TÜTÜN SARAN FABRİKA KIZININ ÖYKÜSÜ
Tekel işçileri ile ilgili son haber: Danıştay 12. Dairesi, 4 Şubat 2010 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nın, TEKEL işçilerinin de aralarında bulunduğu geçici personelin 4/c’ye geçiş için 30 günlük süre içinde ilgili kurumlara başvurmasını öngören hükmünün yürütmesini durdurdu... Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusun bir önceki yıla göre 914 bin kişi artığı ülkemizde(Tüik 2009 verisi), TEKEL işçileri, var olan 3.341.000 işsizler ordusuna katılmamak adına Nisan-Mayis ayında tekrar Ankara’ya dönmek için, 02/03/2010 günü Kızılay’daki çadırlarını söküp evlerine gittiler.. Yine de; Asırlardır tütün tarlalarında tütün çiçeği gibi açan tütün kızlarını, fabrikada tütün saran ‘fabrika kızı’nı, fabrikalardaki tütün emekçilerini göremeyeceğiz artık, çünkü tütün tarlalarından, fabrikalarından kopardılar onları.. Onları öykülendirmek haddim değil. Anılarım tetikledi beni. Yazacaklarımın, öykü tadı vereceğini zannetmiyorum.. Tütün denince elbetteki aklımıza, Necati Cumalı ve onun üç bölümde tamamladığı “Tütün Zamanı” romanı gelir. Roman 1950’lerin İzmir-Urla üzerinden ülkemiz tütün gerçeğini anlatmaktadır. Necati Cumalı 'Tütün Zamanı' adı altında düşündüğü tütün üçlüsü' ile Ege çevresi tütün üreticisi tarım işçilerinin sorununa evrensel boyutta dile getirir. Özellikle son kitabı ‘Acı Tütün” romanıyla, 1952 yılı tütün piyasasının açılışı sırasında tüm Ege'yi saran örgütsüz bir boykot olayı bütününde tütün ekicilerinin ekonomik durumlarını ve sürüp giden acımasız bir sömürü düzenine karşı yürekli başkaldırışını ‘adeta bugünlerde tütün emekçilerinin yaşadıklarını görmüşçesine’ anlatır. 'Tütün Zamanı' üçlüsünün öteki iki kitabının kahramanı Zeliş’tir ve Zeliş o günün tütün çiçeği gibi tarlada biten tütüncü kızıdır, günümüz tütün kızları gibi. Necati Cumalı’nin bu yapıtı Ege destanı olmanın yanında, bence Anadolu’nun tütün destanıdır.
16-17 yaşlarında geçimini tütüncülükle kazanan tütün kızı Zeliş’in kızın dramını anlatan ilk kitabının konusunu 1959’da senaryolaştırıp film yapan, yöneten ve Yılmaz Güney, Gülistan Güzey, Ulvi Uraz, Ahmet Tarık Tekçe, Cavidan Dora..ile oynayan Orhan M. Arıburnu’nun aynı adlı filmin afişini, Türker İnanoğlu’nun “5555 Afişle Türk Sineması” kitabında, günümüzde yaşatılanları ise Ankara’nın caddelerinde ve de Abdi İpekçi parkının içindeki havuzun buz kesen sularında görebilirsiniz...
Tütünün ve emekçilerinin nasıl yok edildiğini bir önceki yazımda işlemeye çalışmıştım: http://blog.milliyet.com.tr/Tekel_ve_Iscilerine_ne_oldu_/Blog/?BlogNo=230676
TEKEL salt, çocukluk günlerimin yapıları ve çevresini çağrıştırmıyor, Samsun anılarımdaki Tütün köylüsünün öyküsünü de çağrıştırıyor... Şimdi, tarladaki ve fabrikadaki tütün kızlarının nasıl yok edildiğini öykülendirmeye çalışacağım:
Önce tütün yasağı getirdiler, gizemli 4. Mürat edasıyla..Bu duruşu ben biraz; ‘Cibali’de başlayıp İstanbul’un beşte birini saran ve yok eden(2 Eylül 1633) yangını kahvehanelerde içilen tütüne bağlayan ve kahvehanelerle birlikte benzer eğlence yerlerine yasak getiren’ 4. Murat duruşuna benzetirim. Doğrudur; insanlarımızın büyük bölümünün ciğerini saran duman, İstanbul’un büyük bölümünü saran yangından daha tehlikelidir. Kanser ve benzeri ölümcül hastalıkların başat nedenlerinde biri de tütündür. Bu nedenle hiç içilmemesini savunanlardanım. Yalnız illet hastalıklara neden, çevre kirliliğinin, nükleer enerjinin, hormonlu besinlerin ve de teknolojinin yanlış kullandırılmasından kaynakladığı konusunda da aynı duyarlılığın gösterilmesini isterdim..Örneğin Araştırmacı yazar Şahver Karasüleymanoğlu’ndan son aldığım iletide belirlendiği gibi; bilim insanların bulguladığı ve yaşamımızı kolaylaştıran elektronik aletlerin; bilgisayar, Cep telefonu, TV, mikro fırın, saç kurutma makinesi vb alet ve edevatların, en az tütün kadar kansere neden olduğunu, yine bilim insanları bulgulamışlar..Madem insan sağlığı konusunda bu denli duyarlıyız, onların da kapalı alanlarda kullanımını yasaklayalım.. Tütünün insan sağlığındaki olumsuz etkisini anlatan, yasaklı bu duyarlılık ölçüsü-ki doğrudur- sanki bana halkın nefretini tütünde yoğunlaştırarak bir şeylerin adımını atmak gibi geldi. Tütün ülkemiz insanı için ne denli zararlı ise, o denli de faydalı bir sanayi ürünü, gereci(Bazen ben de Fr. Materyal diyorum) ve tarım köylüsünün, tarım işçisinin, ülke ekonomisinin gelir kaynağı...Kısacası halkımızın yüzde 30’unun geçim ürünü.. İşin özü; dünyanın sayılı sanayi ülkeleri, tütünün ekonomik, işgücünün(Ar. İstihdam) sürekliliğini, ticari ve finanssal alanlardaki etkisini korurken, biz neden böylesi bir sanayi ürününü bu küresel efendilere teslim ettik? Ciğerlerimizi duman sarmasın diye mi? İyi de o birilerinin ciğerlerimizi saran duman gibi bizleri sarmaladığını hiç mi aklımıza getirmedik? Bırak kardeşim, sen üret, yasak getir ve biz içmeyelim, fakat neden benim yaşamımı kolaylaştıran tütünüme yasak, çalışanına yasak, tarlada ve fabrikada tütün çiçeklerinden önce açan tütün çiçeği kızlarımıza yasak getiriyorsun?... Neden TEKEL’i sattığımız küresel efendilere tütün üretimi koşulu getirmedik? Neyin gizli pazarlığını yaptık? Olguya eleştiri getiren CHP neden her haksızlığın, yanlışın sahibi olarak gösterilir de, TEKEL işçilerini aylardır Ankara’nın kışına teslim edenlerin, Abdi İpekçi Parkı’nın buz gibi havuzuna dökenlerin yaptıkları doğru gösterilmeye çalışılır?
