık olan bu bölgede heykellerin dışında kiliseleri görebilirsiniz. Türklerin yıktığı söylenen St. Michael Kilisesi yerine inşa edilen Trinity Kilisesi ve biraz kuzeyde kalan St. Martin's Katedrali de eski şehrin çevresinde yer almaktadır. Aziz Ladislava, Merhametli Kardeşler ve Kutsal Teslis Kiliseleri de görülmeye değermiş. Hlavne Meydanında (Hlavné námestie)bulunan Bratislava Şehir Müzesi (Múzeum Mesta Bratislavy) de görülmeye değer. Neoklasik tarzda inşa edilmiş Primatial Sarayı (Primaciálny Palác-1770 ) da ziyaret edilebilecek mekanlar arasında. Bezrucova üzerindeki mavi kilise de ilginç.
Özgürlük meydanı, günümüz yapılarıyla çevrili günümüz bir meydan dizaynı. Biraz ilerisindeki, Slovakya’nın ünlü şairi Pavol Hviezdoslav’nın (gerçek adı Paul Országh) heykelinin bulunduğu parkta dinlenebilirsiniz..
Kızıl ordu meydani eskiden nehirmiş. Burada Yahudi soykırım anıtı var. Ortaçağ’ın adeta simgesi olmuş Veba anıtını da görebilirsiniz. Slovakça dilini bulan Bernolak(1702-1813) heykelini de. Alman klasik müzik bestecisi. Ludwig van Beethoven’in Piyano çaldığı ve ev sahibinin kızına aşık olduğu evi, Klasik Batı Müziği'nin en üretken ve en etkili bestekârlarından biri olan Avusturyalı “Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart”’ın 6 yaşındayken piyano çaldığı ve 17 yaşında ilk konserini verdiği saray’ı ve 19. yüzyılın en önemli piyanistlerinden Franz Liszt’in 9 yaşında piyano çaldığı sarayı görebilirsiniz.
Klasik dönemin ünlü Avusturyalı bestecisi Franz Joseph Haydn de burada bulunmuş. Ayrıca; Kentin en eski caddesindeki; en altında atların, ortasında insanların ve en üste kuşların su içebileceği şekilde dizayn edilmiş ilginç bir çeşme görebilirsiniz. Mozart buradan su içti diye insanların su içmek için sıraya girmesi batıl inanç değil de nedir. Demek ki, mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlar her yerde yaşam buluyor.
Bratislav’ya, yapımcılığını Quentin Tarantino'nun üstlendiği ve Jay Hernandez (Paxton) , Derek Richardson (Josh) , Eythor Gudjonsson (Oli)’nun oynadığı ünlü Hostel filminin çekildiği yer.
Kent biraz muhafazakar milliyetçi duruşuyla tarihi yapılara pek sahip çıkamamış. Tüm ara sokaklarıın ve bölgenin salt yayalara açık olması gezintileri kolaylaştırıyor. Buralarda kiliseler ve tarihi binaları görseleyebilirsiniz, kareye kendinizi de alarak. Hlavné Námestie (Büyük meydan) meydanı, cafeleri ve 1572’de yapılmış, Roland Fountain, ya da diğer adıyla Maximillian çeşmesi ve kent müzesi bir harika.
Viyana ile birlikte Avrupa’da birbirine en yakın iki başkent unvanını da taşıyan ve Eski Şehir (Old Town) diye anılan Bratislavya, heykeller kenti aslında. Hem de eğlenceli heykeller. Örneğin; Schoner Naci heykeli, söylencelere göre 1900’lerde yoksul ve biraz da uçuk, fakat kendi ile barışık bir olan ve Bratislava sokaklarında herkese fötr şapkası ile selam veren 1897 doğumlu fenomenin anısına yapılmış.
Sokaklara mutluluk getirmesi amacıyla eski bir palyaçonun oğlunu simgelediği de söyleniyor. Orta Çağ’dan kalma 4 kapıdan biri olan ve Michalska sokağı üzerinde bulunan yeni Şehire açılan Michael’s Gate kapısı (kule) fazla özelliği olan bir ambiyansa sahip değil. Yalnız; üzerinde ejderha, altında ise şehrin “0” noktası kabul edilen yer var ve çeşitli şehirlere uzaklıkları belirtilmiş. İstanbul’da bunlardan biri.
Kanalizasyondan çıkan Çalışan adam olarak adlandırılan ve kente-kent insanlarına gülümseye ‘Čumil the Peeper’ heykeli de Schoner Naci heykeli gibi 1997’de yapılmış. “Çalışan Adam” gülümsemesine hemen gülümseme ile yanıt veriyorsunuz. 1805’teki istilanın anılarını canlı tutmayı amaçlayan ‘Napolyon’ heykeli ve de Deklanşöre basan paparazzi heykeli..Hepsi de ilginç ve güzel. Her birinin belirtiğim gibi ayrı-ayrı öykücükleri var. Görmedik, fakat dünyanın en eski kadın heykeli de buradaymış.
Alman’ların Pressburg, Macar’ların ise Pozsony diye isimlendirdiği ve dünyanın en dar apartmanına sahip Bratislava’nın Tuna üzerinde 5 köprüsü var. Birincisi ve en gösterişlisi, iki katlı, beyaz renkli olan Yeni Köprü(Novy Most). Kentin ortasından geçen “Dunay nehri” üzerindeki 5 köprü adeta Bratislav’yanın gerdanlığını oluşturuyor.
Bu köprülerden Novy Most köprüsü kolonsuz ve salt halat tutuyor. kentin sembolü kabul ediliyor. “Novy Most – Yeni Köprü”nun dışında dikkatı çeken 2 köprüsü daha var; Rusya’nın Alman mahkûmlarını çalıştırıdığı Stary-Most kentin en eski köprüsü. Apollo-Most köprüsününü bir adı da; UFO köprüsü. Uzay çağını çağrıştırıyormuş.
Dunay nehrinin kim olduğunu biliyor musunuz? Dunay, Slovence adı da Donava (İngilizce: Danube) olan Tuna nehri. Evet; Almanya'nın güneyinde Kara Orman bölgesinde Donaueschingen kasabasında Brigach ve Breg nehirlerinin birleşmesiyle 2 koldan meydana gelen ve Romanya’dan Karadeniz’e 2 koldan dökülen nehir.
Ve bu nehir tam 19 ülkeye, oluşturduğu havza alanlarıyla yaşam katıyor; “Romanya (%29), Macaristan (%11,6), Sırbistan (%10,2), Avusturya (%10), Almanya (%7), Bulgaristan (%5,9), Slovakya (%5,9), Bosna-Hersek (%4,6), Hırvatistan (%4,4), Ukrayna (%3,8), Çek Cumhuriyeti, (%2,9), Slovenya (%2), Moldova (%1,6), Karadağ (0,9), İsviçre (%0,2), ve diğer (<%0,1 Arnavutluk, Makedonya, İtalya ve Polonya)”
Hlavne Meydanı dışındaki Hviezdoslav Meydanı da gezmeye değer. Bu uzun meydan adeta Kültür-Sanat ve Alışveriş Merkezi. Tarihi Slovak Ulusal Tiyatrosu-opera binası (Slovenské Národné Divadlo) burada. Meydanda alışveriş yapabileceğiniz mağaza bulunuyor. Kaliteli restoranlar ve barlar ve de Konsolosluklar da bu meydanda.