Tütün çiçeklerinden önce tarlada biten ‘tütün kızları’nı, fabrikalarda koşuşturan tütün emekçilerini ve tarihi TEKEL binaları yok artık; çünkü tarihin sayfalarında tozlanmak için yerlerini aldılar.. Yıllar önce başladı bu süreç; 80’lerden sonra(Özal dönemi) çoğu tütün köylüsü tarlalarını fındık bahçesine dönüştürdü... Samsun köylüsünün tek gelir kaynağı tütündü. Sevgili Babam-Annem anlatır, Samsun köylüsü olan halam onaylardı; memleketten(Artvin-Arhavi-Sidere köylüleri) dedem Hamdi Çorbacıoğlu’nun, dayımları toplayıp Nazmiye halamın(Tuna) Samsun’daki Sinemataş(Alibeyli) köyüne tütün toplamayla geldiklerini. Bu olayı yaşayan sevgili dayımlar da(Hasan- Abidin Çorbacıoğlu) Zaman-zaman, tütün işçiliğinin zorluklarını öykülendirerek anlatırlardı. Sevgili amcamın(Şefik Çorbacıoğlu) Samsun 19 Mayis Lisesinde öğrencisi iken yaşadığı tütün toplama öykülerinin ayrı bir tadı olurdu.. Yıllar sonra bende ayni süreçleri yaşadım. Her Okul dinlencelerinde, haşarılığım nedeniyle tütün işçiliğine mahkum edilirdim. En çok da, Nazmiye halamın köyüne gönderilirdim.. Tüm ailenin erken saatte tütün tarlasına gitmesi nedeniyle, kuzenlerim Refik-Şefik de beni zorla tarlaya taşırdı. Tarlada oturur onları izlerdim. Bazen de Dereköy-Kurugökçe köyündeki Amcamlara gider, aynı zamanları yaşardım, kuzenim Rahmi Çorbacıoğlu ile.. 1984’ler sonrası o tütün bahçeleri, daha fazla gelir getirir düşüncesiyle fındık bahçelerine dönüştürüldü. Dönüştürüldü da ne oldu?! Fındık kabuğu ile zengin olanlar, kalan tütün tarlalarıyla birlikte fabrikaları da yok ettiler..O çocukluğumun cennet tarlalarını...Tütün bahçelerinin ve tütün fabrikalarının, tütün çiçeği kadar saf ve huzurlu, ince elli, gökkuşağı gözlü tarım işçisi kızları-kadınlarını.. Tütün emekçisinin tarladaki serüveni, tütün fidelerinin yetiştirilmesiyle başlardı. Yetişen tütün fideleri toparlanıp küfelere doldurularak tarlalara inilirdi, sabah güneşi doğmazdan. Peştamallarına doldurdukları fideler minik baston benzeri ahşaplarla açtıkları oyuklara belli aralıklarla dikerlerdi; öğle sonrasının kızgın güneşi yükselinceye dek.. Sonrası tütün bitkisinin büyümesini beklerler, tütünleri kırmaya başlarlardı. Tütün yaprakları kırmak beceri ister; asla yaprağı sıyırarak kıramazsınız, çünkü, 3-4 “el” kırma yaptığınız tütün bitkisini kurutursunuz. Bu nedenle tütün yaprağını gövdesinden sıyırmaksızın kırmak için, baş parmağınızı yaprağı gövde ile birleştiren sapın üst noktasına, işaret parmağınızı da alt noktasına bastırmanız gerekir. Kırılıp Küfelere doldurulan tütün yaprakları Aranlara taşınır ve dizim işlemleri başlanır..Kurutulur, tütün eksperleri beklenir veya eşeklere-atlara denkler halinde yüklenerek tütün tüccarlarına götürül satılırdı; onlar da tütün fabrikasına satarlardı, onlar da tütün saran kızlara teslim ederlerdi.. Öğleden sonra Aranlarda toplanılırdı, tütün yapraklarını dizmek için. Tütünün dizildiği ve kurutulduğu, üstü kiremit veya ağaç gövdelerinden kopartılan, hartoma denen parçalarla örtülü kapalı yerlere Samsun ve çevresinde Aran deniyor. M.Larousse, Aran’ı, “Tütün dizmek, kurutmak ve işlemek için kullanılan üstü kapalı sergi” diye tanımlıyor. BüyükLarousse ise; “Kuytu ve sıcak yer, ova, kışlak” diye.... Aran sözcüğünün nerden geldiğini bulamadım. Diğer kaynaklar; Aran’ı , Arapça Mirfak, Makas sözcükleriyle ilintili görmüşler. Mirfak’ın Türkçe anlamı dirsek, yani bedenin oynak yeri. Makas ise, bildiğimiz terzi makası yanında; Demir yolu araçlarının bir yoldan diğer bir yola geçmesini sağlayan yol..Tüm bunları dikkate aldığınızda; Aranın gölgelik alanın yanında, tütün kurutmak için dirsek, makas sistemiyle oluşturulan ahşap raylı sistem donanımlı bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü tütün hevengi(ipe geçirilmiş tütünler), dikdörtgen ahşap çerçeveye dizilir, bu ahşap çerçeveler, yine ahşap olan 25 mt uzunluğunda ilkel raylı makas sistemi üzerinden kaydırılır, bu ahşap yol üzerine sıralanarak kurutulmaya bırakılır; akşam kırağı yememesi için bu ahşap üzerinden yine kaydırılarak kapalı alandaki yüksek dirsek makas sistemli bölüme yerleştirilirdi. Küfelere yüklenerek Arana getirilen tütün yapraklarının ellerimize bulaştırdığı ziftleri yıkar, yemeğe otururduk. Arandaki öğle yemeklerinin damak tadını hala aramama karşın bulamadım. Mısır ekmeğiyle, tereyağlı peynir tavalaması, kara lahana dolması ve et kavurmasının tarladan koparılmış taze hıyar ile yenen yemeğin damak tadını... Gerçekten haşarı bir çocuktum, zor zaptedilen ve raptedilemeyen cinsten. Bu nedenle memleket’e(Arhavi-Sidere köyü) gitmediğim yıllarda, halamın veya amcamların köyüne postalanırdım; bazen at sırtında, bazen da yaya. Yaban meyveleri yiye-yiye tırmanırdık köye. En çok da böylesi köye çıkışlar mutlu ederdi beni. Köyün derelerinde, tütün tarlalarında, bayırda, çayırda Rahmi ile koşuştururduk akşamlara dek. Köyün camiindeki Kuran kursuna verdiler, sakinleşelim diye, fakat Samsun’dan getirdiğim misketlerle salt öğrencileri değil genç Kur’an kursu hocasını da alıştırınca misket oynamaya, kovulduk ve tütün tarlasına ve Arana mahkum edildik(benzerini şehirde iken de tekrarlamıştım). Gerek halam, gerekse yengemler, her Arandaki tütün