Ne diyeyim; Avrupa bu; en yoksulu bile bizden varsıl. Kentler araç sesinden rahatsız olmasın diye ses emici panelleri bırak, metrolarda bile ses emici duvarlar dizayn edilmiş. Kent içinde klakson sesi yok. Ortak yaşam kültürü var, temizlik var, kent planlaması var, raylı sistem ağırlıklı ulaşım politikaları var. Dokunmadığımız mavi bizde de var, fakat o mavi göğün altında yok ettiğimiz yeşil onlarda da var. Var da var, bizde örselenen her şey onlarda da var, ama değerleri artmış halde..
Saat, 13:05. Gezdik, gördük, yazdık. Elbette ki yedik ve içtik de..Hem de Türkiye’de yapmadığımız burada yaparak. Yapmak zorunda kaldık aslında. Evet; MC Danılts bizi burada yemeye zorunlu kıldı. Aramıyorsun yemek yenecek yeri ve acıktığın için hemen bildik bir yere koşuyorsun. Damak tadının evrensel özünü yakalamış kapitalizm ve bizi MCD’de ye yönlendirdi. Bratislava batının yoksul kentlerinden biri. ABD en yoksul ülkede bile MCD ile para kazanabiliyor. MC Danılts da ille de bir şey yemek zorundasınız, aksi taktirde tuvaletine giremezsiniz, parayla. Kasa fişinin okutmaz iseniz turnike açılmaz altınıza kaçırırsınız.
Avrupa Birliği, tarihinin en büyük göç akınıyla karşı karşıya kalırken AB Komisyonu, 160 bin mülteciyi ülkeler arasında paylaştıracak zorunlu dağıtım planı hazırladı. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, mecburi paylaşım olmazsa serbest dolaşıma olanak sağlayan Schengen anlaşmasının (14 Haziran 1985-İlk; Hollanda, Belçika, Luksenburg, Fransa ve Almanya imzalamıştı) sisteminin çökeceği uyarısında bulundu. AB ve Euro üyesi Slovakya’nın pek göç sorunu yok.
Saat, 14:40. Avusturya’ya yolculuk başladı. 1 saat sürecekmiş..
AVUSTURYA-VİYANA
Saat, 14:45. Avusturya topraklarına girdik. Resmi dili Almanca. Almanca adı; Österreich. Doğu Alpler üzerinde kurulmuş bulunduğundan ülkenin aşağı yukarı dörtte üçü dağlıktır. En alçak yeri; kuzeyde ülkeyi batıdan doğuya kat eden 350 km uzunluğundaki Tuna Nehri' havzasıdır. Alpler Avusturya'da ülkeyi batıdan doğuya doğru üç sıra halinde kaplamışlardır. Ülkenin en yüksek dağı 3798 mt ile "Grossglockner"dir. Dünyanın 12.zengin ülkesi. Neler yok ki. Petrol ve kış turizmi büyük gelir odakları. 15. yüzyılda Avrupa'nın ve Hıristiyanların en güçlü devleti olmuş Avusturya.
Osmanlılara karşı savaşmaları ünlüdür. Örneğin Viyana kuşatmaları. 16. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti çeşitli seferler ile 1529'da Macaristan'ı, daha sonra 1540'ta Avusturya'yı yendi. İmparator I. Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı Devletine bırakılması ve senede 30.000 duka altın vergi vermek şartları ile bir antlaşma imzaladı. Böylece Osmanlı saldırıları son buldu.
Bilim, sanat, kongre, müzik, vals, kahve, pasta, ihtişam, tarih, inceliğin kenti. Doğrusu evrensel kültürün en etkin düzlemi olan Avusturya’nın başkenti Viyana’ya gidiyoruz. Kültür kenti, çünkü kent estetiği düşünüldüğü için klimaların bile dış cepheye takılması yasak.
Saat: 12:57. Viyana’ya 51 km kaldı derken erken geldi Viyana, Saat, 15:20’de..
Bu geliş, benim için 3. Viyana kuşatmasıdır.
Kuşatmaya Belveredere’den başladı. Bu aslında fethedeceğimiz yerlerin ön çalışması idi. Belvedere mi ne?. Belvedere bir saray; Viyana’nın 3. Merkez ilçesi Landstrasse´de iki parçadan oluşan barok stilde bir saray. 1668-1745 yıllarında Savoy(Fr. Dukalığı) Prensi Eugen emri ile yaptırılmış. Yukarı ve Aşağı Belvedere Sarayı olarak iki parçadan oluşan barok yapılar birbirine geniş ve etkileyici bir bahçe ile bağlıdır. Müze olarak kullanılan yapılarda çok önemli tarihi tablolar da var. Yukarı Belvedere Sarayı´nın en önemli özelliği ise 15 Mayıs 1955'da Avusturya'nın II. Dünya Savaşı'n dan sonra özgürlüğüne kavuştuğu anlaşmanın burada imzalanmış olmasıdır.
Savoy Prensi Eugen kim? Eugen aslen Fransız ordusundan kovulma bir asker. Habsburg hanedanı bu gence sahip çıkar ve Avusturya ordusunda önemli bir göreve getirir. İşte bu Eugene, Osmanlı’yı 2. Viyana kuşatmasında durduran adamdır. Bahçenin karşı tepelerden en yakınında olanında Osmanlı Padişahının otağı kurulmuş.
Savoy Prensi Eugen Belveder sarayın’ın arazisini av köşkü için alır. Mimar Fischer Von Erlach'a küçük sarayı, sonrasında da Yukarı Belvedere sarayını yaptırır.
Belvedere'nin prens Eugene'den sonraki sahibi, 16 çocuk sahibi Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'dir. (1717-1780- Beğendiği askerlerle ilişkisi olduğu söyleniyor). Yukarı Beldere Sarayı’nın önündeki çay içme ve kahvaltı köşkünü o yaptırmış. Hayvanat bahçesi 2 Saray’ın sağ tarafında ‘günümüzde’ inşa edilmiş.
Bildiğiniz gibi; Osmanlı’nın Viyana kuşatmaları ünlüdür: İlk kuşatma; 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde Avusturya Arşidüklüğü'nün başkenti Viyana, Kanuni Sultan Süleyman (I.Süleyman) komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından yapılmıştır.