dizimlerinde “Bak amcan Şefik, lisede okurken, yazları gelir tütün toplar-dizer harçlığını çıkarırdı, böylelikle Avukat oldu, siz yerinizde duramıyorsunuz..” diyerek öğüt verirlerdi. Her defasında da Nüri, Rasim, Mustafa ve Mevlüt ağabey, özellikle Pandu(Fatma) abla bizlere arka çıkardı.. Epey alıştım; artık tütün kırıyor ve diziyordum da..Tütün dizmek çok dikkat ister; ucu jilet gibi keskin ipe takılı devasa şişi özenle tütün yaprağının sapına geçirmek zorundasınız, aksi taktirde, yaprağın sapını deleyim derken, o’nu destekleyen işaret veya orta parmağınızı delebilirsiniz. En çok da ince saplı tütün yaprakları zorlardı beni; bu nedenle kalın yaprakları seçer önüme yığardı Safiye..Yorulur, zaman-zaman da uykuya dalardım..Yine dışarısının çok sıcak olduğu bir günde fazla tütün dizememiş, Aranın gölgesi uykumu getirmişti..Uyumaya başladım. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum; büyük bir çığlıkla yerimden fırladım. Safiye, yengemin kucağında feryat ediyordu. Bir anda yılan diye düşündüm, çünkü Rahmi ile zaman-zaman yılan kovaladığımız olurdu. Pandu abla, Safiye’nin ayağını tutmuş, korkulu gözlerle imdat ister gibiydi. Gördüğüm şey hiç de iyi şey değildi; Safiye’nin ayağına topuktan giren şiş aşık kemiğinin yanından çıkmış ve bükülmüştü... O günü hiç unutamıyorum.... Bugün de hiç unutmayacağım; Çünkü Tekel işçileri, kadını-erkeği feryat ederek aylardır direniyorlar Ankara’da; yüreklerine şiş yemiş gibi. Elini uzatan yok, uzatanı da şişlemekle tehdit ediyorlar..Sendika başkanı istifa noktasına getirildi.. Asırlardır insanlarımızın, köylümüzün bir bütün olarak yaşadıkları tütün ve fabrikaları, yarım saat bile sürmeyen bir ihaleyle, British American Tobacco şirketine sattılar, geride kalan, yaprak tütün işleme birimlerini de kapattılar...Tekel işçilerini de, canları istediğinde kovacakları “4-c” tutsaklığı için zorluyorlar.. İşte bu TEKEL bana sürekli, Samsun’da geçen ‘yukarıda betimlediğim’ gibi çocukluğumu ve Liseli yıllarımı çağrıştırmıştır. Çelik-çomak, cicili(misketler cicili derdik) oynadığımız, uçurtma uçurttuğumuz ve top koşturduğumuz TEKEL’in hemen arkasındaki geniş çayırlı alanı özlemle anımsar; amcamların-Halamların tütün tarlalarında ve Aranlarında geçen yılları yaşar gibi olurum.. Evimiz 56’lar Pazarının da kurulduğu bu alana bakardı. O geniş alan Irmak mahallesine inmezden Tel örgülerle kesilmişti. İşte bu tel örgülerin içinde devasa TEKEL binası yükselirdi. O damak dadını hala bulamadığım seyyar Lux Dondurmacıyı, Samsun’a dolmuşçuluğu getiren Korelinin(sevgili babama önermiş kabul etmemişti) burunlu siyah Ford taksisinin havalı korna sesiyle geçişini, akrabamız Necmettin-Aliriza Horoz kardeşlerin briket atölyelerini, Tekel’in doğu yakasından geçen ırmak üzerinde kurulu devasa değirmeni ve TEKEL’in o görkemli binasını, oturduğumuz Çarşambalı İbrahim’in evin balkonundan kuş bakış izlerdik...Çünkü görüş alanında hiç bina yoktu... Doğan’ın bu görsel sunumundan, biz doğanlar ne mutluyduk 20. yüzyılda.. TEKEL binası, 19 Mayıs Lisesi’nden ağabeyimiz olan ve birkaç dönemdir Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Yusuf Ziya Yılmaz’ın girişimiyle “Samsun Regie Tekel Fabrikası Turizm ve Ticaret Merkezi”ne dönüştürülmek istenmesi, beni alabildiğine geçmişe taşıyan bitmişliğin göstergesi.. Çünkü TEKEL ve o’na bağlı tüm yapı birimleri, yani; 1897 yılında Fransız Regie adlı firma ve TEKEL tarafından kurulan Samsun Sigara Fabrikasıyla birlikte(1994 yılında Samsun'un 19 Mayıs İlçesi'nde Ballıca Sigara Fabrikası'nın açılmasıyla kapatılmıştı) farklı yerlere dağılmış ek yapıları özünden tamamen soyutlanıyor... TEKEL yapıları(Fr.Kompleks diyorlar) kısmen Milli Emlak, kısmen Tekel, kısmen de Büyükşehir Belediyesi'ne aitmiş. Proje kapsamında tüm yapıların cephelerinin korunması doğru, fakat yeni hareketli ve kesit yükleri getirerek kullanım alanlarını genişletme projesi bütününde(çünkü yap elamanlarının ve malzemelerinin yorgunluğu nedeniyle düşünüldüğünü zannetmiyorum) taşıyıcı sistemin, betonarme yerine çelik yapı elemanlarıyla(Fr.konstrüksiyon diyorlar) yenilenecek. Hareketli yüklerin/insanların dolaşımını(Fr.sirkülasyon diyorlar), yapıların dışına eklenecek şeffaf alanlarda çözmeye karar vermişler. Depo ve atölyeler, içinde çeşitli dükkanları, restoranları, butik öteli, sinema salonlarını, eğlence alanlarını barındıran bir merkeze dönüştürmeyi ve Özellikle Gazi Caddesi'nin proje alanı içinde kalan bölüm yayalaştırılarak, önceki yaya bölgesi Mecidiye ile bütünleştirmeyi amaçlamışlar.. Burası; Gazi Caddesi’nin bitimi ve Mecidiye caddesinin başlangıcındaki Milli Kütüphane, Konak sineması(eskiden adı emek idi, fakat Emek sözcüğünden birileri ürkmüş olacak ki, sonradan Konak oldu. Biz değil miyiz, Devrim sözcüğünden korkup inkılap diyen neslin çocukları..Şimdiki Konak sinemasında Mahir Çayan’larla birlikte konaklanan günler unutulur mu?) ve çocukluğumuzun kitap, kalem ve defter kokusunu hala unutamadığımız Soley kitapevinin bulunduğu bölge. Gazi caddesinin doğuya uzanan kısmı, Suer apartmanları noktasında Samsun 19 Mayıs Lisesi’ne çıkar. Tüm bu alan, çocukluğumun ve Ortaokul-Lise yıllarımın vazgeçilmez çevresi. Gazi caddesinin hemen alt paralelinde Zerenler, Suer’lerin atölyeleri ve de sevgili Babamın adını taşıyan ve ilkini Adana’da açtıkları(1945’ler) “Nihat Çorbacıoğlu-Teknik Oto Tamirhanesi” bulunurdu. Sevgili annem(Emine Çorbacıoğlu) kovalayınca babama kaçardım. Anlardı babam niçin geldiğimi..Babamı ikna eder, o da, araçların girip çıktığı atölyede dolanmayayım diye izin verir; ya kumluğa, ya Tekel’in, ya da Koren’in top sahalarına, ya da Fatma Girikli, Türkan Şoraylı, Belgin Doruklu, Filiz Akınlı Ayhan Işık, Fikret Hakan, Göksel Arsoy, Orhan Günşiray, Yılmaz Güney filmleri varsa, Atölyenin hemen yakınındaki Ferah sinemasına kaçardım.. Yusuf Ziya Yılmaz bey, işte bu alanı düzenlemeye çalışıyor. Aslında Mecidiye Caddesi’nin hemen içindeki TEKEL binalarını ve depolarını da bu yenilemenin içine alıp, o çocukluğumuzun geçmiş anılarını da yenileyerek kültür platformu oluşturabilir ve adını da “Gazi Mustafa Kemal Kültür Bölgesi” koyabilir..Bunun yanında; Genel Müdürlük Binası, bölgenin Türk tarihindeki önemini yansıtacak şekilde, Samsun Müzesi olarak Samsun'un ve bölgenin kültürel hayatına kazandırılması projesi geliştirilebilir.... Okul sonrası önlüklerimizi fırlatıp, üzerine şeker dökülmüş sana yağlı kocaman ekmek dilimini sevgili annemden kaptığımız gibi, Keçi boynuzuna benzer tohumlarını taşladığımız akasya ağaçlarını ve Çam ağaçlarını hızla geçerek indiğimiz ve güneş batıncaya dek top koşuşturduğumuz TEKEL ve çevresi yok artık, yok!!!.. Samsun’un ünlü topçuları Kumluk, Koren ve Tekel arkasındaki sahalarda yetişirdi. 56’lar semtinin gençleri olarak TEKEL’in arkasında sahada düzenlenen turnuvalara “11 Yeşil Ejder” takımıyla katılırdık. Samsunspor’un ünlü topçuları; Jilet Hakkı(Hakkı Tomaç Samsunspor kulübu başkanı), Canavar Hamdı, Rifat Usta, Yalçın, Ömer, Coşkun, Emin, Tanju(GS-FB), Acun, Dobi Hasan(Trabzon), Serkan Aykut(GS), Zeki Aykut(Serkan’ın babası), Sezai Çorbacıoğlu(Feriköy), Adem(BJK), Kemal(BJK), Tezcan(BJK), Esat, Osman Arpacıoğlu(FB),Mustafa Kefeli(BJK), Numan(FB), Necdet(Es-es) vd TEKEL’in arkasındaki sahada az ter dökmedi.... Öğle saatleri, TEKEL’in bahçesine, tütün tarlasının tütün çiçekleri gibi açan fabrika kızlarını, şekerli sana yağlı ekmeğimi bitirinceye dek seyrederdim(Sevgili annem onlara imrenirdi, hep.TEKEL’de çalışmak istemişti de sevgili babam izin vermemişti). Tütün çiçekleri fabrikalarına dönünce bizler de TEKEL’in sahasına dönerdik.. 20. Yüzyılda var olan tarihi yapı ve doğa dokusu; ve çocukluk anılarımız üzülerek belirteyim ki 21. Yüzyılda tümüyle yok edilmektedir..Süreç aslında 20. yüzyılın son çeyreğinde plansız kentleşme ile başladı ve plansız ekonomi ile tüm hızıyla sürerek bugünlere taşındı..Oturduğumuz binanın yıkıldığını ve balkonunun Tekel ve çevresini değil, salt balkonları gördüğüne tanıklığım beni buruk bir özlemle geçmişe taşımıştı 21.yüzyılın ilk günleri..O doğa görünümü ve beyaz iş önlükleriyle TEKEL’in arkasına, tütün çiçekleri gibi dağılan fabrika kızları yoktu artık... 2010’da ülke genelindeki tüm fabrika kızlarının TEKEL fabrikaları kapatıldı. TEKEL’in arka bahçeleri, çocukluğumuzun tütün çiçekleri ‘fabrika kızları’ hiçbir yerde yok artık; tütün işleme fabrikalarının caddeye bakan tel örgülü pencerelerinden gözlediğimiz tütün saran fabrika kızları da...Tütün fidesi diken, tütün toplayan ve Aran’da tütün dizen tarlalara tütün çiçeği gibi dağılan kızları da..
Evet, asıl burukluk, fabrikaları kapatılan ve işten çıkarılan fabrika kızlarının artık hiç olmayacağıdır.. Ne diyor Necati Doğru: “ TEKEL’in altın binasından sonra pırlanta arsası! Tekel’in Unkapanı’ndaki altın değerinde 3 bin metrekare arazi üzerinde 2 bin 500 metrekarelik 5 katlı binasından sonra TEKEL’in Kartal Cevizli’deki sigara fabrikasının 29 bin dönümlük (292 bin metrekare) pırlanta arsası da iktidara yakın bir vakfa ‘üzerinde üniversite kursun’ diye tahsis edildi..Üzerinde sadece 4 bin 100 ağaç fakat hiçbir yapı olmayan boş yemyeşil şehir toprağını.... Bu pırlantayı; Özelleştirme Yüksek Kurulu, (.........) 28 Kasım 2008 tarihinde Özelleştirme İdaresi’nden alıp Maliye Bakanlığı’na “hibe etme” kararı verdi. Pırlanta mülk bir kararla, bir gecede Özelleştirme’nin sahipliğinden çıktı, Maliye’nin mülkiyetine geçti. Maliye Bakanlığı da kendisine hibe edilen bu pırlantayı; 9 Şubat 2009 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi adına ‘irtifak hakkı’ tahsisi yoluyla yıllığı 1 milyon 600 bin TL bedelle 49 yıllığına kiralayıverdi... Kuracak olan, Bilim ve Sanat Vakfı’nın (BİSAV) internet sitesinde yer alan yazılardan anlıyoruz ki; vakfın şimdiki Başkanı, iktidar yanlısı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mustafa Özel’dir ve vakfın Mustafa Özel’den önceki başkanı ise Başbakan Tayyip Erdoğan’a önce dış politika danışmanlığı yapan şimdi de Dışişleri Bakanı olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’dur...”
Hangimizin Alpay’ın “Fabrika Kızı” şarkısının sözleri aklına gelmez ki
.. ...........................
fabrikada tutun sarar sanki kendi içer gibi sararken de hayal kurar bütün insanlar gibi
............................
dişarda bir yağmur başlar yüreğinde derin sizi gözlerinden yaşlar akar ağlar fabrika kızı..