Başarısız olan kuşatma sonucunda kale alınamamış ve Osmanlı ordusu İstanbul'a geri dönmüştür. 2. Viyana kuşatması ise; 1683 yılında IV. Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu'nun Viyana'yı kuşatması ile gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Arşidüklüğü arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı… Kuşatma devam ederken Lehistan Kralı Sobieski'nin 120 bin kişilik yardım kuvvetini, Kırım Hanı Murad Giray Han'ın durduramaması üzerine 2. Viyana Kuşatması da neticesiz kaldı.
Bir de ben kuşatayım dedim. Bu nedenle 3. Viyana kuşatmasına karar verdik, aile meclisi olarak. 24 Ağustos 2015 15:20’de Çorbacıoğlu ailesi olarak 3. Viyana kuşatmasını başlattık.
Sonuç almak için, Viyana içinden bir güce gereksinimimiz vardı. Bu da, Viyan’da büyümüş, Viyana’yı avucunun içi gibi bilen kuzenim Atilla Çorbacı idi. Acilen o’na ulaşmaya çalışmaya karar verdim.
Şöyle bir şansım vardı: Yine bildiğiniz gibi (zannetmiyorum ya); Kanuni’nin Birinci Viyana Kuşatması sonrası Avusturyalılar, şehrin merkezindeki çok yüksek kuleleri olan “Stefansdom Katedrali”ne Türk akıncılarını gözetleme görevini verilir. Akıncı gözetleme görevi resmen 1956 yılına kadar devam eder ve ancak 1956’da Viyana Belediye Meclisi “artık Türk kuşatması tehlikesi kalmadığından bu göreve gerek yoktur” kararı alarak 400 küsur yıllık bu görevi iptal etmişti. Bundandır ki, yani gözetlenme korkum olmadığı için Viyana’yı kuşatabilirdim.
Saat, 16:06’da Belvedere gezimiz bitti. Çok sayıda resimler çektik. Ring caddesindeki turumuza başladık.. Tuna nehrine paralel bir kanal tarafından 2 ucu kesilen Ring caddesi, U şeklinde eski şehrin merkezini çepeçevre dolaşan (çevre yolu adeta) bir cadde. Ring Caddesinin olduğu yerde, eskiden şehri çevreleyen surlar bulunurmuş. Viyana, Budaştepe’nin aksine Tuna nehrine uzakta konuşlandırılmış. Burada da Tuna nehir turu var, fakat Budapeşte’deki kadar görsel zenginliği yok. Türk elçiliğinin bulunduğu diplomatlar caddesinden geçiyoruz.
Kent merkezine ulaşmak için 6 km’lik Ring caddesini dik kesen cadde ve sokaklara girmeniz gerekir. Ki öyle yapacağız. Böylelikle, Viyana’nın en ünlü yemeği olan şnitzelin yapıldığı (endişelenmeyin tavuk ve süt danasından da yapılıyormuş) kafeleri, ünlü marka mağazaları, Mozart çikolatalarının satıldığı pastaneleri, butikleri, Svarovski kristallerinin (İcat ettiği makine ile camı parlatarak, mücevherden kıyafete, ayakkabıdan saate, tüm aksesuar ve eşyalarımızda kullandığımız göz alıcı taşların öyküsünü 1895’te başlatan Daniel Swarovski’den adını alıyor)satıldığı mağazaları görebileceğiz.
Ve de dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehirlerden olan ve UNESCO tarafından dünya kültür mirasına eklenen, Birleşmiş Milletler ve petrol üreticisi olması nedeniyle “Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)”’e ev sahipliği yapan, klasik müziğin esas düzlemi Viyana’nın özünü yakalayacağız.
Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph(1848-1916)’in yaptırdığı çevre yolu, yani Ring Caddesi adeta, tarihi yapıların konuşlandığı “bulvar müzesi” adeta; Opera binası, Avusturya Parlamentosu, Belediye Saray’ı, Adak Katedralı, Borsa binası, Mozart Evi ve Müzesi ve diğer ünlü müzeler 1365 yılında Avusturya Dükü IV. Rudolf tarafından kurulan Viyana Üniversitesi (Latince adı: Alma Mater Rudolphina). Viyana Güzel Sanatlar Akademisi, Habsburg’ların ikamet ettiği iki saraydan kışlık saray olan Hofburg Sarayı v.d burada..
Ring’i dolaştıktan sonra turist gruplarının buluşma noktası olan Opera’nın yanından Viyana’nın kalbi Stephan Meydanı(Stephansplatz)’na doğru uzanan oldukça işlek, araç trafiğine kapalı Kartner Caddesi’ne giriyorsunuz. Hemen sizi; mağaza, kafe, restoran ve pandomim sanatçıları karşılıyor. Meydandan yine araç trafiğine kapalı Graben Caddesi’ne de girmek zorundasınız, çünkü güzel binalar ve heykeller ile süren bir yol. İşte bu bölgenin adı, Kartner bölgesi.
Kartner bölgesinin tam başında; Dünyanın en muhteşem iki-üç operasından birisi, hatta dünya operasının merkezi kabul edilen, Viyana Devlet Operası karşınıza çıkıyor. Mozart’ın, Don Juan (Giovanni) adlı bestesiyle açılmış (1869). Bu bina; Ring meydanında tamamlanan ilk bina olma özelliğini taşıyormuş.
Belediye sarayı burada, İlginç bir öyküsü var: Viyana’nın ilk bu opera binası, çok fazla kişi tarafından eleştirilince, özellikle Tren Garı’na benzetildiği için, binanın mimarı Edward van der Nüll intihar etmiş. böylesi eleştiriyi yapanın, İmparator Franz Joseph olduğu söyleniyor.
Öyle ki; binanını 2. mimari August Sicard von Sicardsburg de Eduard’ın ölümünden 10 hafta sonra ani bir kalp kriziyle ölmüş. Her ikisinin ölümü de 1868. Bu nedenle opera binasının 1869’daki açılışını görememişler (Erdemi görüyor musunuz; bizde çürük yapılarıyla binlerce insanları öldürenler ödüllendiriliyor). 1945 yılındaki bombardımandan sonra, orijinal binaya uygun olarak yeniden inşa edilmiş.
Biraz abartılı olacak, fakat buradaki konsere gidebilmek için 12 yıl sonrası için yer ayırtılabildiği söyleniyor. Viyana Parlementosu, Viyana Belediyesi ve ünlü müzeler, Habsburg’ların ikamet ettiği iki saraydan kışlık saray olan Hofburg Sarayına ait yapılar olduğunu belirteyim.
Belediye Sarayı (Wiener Rathaus): Neo-Gotik tarzda 19. yüzyılın sonunda inşa edilmiş yapılmış Kent ve Eyalet Meclisi'nin binasıdır. En dikkat çekici unsurların başında ön cephede yer alan ve en tepesinde üç metrelik dev heykelin bulunduğu dev merkez kule ve insanı büyüleyen taş süslemeleri gelmektedir.