İşte o fabrika kızı şimdi daha çok ağlıyor..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
Tekel işçileri ile ilgili son haber: Danıştay 12. Dairesi, 4 Şubat 2010 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nın, TEKEL işçilerinin de aralarında bulunduğu geçici personelin 4/c’ye geçiş için 30 günlük süre içinde ilgili kurumlara başvurmasını öngören hükmünün yürütmesini durdurdu... Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusun bir önceki yıla göre 914 bin kişi artığı ülkemizde(Tüik 2009 verisi), TEKEL işçileri, var olan 3.341.000 işsizler ordusuna katılmamak adına Nisan-Mayis ayında tekrar Ankara’ya dönmek için, 02/03/2010 günü Kızılay’daki çadırlarını söküp evlerine gittiler.. Yine de; Asırlardır tütün tarlalarında tütün çiçeği gibi açan tütün kızlarını, fabrikada tütün saran ‘fabrika kızı’nı, fabrikalardaki tütün emekçilerini göremeyeceğiz artık, çünkü tütün tarlalarından, fabrikalarından kopardılar onları.. Onları öykülendirmek haddim değil. Anılarım tetikledi beni. Yazacaklarımın, öykü tadı vereceğini zannetmiyorum.. Tütün denince elbetteki aklımıza, Necati Cumalı ve onun üç bölümde tamamladığı “Tütün Zamanı” romanı gelir. Roman 1950’lerin İzmir-Urla üzerinden ülkemiz tütün gerçeğini anlatmaktadır. Necati Cumalı 'Tütün Zamanı' adı altında düşündüğü tütün üçlüsü' ile Ege çevresi tütün üreticisi tarım işçilerinin sorununa evrensel boyutta dile getirir. Özellikle son kitabı ‘Acı Tütün” romanıyla, 1952 yılı tütün piyasasının açılışı sırasında tüm Ege'yi saran örgütsüz bir boykot olayı bütününde tütün ekicilerinin ekonomik durumlarını ve sürüp giden acımasız bir sömürü düzenine karşı yürekli başkaldırışını ‘adeta bugünlerde tütün emekçilerinin yaşadıklarını görmüşçesine’ anlatır. 'Tütün Zamanı' üçlüsünün öteki iki kitabının kahramanı Zeliş’tir ve Zeliş o günün tütün çiçeği gibi tarlada biten tütüncü kızıdır, günümüz tütün kızları gibi. Necati Cumalı’nin bu yapıtı Ege destanı olmanın yanında, bence Anadolu’nun tütün destanıdır.
16-17 yaşlarında geçimini tütüncülükle kazanan tütün kızı Zeliş’in kızın dramını anlatan ilk kitabının konusunu 1959’da senaryolaştırıp film yapan, yöneten ve Yılmaz Güney, Gülistan Güzey, Ulvi Uraz, Ahmet Tarık Tekçe, Cavidan Dora..ile oynayan Orhan M. Arıburnu’nun aynı adlı filmin afişini, Türker İnanoğlu’nun “5555 Afişle Türk Sineması” kitabında, günümüzde yaşatılanları ise Ankara’nın caddelerinde ve de Abdi İpekçi parkının içindeki havuzun buz kesen sularında görebilirsiniz...
Tütünün ve emekçilerinin nasıl yok edildiğini bir önceki yazımda işlemeye çalışmıştım: http://blog.milliyet.com.tr/Tekel_ve_Iscilerine_ne_oldu_/Blog/?BlogNo=230676
TEKEL salt, çocukluk günlerimin yapıları ve çevresini çağrıştırmıyor, Samsun anılarımdaki Tütün köylüsünün öyküsünü de çağrıştırıyor... Şimdi, tarladaki ve fabrikadaki tütün kızlarının nasıl yok edildiğini öykülendirmeye çalışacağım:
Önce tütün yasağı getirdiler, gizemli 4. Mürat edasıyla..Bu duruşu ben biraz; ‘Cibali’de başlayıp İstanbul’un beşte birini saran ve yok eden(2 Eylül 1633) yangını kahvehanelerde içilen tütüne bağlayan ve kahvehanelerle birlikte benzer eğlence yerlerine yasak getiren’ 4. Murat duruşuna benzetirim. Doğrudur; insanlarımızın büyük bölümünün ciğerini saran duman, İstanbul’un büyük bölümünü saran yangından daha tehlikelidir. Kanser ve benzeri ölümcül hastalıkların başat nedenlerinde biri de tütündür. Bu nedenle hiç içilmemesini savunanlardanım. Yalnız illet hastalıklara neden, çevre kirliliğinin, nükleer enerjinin, hormonlu besinlerin ve de teknolojinin yanlış kullandırılmasından kaynakladığı konusunda da aynı duyarlılığın gösterilmesini isterdim..Örneğin Araştırmacı yazar Şahver Karasüleymanoğlu’ndan son aldığım iletide belirlendiği gibi; bilim insanların bulguladığı ve yaşamımızı kolaylaştıran elektronik aletlerin; bilgisayar, Cep telefonu, TV, mikro fırın, saç kurutma makinesi vb alet ve edevatların, en az tütün kadar kansere neden olduğunu, yine bilim insanları bulgulamışlar..Madem insan sağlığı konusunda bu denli duyarlıyız, onların da kapalı alanlarda kullanımını yasaklayalım.. Tütünün insan sağlığındaki olumsuz etkisini anlatan, yasaklı bu duyarlılık ölçüsü-ki doğrudur- sanki bana halkın nefretini tütünde yoğunlaştırarak bir şeylerin adımını atmak gibi geldi. Tütün ülkemiz insanı için ne denli zararlı ise, o denli de faydalı bir sanayi ürünü, gereci(Bazen ben de Fr. Materyal diyorum) ve tarım köylüsünün, tarım işçisinin, ülke ekonomisinin gelir kaynağı...Kısacası halkımızın yüzde 30’unun geçim ürünü.. İşin özü; dünyanın sayılı sanayi ülkeleri, tütünün ekonomik, işgücünün(Ar. İstihdam) sürekliliğini, ticari ve finanssal alanlardaki etkisini korurken, biz neden böylesi bir sanayi ürününü bu küresel efendilere teslim ettik? Ciğerlerimizi duman sarmasın diye mi? İyi de o birilerinin ciğerlerimizi saran duman gibi bizleri sarmaladığını hiç mi aklımıza getirmedik? Bırak kardeşim, sen üret, yasak getir ve biz içmeyelim, fakat neden benim yaşamımı kolaylaştıran tütünüme yasak, çalışanına yasak, tarlada ve fabrikada tütün çiçeklerinden önce açan tütün çiçeği kızlarımıza yasak getiriyorsun?... Neden TEKEL’i sattığımız küresel efendilere tütün üretimi koşulu getirmedik? Neyin gizli pazarlığını yaptık? Olguya eleştiri getiren CHP neden her haksızlığın, yanlışın sahibi olarak gösterilir de, TEKEL işçilerini aylardır Ankara’nın kışına teslim edenlerin, Abdi İpekçi Parkı’nın buz gibi havuzuna dökenlerin yaptıkları doğru gösterilmeye çalışılır?