Avusturya Parlamentosu: Bina, 1874 ve 1884 yılları arasında mimar Theophil Hansen’in tasarımına göre inşa edilmiştir. Mimari tasarımı, “demokrasinin beşiği” olan antik Yunanistan mimarisinden esinlenmedir. Bu yapı üslubuna “Tarihselcilik” adı verilir. Artan eğimli yolu ve önündeki heykelleriyle inan insanı büyüleyici antik yunan tarihine taşıyor.
1920 senesi sonrası (ikinci dünya savaşı hariç;1934-1945) Avusturya Cumhuriyeti’nin federal yasama organları olan Milli Meclis ve Federal Meclis’in merkezidir. Elbette ki İkinci Dünya Savaşı’nda burası da bombalanmıştır. Adak Kilisesi (Votivkirche): İmparator I. Franz Joseph’in kardeşi Ferdinand Maximilian'ın çağrısı üzerine kardeşinin silahlı bir saldırıdan kurtulduğu için Tanrı’ya bir minnet amacı ile halktan kilisenin inşası için adakta bulunmasın isteyerek yaptırdığı kilise...
Avusturya, Faşist olan Almanya ve İtalya arasında kaldığı için bu iki ülkenin siyasi ve ekonomik baskılarına dayanamayıp, 1938 Mart'ında Hitler-Almanya'sına dirençsiz teslim olmuştu. 1889 Avusturya doğumlu Adolf Hitler ilk Viyana ziyaretinde, yani Kasım 1938'de “Kristal Gece(Almanca; Reichskristallnacht)” denen gecede; bütün sinagoklar ve Yahudi mağazaları ateşe verdirip yağmalattı. Bunların başında, daha önce kabul edilmediği “Modern Sanatlar Üniversitesi” gelir. Bir söylentiye göre, saldırılara Kristal Gece denmesinin sebebi; saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenmeymiş.
Mozart’ın evi ve Muzesi: Mozart'ın 1784-1787 yılları arasında yaşadığı ve Figaro'nun Düğünü’ nü bestelediği ev burada: Dahası; Viyana’da bütün yollar, Stephansdom Katedraline çıkıyor. Viyanalılar, bu yapının, kentin ruhunu simgelediğine inanıyorlar. Aralarında Mozart'ın da bulunduğu, birçok müzisyen, kral ve ünlünün evlilik törenlerinin yapıldığı yapı aynı zamanda. Her kulesinin bir efsanesi olduğu söyleniyor. İşte bu görkemli yapının arkasındaki sokakta Mozart'ın 1784-1787 yılları arasında yaşadığı ve Figaro'nun Düğünü ‘nü bestelediği ev bulunuyor.
Viyana Güzel Sanatlar Akademisi (Akademie der bildenden Künste Wien. 1600’lerde):
Deniyor ki; “Adolf Hitler, 1908’de ilki olmak üzere tam üç kez sınavlarına girdiği Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilseydi, 2. Dünya Savaşı olmayabilirdi. Stalin, annesinin ısrarıyla yazdırıldığı Tiflis’teki dini okulda papaz olarak kalsaydı, 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi.”
Her ikisi de, bir şekilde yine insanları katleder, özellikle Hitler alınmadığı Akademiyi yine yakardı, çünkü bunların fıtratında kötülük vardı. Ruhunda sanat olan insan Sanatlar Akademisini yakar mıydı?
Saat, 16:25, Viyana’nın göbeğindeki ve Burgring caddesinin önündeki Maria Theresa meydanındayız: Hofburg İmparatorluk Sarayı (Cumhurbaşkanlık Köşkü): burada. Meydanın ortasındaki devasa heykel dikkatinizi çekiyor. Derebeyi olan atlı oğulları arasında Maria Theresa ihtişamıyla oturuyor. Heykelin iki yanında, simetrik iki bina Güzel Sanatlar Müzesi ve Doğa Tarihi Müzesine dönüştürülmüş.
Viyana’da Habsburg’ların ikamet ettiği iki saray var. Bunlardan kışlık saray olan Hofburg Sarayı şehrin merkezinde yer alırken, Schonbrunn sarayı ise yazlık saray olarak kullanılıyor ve şehrin biraz dışında kalıyor. Sarayda 4.659.852 tane tarihi eser vardır. Fransız Kraliçelerinden Marie Antoinette Hofburg Sarayı'nda dünyaya gelmiştir. Bu saray 1654 yılında yaptırılmıştır. Ayrıca; Viyana Hofburg sarayının içinde ise Franz josef ve kraliçe Elizabeth’in (sisi) o dönem bu sarayda yaşarken kullandıkları eşyalar da sergilenmektedir.
Bunun yanı sıra Napolyon ve Osmanlı’ya karşı kazanılmış zafer anıtların da buraya ayrı bir anlam katmaktadır. Bir önemli olgu da dünyanın başına bela olan Adof Hitler’in Almanya+ Avusturya birlikteliği için konuşma yaptığı yer.
Hofburg'un görkemli girişi olan "Michaelertor" Elit mağazalar ve kafelerin sokağı olan "Kohlmarkt"'a çıkarsınız. Michaelertor'un yakınındaki geniş bir avlunun etrafına 16.yüzyılda kurulmuş olan kare biçimli "Stallburg"' adlı yapı karşınıza çıkar. Hofburg kompeksinin ahırları vardır burada.
Stallburg'un hemen önünde, dünyaca binicilik okulu, "Spanische Reithofschule" (İspanyol Binicilik Okulu) bulunmaktadır. Habsburg hanedanı, İspanya'dan gelen atları yetiştirip eğitmek için kurdukları bu okul halen varlığını sürdürmekte ve her gün Binicilik Okulu olarak bilinen bu binada, bir buçuk saate yakın süren gösteriler yapılmaktadır.
Michaelertor'dan içeriye girdiğimizde karşımıza çıkan Hofburg Kompleksi'nin en geniş avlusu insanı şoke eden bir tarihi görsellik sunuyor. Adını bilmediğimiz bir festival vardı; insanlar yiyor ve bira içiyorlar, tümü zom. Zannedersem bir bira üreticisinin festival niteliğinde ürün tanıtım organizyonuydu. Avlunun bir kanadında kanadında, 16. yüzyıla uzanan tarihi yapılarla karşılaşıyorsunuz.
Örneğin ilgi çekici Barok saat kulesiyle "Amalienburg". Avlunun bir diğer yanında yer alan, 16. yüzyıldan kalan Rönesans kapısı "Schweizertor", Hofburg Kompleksi'nin en eski kısmı "Alte Burg"a giriş sağlamaktadır. Schweizertor'daki merdivenlerden 13. yüzyılda inşa edişmiş olan, Hofburg Kompleksi'nin şapeli "Burgkapelle"'ye çıkıyorsunuz. Kaiserappartements saray daireleri ve hazinenin ziyaret edilebileceği kısımdır.
Michalertor'un sağında kalan kanatta yer alan "Reichkanzleittrakt" ve "Amalienburg"'daki saray dairelerinde İmparator Franz Joseph (1857-1916) ve İmparatoriçe Elisabeth'in (1854-1898) yaşadıkları saray odaları yer almaktadır.