Tütün çiçeklerinden önce tarlada biten ‘tütün kızları’nı, fabrikalarda koşuşturan tütün emekçilerini ve tarihi TEKEL binaları yok artık; çünkü tarihin sayfalarında tozlanmak için yerlerini aldılar.. Yıllar önce başladı bu süreç; 80’lerden sonra(Özal dönemi) çoğu tütün köylüsü tarlalarını fındık bahçesine dönüştürdü... Samsun köylüsünün tek gelir kaynağı tütündü. Sevgili Babam-Annem anlatır, Samsun köylüsü olan halam onaylardı; memleketten(Artvin-Arhavi-Sidere köylüleri) dedem Hamdi Çorbacıoğlu’nun, dayımları toplayıp Nazmiye halamın(Tuna) Samsun’daki Sinemataş(Alibeyli) köyüne tütün toplamayla geldiklerini. Bu olayı yaşayan sevgili dayımlar da(Hasan- Abidin Çorbacıoğlu) Zaman-zaman, tütün işçiliğinin zorluklarını öykülendirerek anlatırlardı. Sevgili amcamın(Şefik Çorbacıoğlu) Samsun 19 Mayis Lisesinde öğrencisi iken yaşadığı tütün toplama öykülerinin ayrı bir tadı olurdu.. Yıllar sonra bende ayni süreçleri yaşadım. Her Okul dinlencelerinde, haşarılığım nedeniyle tütün işçiliğine mahkum edilirdim. En çok da, Nazmiye halamın köyüne gönderilirdim.. Tüm ailenin erken saatte tütün tarlasına gitmesi nedeniyle, kuzenlerim Refik-Şefik de beni zorla tarlaya taşırdı. Tarlada oturur onları izlerdim. Bazen de Dereköy-Kurugökçe köyündeki Amcamlara gider, aynı zamanları yaşardım, kuzenim Rahmi Çorbacıoğlu ile.. 1984’ler sonrası o tütün bahçeleri, daha fazla gelir getirir düşüncesiyle fındık bahçelerine dönüştürüldü. Dönüştürüldü da ne oldu?! Fındık kabuğu ile zengin olanlar, kalan tütün tarlalarıyla birlikte fabrikaları da yok ettiler..O çocukluğumun cennet tarlalarını...Tütün bahçelerinin ve tütün fabrikalarının, tütün çiçeği kadar saf ve huzurlu, ince elli, gökkuşağı gözlü tarım işçisi kızları-kadınlarını.. Tütün emekçisinin tarladaki serüveni, tütün fidelerinin yetiştirilmesiyle başlardı. Yetişen tütün fideleri toparlanıp küfelere doldurularak tarlalara inilirdi, sabah güneşi doğmazdan. Peştamallarına doldurdukları fideler minik baston benzeri ahşaplarla açtıkları oyuklara belli aralıklarla dikerlerdi; öğle sonrasının kızgın güneşi yükselinceye dek.. Sonrası tütün bitkisinin büyümesini beklerler, tütünleri kırmaya başlarlardı. Tütün yaprakları kırmak beceri ister; asla yaprağı sıyırarak kıramazsınız, çünkü, 3-4 “el” kırma yaptığınız tütün bitkisini kurutursunuz. Bu nedenle tütün yaprağını gövdesinden sıyırmaksızın kırmak için, baş parmağınızı yaprağı gövde ile birleştiren sapın üst noktasına, işaret parmağınızı da alt noktasına bastırmanız gerekir. Kırılıp Küfelere doldurulan tütün yaprakları Aranlara taşınır ve dizim işlemleri başlanır..Kurutulur, tütün eksperleri beklenir veya eşeklere-atlara denkler halinde yüklenerek tütün tüccarlarına götürül satılırdı; onlar da tütün fabrikasına satarlardı, onlar da tütün saran kızlara teslim ederlerdi.. Öğleden sonra Aranlarda toplanılırdı, tütün yapraklarını dizmek için. Tütünün dizildiği ve kurutulduğu, üstü kiremit veya ağaç gövdelerinden kopartılan, hartoma denen parçalarla örtülü kapalı yerlere Samsun ve çevresinde Aran deniyor. M.Larousse, Aran’ı, “Tütün dizmek, kurutmak ve işlemek için kullanılan üstü kapalı sergi” diye tanımlıyor. BüyükLarousse ise; “Kuytu ve sıcak yer, ova, kışlak” diye.... Aran sözcüğünün nerden geldiğini bulamadım. Diğer kaynaklar; Aran’ı , Arapça Mirfak, Makas sözcükleriyle ilintili görmüşler. Mirfak’ın Türkçe anlamı dirsek, yani bedenin oynak yeri. Makas ise, bildiğimiz terzi makası yanında; Demir yolu araçlarının bir yoldan diğer bir yola geçmesini sağlayan yol..Tüm bunları dikkate aldığınızda; Aranın gölgelik alanın yanında, tütün kurutmak için dirsek, makas sistemiyle oluşturulan ahşap raylı sistem donanımlı bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü tütün hevengi(ipe geçirilmiş tütünler), dikdörtgen ahşap çerçeveye dizilir, bu ahşap çerçeveler, yine ahşap olan 25 mt uzunluğunda ilkel raylı makas sistemi üzerinden kaydırılır, bu ahşap yol üzerine sıralanarak kurutulmaya bırakılır; akşam kırağı yememesi için bu ahşap üzerinden yine kaydırılarak kapalı alandaki yüksek dirsek makas sistemli bölüme yerleştirilirdi. Küfelere yüklenerek Arana getirilen tütün yapraklarının ellerimize bulaştırdığı ziftleri yıkar, yemeğe otururduk. Arandaki öğle yemeklerinin damak tadını hala aramama karşın bulamadım. Mısır ekmeğiyle, tereyağlı peynir tavalaması, kara lahana dolması ve et kavurmasının tarladan koparılmış taze hıyar ile yenen yemeğin damak tadını... Gerçekten haşarı bir çocuktum, zor zaptedilen ve raptedilemeyen cinsten. Bu nedenle memleket’e(Arhavi-Sidere köyü) gitmediğim yıllarda, halamın veya amcamların köyüne postalanırdım; bazen at sırtında, bazen da yaya. Yaban meyveleri yiye-yiye tırmanırdık köye. En çok da böylesi köye çıkışlar mutlu ederdi beni. Köyün derelerinde, tütün tarlalarında, bayırda, çayırda Rahmi ile koşuştururduk akşamlara dek. Köyün camiindeki Kuran kursuna verdiler, sakinleşelim diye, fakat Samsun’dan getirdiğim misketlerle salt öğrencileri değil genç Kur’an kursu hocasını da alıştırınca misket oynamaya, kovulduk ve tütün tarlasına ve Arana mahkum edildik(benzerini şehirde iken de tekrarlamıştım). Gerek halam, gerekse yengemler, her Arandaki tütün dizimlerinde “Bak amcan Şefik, lisede