Hofburg Kompleksi'nde yer alan müzeleri de gezdikten sonra, yine Michaelertor içerisinden geçerek az önce sözünü ettiğimiz büyük avluya tekrar girip, karşısında yer alan geçitten devam ederek "Heldenplatz(Anlamı; Kahramanlar Meydanı)"'a varıyoruz. Kahramanlar Meydanı’nın (Heldenplatz) hemen solunda, "Neue Burg" bulunmaktadır.
"Neue Burg"; Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün 1895′te başlatmış olduğu kazılar ile ortaya çıkan Türkiye- Efes Antik kentindeki çok sayıda buluntuların yer aldığı ve Hofburg Kompleksi'nin en genç yapısı olan "Ephesos Museum"'a ev sahipliği yapan yer.
Heldenplatz'ın her iki tarafında bulunan gösterişli heykellerden en çok sözü edilen, Hofburg Sarayı parçası olan Neue Burg'un hemen önünde yer alan, Osmanlı savaşındaki kahraman "Prens Eugéne Heykeli"'dir. Oldukça geniş ve ferah bir bahçe olarak da özetleyebileceğimiz bu meydanın sağ tarafında, Neo-Gotik mimarisi tasarımı ile yapılan Viyana Belediye Binası (Almanca:Wiener Rathaus) bulunmakta ve dev kuleleri tüm görkemiyle Hofburg'u selamlamaktadır..
Kulenin üzerine Viyana'nın sembollerinden olan Rathausmann heykeli konulmuş. Rathause’un üstünde bulunan Rathausmann adında bir heykel aynı zamanda laikliği sembolize ediyor. Nedeni; binanın yakınında bulunan Votiv Kirche Kilisesi’nin yüksekliği Rathause ile aynı olduğu için, binanın üstüne bir insan heykeli dikilerek Rathuse’un kiliseden daha yüksek olması sağlanmış.
Bu da, halkın seçtiği yöneticilerin kilise karşısındaki üstünlüğünü, yani laikliği sembolize ediyor.. Binanın karşısına büyük park yapılmıştır. Keltler’den sonra gelen Romalılar’dan kalma antik kalıntılar, Atlı arabaların müşteri bekledikleri alanın hemen altında, korumaya alınmış küçük bir kalıtı. Belli ki, Hofburg kompleksi resmen antik roma kenti üzerinde inşa edilmiş..
Heldenplatz'ı geçip Neue Burg'un arkasına doğru kıvrıldığımızda bizi 20. yüzyılın başında halkın girişine açılan, bir ucunda "Mozart Anıtı"'nın yer aldığı saray bahçesi "Burggarten" karşılar. Bahçenin karşısında Jugendstil mimarı Friedrich Ohmann'ın seraları bulunmaktadır.
Sarayın İmparatorluk döneminde faaliyet gösteren binalarının bir kısmı günümüzde, yukarıda belirttiğim gibi saray müzesi olarak kullanılırken, diğer binalarda ‘yine yukarıda belirtiğim gibi’ Viyana Parlementosu, Viyana Belediyesi ve Viyana’nın diğer ünlü müzeleri faaliyet gösteriyor. Hofburg Sarayı Müzesi; İmparatorluk Daireleri, Gümüş Koleksiyonu ve Sisi Müzesi olarak üç bölüme ayrılmış durumda. Sisi Müzesi’nde Sisi’nin hayat hikayesi anlatılıyor. Franz Joeseph aslında Sisi’nin ablasını istemeye gitmiş ancak Sisi’ye ilk görüşte aşık olduğu için vazgeçip Sisi ile evlenmiş.
Saat, 17:05. Graben semtindeki Stephan meydanındayız. Karşımızda, etkileyici ve de Viyana’nın en tanınmış sanat eserlerinden biri olan Veba Sütunu. 75 milyon olan Avrupa’nın üçte birinin salgına yakalanarak ölmesi anısına yapılmış.
Deniyor ki; “Veba’nın bu denli etkili olmasının en büyük nedeni hastalığın neden kaynaklandığının anlaşılamaması ve ilacının bulunamayışıdır.”. Hade be, Orta Çağ Avrupası, açlık ve pislki içerinde olmasıdır Veba salgının. Ne zaman Avrupa 18.yüzyıl sonrası uygarlaştı, modern ve planlı kentleşmeye gitti, alt yapılar yapılanmaya başladı, hastalık da gitti. Salgın ilk olarak Uzak Doğu’da ortaya çıkmış ticaret amaçlı yapılan İpek Yolu kervanları vasıtasıyla hastalık virüsü geniş alanlara yayılmış tezine inanmıyorum. Neden, Uzak Doğu ülkelerinde veba anıtları yok? Neden, Orta ve Yakın Doğuya sıçramamış?
Onun karşısında da; Aziz Stephan Katedrali (Almanca: Stephansdom, asıl ismiyle Domkirche St. Stephan zu Wien) Viyana'nın merkezinde. Katedral kendi ile aynı adı taşıyan Graben semtindeki Stephan meydanında (Stephansplatz) yer almaktadır. Dahası; “Stephansdom (Saint Stephen’s Catedral)”; Viyana Devlet Operası’nın (Staatsoper)” yanından geçen “Kärntnerstraβe” ile “Tuna Kanalı (Donaukanal)” tarafına uzanan “Rotenturmstraβe” caddelerinin birleştiği eski şehrin en önemli meydanlarından biri olan “St. Stephansplatz’” üzerinde yer alır. Kilise Avusturya dükü Rudolf tarafından, Roma gotik mimari tarzıyla 1365 yılında inşa edilmiş. Viyana piskoposluk ruhani dairesinin ana kiliselerindendir. Şu anki Viyana Başpiskoposu Christoph Schönborn'nun ikametgâhıdır.
Stephansdom Katedrali için Viyana’nın kalbidir derler. Bu nedenle Innere Stadt yani iç Kent’teki şehir turu buradan başlarmış. Tepesindeki, çok sözü edilen gözlem kulesiyle birlikte 137 metre yüksekliğinde olan Stephansdom, 8 asırdan bu yana, yangınlara, Osmanlı toplarına, Rus ve Nazi bombardımanlarına başarıyla direnerek, Viyana’nın sembolü olmayı sürdürmüş.
Romanesk, Gotik ve Barok üç ayrı mimari tarzının birleştiği katedralin her yandan gözükebilir olması nedeniyle, kaybolmama adına adeta burası buluşma noktası Kuzey kulesinin tepesindeki 20 tonluk ve sadece şu an yılması arifelerinde kullanılan Pummerin çanının yapımında kullanılan bronzun l683 kuşatmasında ele geçirilen Osmanlı toplarından yapıldığını söyledi Asil Asımgil kardeşimiz.