okurken, yazları gelir tütün toplar-dizer harçlığını çıkarırdı, böylelikle Avukat oldu, siz yerinizde duramıyorsunuz..” diyerek öğüt verirlerdi. Her defasında da Nüri, Rasim, Mustafa ve Mevlüt ağabey, özellikle Pandu(Fatma) abla bizlere arka çıkardı.. Epey alıştım; artık tütün kırıyor ve diziyordum da..Tütün dizmek çok dikkat ister; ucu jilet gibi keskin ipe takılı devasa şişi özenle tütün yaprağının sapına geçirmek zorundasınız, aksi taktirde, yaprağın sapını deleyim derken, o’nu destekleyen işaret veya orta parmağınızı delebilirsiniz. En çok da ince saplı tütün yaprakları zorlardı beni; bu nedenle kalın yaprakları seçer önüme yığardı Safiye..Yorulur, zaman-zaman da uykuya dalardım..Yine dışarısının çok sıcak olduğu bir günde fazla tütün dizememiş, Aranın gölgesi uykumu getirmişti..Uyumaya başladım. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum; büyük bir çığlıkla yerimden fırladım. Safiye, yengemin kucağında feryat ediyordu. Bir anda yılan diye düşündüm, çünkü Rahmi ile zaman-zaman yılan kovaladığımız olurdu. Pandu abla, Safiye’nin ayağını tutmuş, korkulu gözlerle imdat ister gibiydi. Gördüğüm şey hiç de iyi şey değildi; Safiye’nin ayağına topuktan giren şiş aşık kemiğinin yanından çıkmış ve bükülmüştü... O günü hiç unutamıyorum.... Bugün de hiç unutmayacağım; Çünkü Tekel işçileri, kadını-erkeği feryat ederek aylardır direniyorlar Ankara’da; yüreklerine şiş yemiş gibi. Elini uzatan yok, uzatanı da şişlemekle tehdit ediyorlar..Sendika başkanı istifa noktasına getirildi.. Asırlardır insanlarımızın, köylümüzün bir bütün olarak yaşadıkları tütün ve fabrikaları, yarım saat bile sürmeyen bir ihaleyle, British American Tobacco şirketine sattılar, geride kalan, yaprak tütün işleme birimlerini de kapattılar...Tekel işçilerini de, canları istediğinde kovacakları “4-c” tutsaklığı için zorluyorlar.. İşte bu TEKEL bana sürekli, Samsun’da geçen ‘yukarıda betimlediğim’ gibi çocukluğumu ve Liseli yıllarımı çağrıştırmıştır. Çelik-çomak, cicili(misketler cicili derdik) oynadığımız, uçurtma uçurttuğumuz ve top koşturduğumuz TEKEL’in hemen arkasındaki geniş çayırlı alanı özlemle anımsar; amcamların-Halamların tütün tarlalarında ve Aranlarında geçen yılları yaşar gibi olurum.. Evimiz 56’lar Pazarının da kurulduğu bu alana bakardı. O geniş alan Irmak mahallesine inmezden Tel örgülerle kesilmişti. İşte bu tel örgülerin içinde devasa TEKEL binası yükselirdi. O damak dadını hala bulamadığım seyyar Lux Dondurmacıyı, Samsun’a dolmuşçuluğu getiren Korelinin(sevgili babama önermiş kabul etmemişti) burunlu siyah Ford taksisinin havalı korna sesiyle geçişini, akrabamız Necmettin-Aliriza Horoz kardeşlerin briket atölyelerini, Tekel’in doğu yakasından geçen ırmak üzerinde kurulu devasa değirmeni ve TEKEL’in o görkemli binasını, oturduğumuz Çarşambalı İbrahim’in evin balkonundan kuş bakış izlerdik...Çünkü görüş alanında hiç bina yoktu... Doğan’ın bu görsel sunumundan, biz doğanlar ne mutluyduk 20. yüzyılda.. TEKEL binası, 19 Mayıs Lisesi’nden ağabeyimiz olan ve birkaç dönemdir Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Yusuf Ziya Yılmaz’ın girişimiyle “Samsun Regie Tekel Fabrikası Turizm ve Ticaret Merkezi”ne dönüştürülmek istenmesi, beni alabildiğine geçmişe taşıyan bitmişliğin göstergesi.. Çünkü TEKEL ve o’na bağlı tüm yapı birimleri, yani; 1897 yılında Fransız Regie adlı firma ve TEKEL tarafından kurulan Samsun Sigara Fabrikasıyla birlikte(1994 yılında Samsun'un 19 Mayıs İlçesi'nde Ballıca Sigara Fabrikası'nın açılmasıyla kapatılmıştı) farklı yerlere dağılmış ek yapıları özünden tamamen soyutlanıyor... TEKEL yapıları(Fr.Kompleks diyorlar) kısmen Milli Emlak, kısmen Tekel, kısmen de Büyükşehir Belediyesi'ne aitmiş. Proje kapsamında tüm yapıların cephelerinin korunması doğru, fakat yeni hareketli ve kesit yükleri getirerek kullanım alanlarını genişletme projesi bütününde(çünkü yap elamanlarının ve malzemelerinin yorgunluğu nedeniyle düşünüldüğünü zannetmiyorum) taşıyıcı sistemin, betonarme yerine çelik yapı elemanlarıyla(Fr.konstrüksiyon diyorlar) yenilenecek. Hareketli yüklerin/insanların dolaşımını(Fr.sirkülasyon diyorlar), yapıların dışına eklenecek şeffaf alanlarda çözmeye karar vermişler. Depo ve atölyeler, içinde çeşitli dükkanları, restoranları, butik öteli, sinema salonlarını, eğlence alanlarını barındıran bir merkeze dönüştürmeyi ve Özellikle Gazi Caddesi'nin proje alanı içinde kalan bölüm yayalaştırılarak, önceki yaya bölgesi Mecidiye ile bütünleştirmeyi amaçlamışlar.. Burası; Gazi Caddesi’nin bitimi ve Mecidiye caddesinin başlangıcındaki Milli Kütüphane, Konak sineması(eskiden adı emek idi, fakat Emek sözcüğünden birileri ürkmüş olacak ki, sonradan Konak oldu. Biz değil miyiz, Devrim sözcüğünden korkup inkılap diyen neslin çocukları..Şimdiki Konak sinemasında Mahir Çayan’larla birlikte konaklanan günler unutulur mu?) ve çocukluğumuzun kitap, kalem ve defter kokusunu hala unutamadığımız Soley kitapevinin bulunduğu bölge. Gazi caddesinin doğuya uzanan kısmı, Suer apartmanları noktasında Samsun 19 Mayıs Lisesi’ne çıkar. Tüm bu alan, çocukluğumun ve Ortaokul-Lise yıllarımın vazgeçilmez çevresi. Gazi caddesinin hemen alt paralelinde Zerenler, Suer’lerin atölyeleri ve de sevgili Babamın adını taşıyan ve ilkini Adana’da açtıkları(1945’ler) “Nihat Çorbacıoğlu-Teknik Oto Tamirhanesi” bulunurdu. Sevgili annem(Emine Çorbacıoğlu) kovalayınca babama kaçardım. Anlardı babam niçin geldiğimi..Babamı ikna eder, o da, araçların girip çıktığı atölyede dolanmayayım diye izin verir; ya kumluğa, ya Tekel’in, ya da Koren’in top sahalarına, ya da Fatma Girikli, Türkan Şoraylı, Belgin Doruklu, Filiz Akınlı Ayhan Işık, Fikret Hakan, Göksel Arsoy, Orhan Günşiray, Yılmaz Güney filmleri varsa, Atölyenin hemen yakınındaki Ferah sinemasına kaçardım.. Yusuf Ziya Yılmaz bey, işte bu alanı düzenlemeye çalışıyor. Aslında Mecidiye Caddesi’nin hemen içindeki TEKEL binalarını ve depolarını da bu yenilemenin içine alıp, o çocukluğumuzun geçmiş anılarını da yenileyerek kültür platformu oluşturabilir ve adını da “Gazi Mustafa Kemal Kültür Bölgesi” koyabilir..Bunun yanında; Genel Müdürlük Binası, bölgenin Türk tarihindeki önemini yansıtacak şekilde, Samsun Müzesi olarak Samsun'un ve bölgenin kültürel hayatına kazandırılması projesi geliştirilebilir.... Okul sonrası önlüklerimizi fırlatıp, üzerine şeker dökülmüş sana yağlı kocaman ekmek dilimini sevgili annemden kaptığımız gibi, Keçi boynuzuna benzer tohumlarını taşladığımız akasya ağaçlarını ve Çam ağaçlarını hızla geçerek indiğimiz ve güneş batıncaya dek top koşuşturduğumuz TEKEL ve çevresi yok artık, yok!!!.. Samsun’un ünlü topçuları Kumluk, Koren ve Tekel arkasındaki sahalarda yetişirdi. 56’lar semtinin gençleri olarak TEKEL’in arkasında sahada düzenlenen turnuvalara “11 Yeşil Ejder” takımıyla katılırdık. Samsunspor’un ünlü topçuları; Jilet Hakkı(Hakkı Tomaç Samsunspor kulübu başkanı), Canavar Hamdı, Rifat Usta, Yalçın, Ömer, Coşkun, Emin, Tanju(GS-FB), Acun, Dobi Hasan(Trabzon), Serkan Aykut(GS), Zeki Aykut(Serkan’ın babası), Sezai Çorbacıoğlu(Feriköy), Adem(BJK), Kemal(BJK), Tezcan(BJK), Esat, Osman Arpacıoğlu(FB),Mustafa Kefeli(BJK), Numan(FB), Necdet(Es-es) vd TEKEL’in arkasındaki sahada az ter dökmedi.... Öğle saatleri, TEKEL’in bahçesine, tütün tarlasının tütün çiçekleri gibi açan fabrika kızlarını, şekerli sana yağlı ekmeğimi bitirinceye dek seyrederdim(Sevgili annem onlara imrenirdi, hep.TEKEL’de çalışmak istemişti de sevgili babam izin vermemişti). Tütün çiçekleri fabrikalarına dönünce bizler de TEKEL’in sahasına dönerdik.. 20. Yüzyılda var olan tarihi yapı ve doğa dokusu; ve çocukluk anılarımız üzülerek belirteyim ki 21. Yüzyılda tümüyle yok edilmektedir..Süreç aslında 20. yüzyılın son çeyreğinde plansız kentleşme ile başladı ve plansız ekonomi ile tüm hızıyla sürerek bugünlere taşındı..Oturduğumuz binanın yıkıldığını ve balkonunun Tekel ve çevresini değil, salt balkonları gördüğüne tanıklığım beni buruk bir özlemle geçmişe taşımıştı 21.yüzyılın ilk günleri..O doğa görünümü ve beyaz iş önlükleriyle TEKEL’in arkasına, tütün çiçekleri gibi dağılan fabrika kızları yoktu artık... 2010’da ülke genelindeki tüm fabrika kızlarının TEKEL fabrikaları kapatıldı. TEKEL’in arka bahçeleri, çocukluğumuzun tütün çiçekleri ‘fabrika kızları’ hiçbir yerde yok artık; tütün işleme fabrikalarının caddeye bakan tel örgülü pencerelerinden gözlediğimiz tütün saran fabrika kızları da...Tütün fidesi diken, tütün toplayan ve Aran’da tütün dizen tarlalara tütün çiçeği gibi dağılan kızları da..
Evet, asıl burukluk, fabrikaları kapatılan ve işten çıkarılan fabrika kızlarının artık hiç olmayacağıdır.. Ne diyor Necati Doğru: “ TEKEL’in altın binasından sonra pırlanta arsası! Tekel’in Unkapanı’ndaki altın değerinde 3 bin metrekare arazi üzerinde 2 bin 500 metrekarelik 5 katlı binasından sonra TEKEL’in Kartal Cevizli’deki sigara fabrikasının 29 bin dönümlük (292 bin metrekare) pırlanta arsası da iktidara yakın bir vakfa ‘üzerinde üniversite kursun’ diye tahsis edildi..Üzerinde sadece 4 bin 100 ağaç fakat hiçbir yapı olmayan boş yemyeşil şehir toprağını.... Bu pırlantayı; Özelleştirme Yüksek Kurulu, (.........) 28 Kasım 2008 tarihinde Özelleştirme İdaresi’nden alıp Maliye Bakanlığı’na “hibe etme” kararı verdi. Pırlanta mülk bir kararla, bir gecede Özelleştirme’nin sahipliğinden çıktı, Maliye’nin mülkiyetine geçti. Maliye Bakanlığı da kendisine hibe edilen bu pırlantayı; 9 Şubat 2009 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi adına ‘irtifak hakkı’ tahsisi yoluyla yıllığı 1 milyon 600 bin TL bedelle 49 yıllığına kiralayıverdi... Kuracak olan, Bilim ve Sanat Vakfı’nın (BİSAV) internet sitesinde yer alan yazılardan anlıyoruz ki; vakfın şimdiki Başkanı, iktidar yanlısı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mustafa Özel’dir ve vakfın Mustafa Özel’den önceki başkanı ise Başbakan Tayyip Erdoğan’a önce dış politika danışmanlığı yapan şimdi de Dışişleri Bakanı olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’dur...”
Hangimizin Alpay’ın “Fabrika Kızı” şarkısının sözleri aklına gelmez ki
.. ...........................
fabrikada tutun sarar sanki kendi içer gibi sararken de hayal kurar bütün insanlar gibi
............................
dişarda bir yağmur başlar yüreğinde derin sizi gözlerinden yaşlar akar ağlar fabrika kızı..
İşte o fabrika kızı şimdi daha çok ağlıyor..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
Yorumlar
Yorum Gönder