Katedral hakkında bir söylenti var: kızıl elma. Oğuz Türkleri için düş olan meşhur kızıl elmanın bir ucunun, bu katedralde bulunan bir top olduğu söyleniyor. Hatta, bu top üzerinde “ay-yıldız” işareti varmış.
Katedralin yapımına 1240 yılında başlanmış ve ancak, 1365 yılında tamamlanabilmiştir.
Ana girişin, iç duvarında: “05” rakamı varmış. Bu rakam, Nazilere karşı, 1944 yılında başlayan Avusturya direniş hareketinin kod numarasıymış.
Katedralin en dikkat çekici yeri; XV. yüzyılda inşa edilen 137 metre yüksekliğindeki, “Steffi” olarak bilinen “Güney Kulesi’dir”. Kulenin en üst noktasında çift başlı kartal yer alır.
İlginç öyküsü var Katedral’ın: Kanuni’nin Birinci Viyana Kuşatması sonrası Avusturyalılar, şehrin merkezindeki çok yüksek kuleleri olan “Stefansdom Katedrali”inin, "Pummerin" adını taşıyan büyük çanının olduğu kulesine 1534'de Türk akıncılarını gözetleme görevi verilir. Akıncı gözetleme görevi, 1956’da Viyana Belediye Meclisi “artık Türk kuşatması tehlikesi kalmadığından bu göreve gerek yoktur” kararı alarak 400 küsur yıllık bu görevi iptal etmiş.
Gözetleyen olmadığı için rahat geziyoruz derken rahatımız bozuldu erken. Çünkü, yürümekten topuğumuz düştü. Ayakkabı bulamıyoruz. Burada, altın çekiç kundura tamircisi yok ki. Ne yapabiliriz. Ayakkabı alacağız. Mağaza bulamıyoruz. Yürüyebilmek için sakızla yapıştırdık topuğu ve adım atar olduk. Graben semtindeki tüm sokakları ve caddeleri kat ettik. Korkumuz, topuğun her an düşmesi.
Sonunda Stephan meydanında (Stephansplatz) H&M mağazasında, yani; Hennes & Mauritz (H&M) AB bir İsveçli uluslararası perakende giyim firmasında bir ayakkabı bulduk. Baktık sakız topuğu bırakmıyor, bizde ayakkabıyı bırakmadık, ötele sakızlı topukla döndük. Ayakkabıyı giydik rahat değil. Sakızlı topuğa devam ettik. İnanırmısınız, hala topuk sakızdan ayrılmadı ve böylelikle sakızlı ayakkabısı oldu sevgili eşim Kadriye Çorbacıoğlu’nun. H & M’ye tekrar dönmeyi düşündük, sakızlı ayakkabı patentini satmak için, fakat vazgeçtik. Çünkü; “siz, insanlar için ayakkabı değil de, dolarlar için ayakkabı kutusunda uzman değil misiniz” derler korkusuyla…
25 Ağustos 2015: Wıenerwald(avusturya'da ve almanya'nın bavyera civarlarında göze çarpmış bir restoranlar zinciri. ana faaliyet konusu schnitzel'dir)-Seegrote-Mayerling-Baden ve Schönbrunn Sarayı ve bahçeleri gezisi var bugün:
Saat 08:30’da, Avusturya ormanlarını ve içindeki 2 katlı güzel evleri seyrederek ilerliyoruz. Karşımızdaki tepede görkemli Lihtenştayn Kalesi..
Saat, 09:00 Seegrote’deyiz. Viyana' ya yakın mesafede(17 km) bulunan, gizemli bir atmosfere sahip efsanevi mağara ve Avrupa’nın en derin yer altı gölünün bulunduğu muhteşem yer. Yaz mevsiminde bile içeri girişte mont, hırka giymeniz gerekir. Dar tünellerde geçen yürüyüş ve ardında gondol kısabir gondol gezisi. Adeta Vikigler gibi baskına gider durumdayız. Işıklandırmalar da bu ortama ayrı bir gizem katmış. Labirentler aynı zamanda bir müze görünümünde. Bir belgesel seyreder gibi labirentleri geziyorsunuz. Burası;Hollywood filmlerine de set olmuş. Charlie Sheen, Kiefer Sutherland, Chris O’Donell’in oynadığı 1993 yapımı Üç Silahşorlar filminin yaklaşık 20 dakikalık kısmı burada çekilmiş.
Seegrotte 19.yy’da alçı taşının bulunması ile alçı taşı madeni olarak faaliyete geçmiş. Günümüzde inşaatlarda kullanılan malzemeler o tarihte keşfedilmediğinden alçı taşına talep yüksek. Talep artınca 20. yy’ın başlarında maden genişletilmeye karar verilmiş. Çalışmalar sırasında yer altı su kaynağı bulunmuş ve tüm madeni su basmış. Sonuçta maden kullanılamaz hale gelmiş. 1930’lu yıllarda Avusturyalı bir girişimci madeni satın alıp suların bir kısmını tahliye ederek burayı turizme açmış.
İkinci Dünya Savaşında ise Hitler tarafından burası uçak yapım fabrikasına dönüştürülmüş. Jet motorlu uçak yapımına çalışılmış. Gövdesini burada üretip dışarıda montajını yaptırıyormuş. Savaşın son günlerinde, yani 1944’te bu başarılsa da kullanma fırsatı bulamamış. Eğer bu fırsatı bulsaydı savaşın kaderinin değişeceği, savaşın çok daha uzun yıllar süreceği, belki de Hitlerin tüm dünyayı ele geçirmeye çalışacağı söyleniyor. Anlaşılan, dünya büyük tehlike atlatmış.
Savaşın bitmesine mutabık Seegrote’e tekrardan turizme açılmış. Şu an dünyanın dört bir yanından pek çok meraklıyı kendisine çekmekte. Özellikle İkinci Dünya Savaşındaki önemi nedeniyle pek çok belgesele konu olmaktadır…
Mağara çıkışı, memleketimin karayemiş ağaçlarından minyon yemişini yedim, resmini çektim. Çay içtik, Ececan kahve içti. İçecek listesinde kahve “Mehmet efendi kahvesi” olarak yazılmış. İlginç geldi bana.
Kahve deyince; daha önce duyduğum veya okuduğum iki söylence geldi aklıma. 2. Viyana kuşatması sonrası ilginç öyküler ve efsaneler bunlar:
Kuşatma sonrası, geri çekilen Osmanlı bıraktığı ağırlıklar (ganimetler) arasında, Mehter Takımı simballeri(Zil), kös davulları, hatta üçgen ziller (triangle) bulunmaktaymış. İşte bu aletler kuşatma sonrası Batı Müziği’ne girmiş. İkincisi; Osmanlı bıraktığı ağırlıklar arasında çekilmemiş kahve çuvalları da varmış. Savunmada kahramanlık gösteren bir tüccara verilir ve Avrupa önce deve dışkısı sandığı kahveyi tanımış.
Kendisine verilen çekilmemiş kahveler ile Avrupa’nın üçüncü, Viyana’nın ilk cafesini açmış. Bu arada Cappuchin(başlıklı pelerin) giyen rahip arkadaşı Marco D’Aviano acı kahveyi bal ve süt ile tatlandırıp köpürterek sıcak bir içecek yapıyor. İçeceğin rengi kendi elbisesini andırdığından, hemen isim babalığı yapıyor ve sunuma ‘Cappuchino’ deniyor.
2. Viyana kuşatmasıyla ilgili yakın zamanda “11 Eylül 1683” adlı film yapıldı ve İtalya'da 11 Nisan 20013’te vizyona girdi. Film söylenenlere göre, Osmanlı ordularının Viyana kuşatmasında bozguna uğramasını ve de Polonya’yı 2.Viyana kuşatmasında savaşa girmesi için ikna eden ve de Capuchino’yu bulan Marco D’Aviano’nun yaşamını anlatıyormış.
Bana göre film;11 Eylül ikiz kulelere yapılan saldırıya vurgu yapılan ‘İslam Aleyhtarı’ bir film. Tıpkı, bizim, bu film öncesi vizyona sokulan(2012) Hıristiyan aleyhtarı abartılı “Fetih 1453” filmi gibi(kim bilir, onlar da bu filme tepki olarak 11 Eylül 1683’u vizyona soktu). “11 Eylül 1683”’un ilginç öyküsü var: Ünlü İtalyan yönetmen Renzo Martinelli, “11 Eylül 1683” adlı yeni filminde Kırım Hanı Murat Giray’ı oynaması için Halil Ergün’e, IV. Mehmet’i canlandırması için de Ahmet Mümtaz Taylan’a teklif götürdü. Her iki oyuncu da tarihi gerçeklerin saptırıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Müslümanlığı karalayan bu filmde oynamayı reddettiler.
Saat, 10:20 Mayerling köşküne doğru yola çıktık, ayni cennetin izdüşümü üstünden. Sanki, Doğu Karadeniz’in doyumsuz yeşil ve göğün mavisiyle harmanlanmış doğasındayız. Saat, 10:36’da Mayerling köşkündeyiz. Benim için fazla da ilginç olmayan bir “Mayerling Facia” öyküsü anlatıldı: Avusturya imparatoru Franz Joseph ve imparatoriçe Elisabeth'in tek oğulları olan veliaht prens Rudolph ve 17 yaşındaki Barones Mary Vetsera'nın 30 Ocak 1889 da Viyana yakınlarındaki Mayerling köşkünde intihar etmelerinin öyküsüdür.
Prens gelecekteki tahtan çok felsefe, edebiyat ile ilgili idi. Rudolph'ün veliahtlığının gereği olarak 1881 yılında Belçika kralının kızıyla evlendirildi. fakat prens kısa bir süre sonra bu sıkıcı ve zoraki evlilik yerine barones Mary Vetsera ile bir aşk hayatı yaşamayı tercih etti. fakat bu aşkın asla evlilikle sonuçlanamayacağını anlayan prens ve Mary çekildikleri Mayerling köşkünde birlikte intihar etmişler.
Öldürüldükleri de söyleniyor. Dahası, Çift intihar veya cinayet(double suicide or murder) deyimi ile anılır. Saat, 11: 20. Baden(temiz su): Avusturya'nın Aşağı Avusturya Eyaleti'nde kaplıcalı kasaba ve ilçe merkezi. Kentin nüfusu yaklaşık 25.000'dir (2005). Viyana'nın güneyinde bulunan Mödling'in güneyinde ve Viyana Ormanları'nın doğusunda bulunur.
Bölge daha Roma öncesi dönemde bir yerleşim bölgesiydi. Bölgenin kaplıcası çok eski dönemlerden beri bilinmektedir. Romalılar'ın Aquae olarak adlandırdıkları kükürtlü termâller, imparatorluk zamânında da yaygın olarak kullanılmıştır. Ludwig van Beethoven ve Wolfgang Amadeus Mozart gibi isimler, bu kaplıcaların ziyâretçileri arasındaydı. 1480 yılında şehir statüsü kazandı.
Baden, II. Viyana Kuşatması'nda çok zarar gördü. 1683'ten önce 1.700 kadar olan nûfus, kuşatmayı yapan askerlerin çekilmesinden sonra 300'e indiği ve şehrin kuzeydoğu duvarı kıyısında bulunan Sankt Stefan Kilisesi'nin (muhtemelen kulenin savaşta kullanılmasından dolayı) çok hasar gördüğü yazılı kaynaklarda vardır.[1].
19. yüzyılda saray halkının yazlık yerleşim yeri oldu. 1812'de kentin önemli bir kısmı bir yangında zarar gördü. 19. yüzyılın silâhlarına karşı savunma imkânı veremeyen şehrin duvarları, artık eski ve gereksiz görülmeye başlandığından birçok Avrupa kentinde de olduğu gibi Baden'in duvarları 1805'te yıkılmaya başlandı; 1814'te son kent kapısı yıkıldı. Duvarın artan birkaç bölümü, 19. yüzyılın sonuna kadar mevcuttu. Eskiyi hatırlatan ve üzerinde 1567 yılı yazılı olan bir mazgal, Batzenhäusl ile kent tiyatrosu arasında bulunan bir köprüde bırakıldı[2].
1945-1955 yılları arasında Baden'de Sovyet işgâl bölgesinin ana askerî karargâhı bulunuyordu. O yıllardan kalma Martinek kışlası, 2008'e kadar Avusturya Silâhlı Kuvvetleri'ne hizmet etmeye devâm edecektir.
Sıra geldi “Schoenbrunn yazlık sarayına”. Avrupa’nın en güzellerinden bir olan Schoenbrunn yazlık sarayını(Almanca:Das Schloss Schönbrunn) ise Maria Theresa yaptırtmış. Osmanlının 1683'deki II. Viyana Kuşatması'nda, çevredeki binalar yok edildi. Devasa büyüklükte müthiş bir saray parkı Schlosspark var. Bu park,1744-1749 yılları arasında imparatoriçe Maria Theresia tarafından bahçe olarak yaptırılmış. Güzel çeşme anlamında gelen “Schoenbrunn Sarayı”’nın öyküsü şöyle: Sarayın arazisini 1569'da, Kutsal Roma İmparatoru Maximilian II, arazının ortasında kaynayan bir su görüyor ve tadını çok beğenince burayı satın alıyor. Suyun üstününe bir çeşme yaptırmış.
Çeşmeye de güzel çeşme(güzel bahar da diyen var) yani Schönbrunn adı verilmiş. II. Maximilian, Eski Mısır’dan beri var olmuş ve değişik kültürlerde farklı formlarda uygulanmış, Orta Çağ Avrupası’nda çok popüler olan eskrim yapılması için alan düzenletmiş. Bunun yan sıra alana; sülünler, ördekler, karaca ve damızlık domuz bulundurmuş. Eğlenceli avlanma bölgesi olarak da değerlendirilmiş.
Bahçeleri ve çeşmeleriyle tanınan bin 200 odalı sarayın hayvanat bahçesi ise Avrupa'nın en eskilerinden. Bu yazlık saray İmparator Franz Joseph'in eşi, Sissi adıyla tanınan ve Cenova’da İtalyan anarşist Luigi Lucheni tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülen İmparatoriçe Elisabeth'in en sevdiği mekandı. Kızlarını Avrupa’nın çeşitli hükümdarlarıyla evlendirdiği için Avrupa’nın anası olarak kabul edilir.
Bunlardan biri de Fransız kraliçesi olan en küçük kızı Maria Antoinette(1755). Şımarık, hoppa olduğu söylenir. Biz kendisinden çok onu “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” sözü ile bilirdik, fakat o sözde onun değilmiş. Bazıları bu sözün annesi Maria Theresa’ya ait olduğunu söyler. Bazıları da, saray çalışanları “ekmek bitti biz ne yiyeceğiz” deyince, Maria Antoinette iyi niyetle bizim yediğimiz ekmeği yiyin. O da kaliteli ekmek türü olan "brioche" imiş.
Fakat, Fransız devriminde kadınlar ekmek istiyoruz diyerek bağırınca, sözde Maria Antoinette “Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” demiş ve giyotinle kafası vurulmuş. Anlamsız tarih dersi verircesine niye bu kadar uzattım ki..Fakat Ağustos öğle sıcağını da fazlasıyla yedik. Bu saatte gelecekseniz, kesin şemsiyeniz olsun çünkü kafanıza yağan sıcaklık sizi sırılsıklam yapıyor ve de o ağaçsız, rengârenk çiçeklerin oluşturduğu tablo güzelliğindeki devasa bahçeyi gezmekte zorlanıyorsunuz. BURADA KALDIM 17 EYLÜL 2015 20:00………………………………………….
Museumsquartier: Viyana'nın 7. Merkez İlçesi Neubau'da ki eski ve yeni başta olmak üzere sanat ve müzeler'in oluşturduğu bir binalar topluluğu Museumsquartier’de cafesi bulunan kuzenim Atilla Çorbacı’nın yanına götürecek bizi Asil Asimgil.. Atilla; sevgili Annem Emine Çorbacıoğlu’nun amcasının oğlu Şan hocası ve Türkiye'nin ilk bale piyanisti Vedat Çorbacı’nın oğlu . Atilla’nın annesi Avusturya’lı. Çocuklukları burada geçti. Vedat, Avusturyalı Maria ile evleniyor ve Atilla ve Selma dünyaya geliyor.
Atilla Avusturyalı Dina ile evleniyor ve Gregor ile İzabel adlı 2 çocukları oluyor.
Selma, Avusturyalı Rudolf Czettel ile evleniyor ve Yakup ile Katerina dünyaya geliyor.
Hundertwasser Haus(Hundertwasser evleri):
İlk yazımda da bahsetmiştim... Viyana benim için ütopyaydı diye.. Binaları, sokakları, kaldırımları, ulaşım araçları, insanları vb vb çok etkilemişti beni. Mimari olarak da son derece şık bir şehir Viyana. İkinci Dünya Savaşı yıllarında zarar görmüş olsa da mimari olarak kendisini koruyabilmiş bir şehir. Gitmeden önce görmem gereken yerler hakkında yazı okuduğumda bu evlere rastlamıştım. Bunlar aslında Belediye Evleri. Düşük gelirli insanların kaldıkları bir tür toplu konut... Bu evlerin tasarımı Friedensreich Hundertwasser'e ait. Ağaçların büyüdüğü, renk ve ışık şöleninin yaşandığı binalar... Şehrin çeşitli yerlerinde bulunmaktalar.
1983-85 yılları arasında yaptığı ilk mimari proje olarak bu evleri tasarlayan Friedensreich Hundertwasser şöyle demiştir: "Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir." Franz Joseph'in Ring Caddesi operasyonu sırasında, ne yazık ki ortaçağdan kalan binaların yarıya yakını yıkılarak, yerlerini yeni ofis ve ticaret binalarına bırakıyor. Buna rağmen ilginç olan, bazı noktasal müdahaleler dışında (örneğin Kärntner Caddesi'nin genişletilmesi), eski şehrin karakterini korumuş olmasıdır.
Ring'in içi bugün hâla ortaçağın meydan, sokak, ada izlerini büyük ölçüde korumakta, ortaçağ ruhu yaklaşık yüzde 50 oranında modern binayla donatılmış olarak varlığını sürdürmektedir. Ring Cadde'sinden şehrin kalbine girip, Kärntner ve Graben'daki kuyum, ayakkabı, giyim, porselen, Mozart kugeln (meşhur Mozart çikolatası) mağazalarına göz atarken ara sokaklara girip Ortaçağ havasını teneffüs edebiliriz.
Stephan Katedrali'nin yanından Singer Caddesi'nde yürürken, sağlı sollu dar sokaklar ve küçük dükkanlara bakmak keyif verir insana. Bu sokakların altında tüneller vardır. Osmanlı kuşatması esnasında yapılan tüneller vasıtasıyla şehre su ve yiyecek girişi sağlandığı anlatılır.
Osmanlı'lar bu şehirde bir döneme damgasını vurmuş olup, yaramazlık yapan çocuklara 'seni Osmanlı askerine veririm' diyerek korkutucu tehditi savurmuştur anneler.
VİYANA ORMANLARI
Viyana Ormanları içindeki yarım günlük gezimiz Seegrote Mağara Gölü ile başladı. Gel Gör Mağarası olarak da bilinen mağaradan önceleri kireç taşı çıkarılıyormuş. 1912′de bir sel baskınında mağara içinde yapay bir göl oluşmuş. 1944′de ise Naziler tarafından uçak ve silah imalatı için kullanılmış. Esirlerin çalıştırıldığı ve işçilerin tanrıçası diye bilinen Azize Barbara Şapeli’ni gördükten sonra, Üç Silahşörler filminin bazı sahnelerini de geçtiği göleti tekne ile dolaştık. Viyana’yı ben Milano’ya çok benzettim.
GRABEN VE YAHUDİ MAHALLESİ
Viyana’da belli başlı yerler İç Kent’te bulunduğundan her yer yürüme mesafesinde. Stephansdom, Hofburg (İmparatorluk Sarayı), Ulusal Tiyatro, Mozart’ın evi, Opera Binası ve Graben’e kolayca gidilebiliyor. Graben, Viyana’nın ünlü mağaza ve kafelerinin bulunduğu cadde. Daha çok giyecek mağazalarıyla dikkat çeken Yahudi mahallesi, Yahudi Müzesi, soykırım kurbanları için yapılmış anıt ve nazi katliamından kurtulabilen tek sinagog görülebilecek yerler arasında.
Şevket Çorbacıoğlu
Teknopolitikalar platformu
evesbere@gmail.com
0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder