ANAYASAYA VE DOĞAYA DOKUNANLAR KENDİLERİNE DOKUNTURTMUYORLAR
“Halkoyu ile halkı oyuna getirmek” başlıklı yazımın bir bölümünde şu soruyu sormuştum: “Neden, kıyılarımıza ve derelerimize saldırarak‘doğayı ve doğanı siyasi ve ekonomik rant adına’ yok edenler için bir madde yok? “HES’ler Kimleri Besler?”in yanıtı mı korkutuyor!?!?
http://blog.milliyet.com.tr/Anayasanin_dokunulmazligini_kaldiranlar____/Blog/?BlogNo=235242
Kendinize dokundurtmuyorsunuz da, neden doğaya ve doğana dokundurtuyorsunuz?!?!” Bu sorumdan yola çıkarak ‘Karadeniz İsyandadır’ ve Türkiye Su Meclisi’ platform sözcüsü olan arkadaşlara, daha doğrusu inandığım doğa savaşçılarına 23 Mart 2010 tarihli şu iletiyi gönderdim:
Anayasa değişikliğinde neden doğa ve çevre için bir madde yok? Bunun çalışması yapılamaz mı? Aynı gün Yakup Okumuşoğlu arkadaş; Anayasadaki; Herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu içeren 56. Maddesini, Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri almasını içeren 63. Maddesini, Çevre Kanunu EK MADDE 3’de “çevre gönüllülüğü” hakkında düzenlemenin yapıldığın ve A. Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi içeren 169. Maddesini anımsattılar.. Ben arkadaşlara, Anayasamızda olmadığını değil, Anayasa değişikliği taslağında olmadığını vurgulamaya çalışmıştım. Kendilerine şunları yazdım: “Bunlar bilinen, fakat uygulamada ötelenen maddeler.
Diyorum ki; bugün derelerimizi (tüm su kaynakları), kıyılarımızı, ormanlarımızı ÇED raporu oyunlarıyla siyasi ve ekonomik rant aracı haline getirenlere, ülke topraklarını yabancılara satanlara kesin yaptırım getirecek bir düzenlemeden söz ediyorum. "Hesler Kimleri Besler?" yazı dizisinin ikinci bölümü kısmen de olsa konuyla ilgili içeriğe sahip.. Verdiğiniz savaşta belki bu olguya zaman ayırmak zordur, fakat yine de, "Su Meclisi ve Karadeniz İsyandadır" platformu aracılığıyla, bir ön çalışma yapıp uyarı da bulunabilirsiniz.
Örneğin; 'Tüm bu alanlar kamu iyeliğindedir, asla ve asla kişi ve grup iyeliğine bırakılamaz, Kurulacak Doğa Konseyi (Anıtlar yüksel kurulu benzer..) bu alanın yetkin kurumudur.." şeklinde bir çalışma yapılabilir... Oktay Ekinci'nin bu konuda bir çalışmasının olduğunu düşünüyorum.” Okumuşoğlu’nun şu yanıtı beni sevindirdi: “Su meclisinin yönergelerinde ve manifestosunda doğa hakkının tanınması İçin çalımsalar yapmaktan bahsettik.
Bununla ilgili bir taslak çalışması üzerinde de çalışıyoruz. Diğer yandan gündem o kadar yoğun ki konulara yoğunlaşmakta zaman dahi bulamıyoruz... Tabiatı koruma ve biyolojik çeşitlilik yasa tasarısı var mesela.. Buna ilişkin eleştirilerimizi ve duruşumuzu netleştiriyoruz...soz konusu tasarıya toplu bir karsı çıkış gerekiyor... Neden karsı çıkılması gerektiği, nasıl olması gerektiği konusunda çalışıyoruz... Yeni davalar hazırlıyoruz kapsamlı...”
Bu faydalı tartışmaları yaparken bir gün sonra devreye bir bayan arkadaş girdi. İletisinde yazımdaki ilgili bölümü işaret ederek şunları söylüyordu: “Aşağıdaki uzunca yazıyı kimin kaleme aldığı anlaşılmıyor, ama dikkatle okuduysanız bu platforma neden gönderildiği anlaşılıyor.
Yazının içindeki şu paragraf bizi yakından ilgilendiriyor olsa gerek: ”Ben de kendilerine, kendimi tanıtarak ve de yazı sahibi olduğumu belirterek genel bir yanıt verdim: Sevgili arkadaşlar, doğa savaşçısı güzel insanlar; herkes bir boyutuyla bu sürece katkı vermeye çalışıyor. Ortak noktamız Doğaya ve Doğana sahip çıkmak; kişisel ve grupsal çıkarlar bütününde doğamızı ve doğanımızı/insanımızı siyasi ve ekonomik ranta eklemlendirenlerle savaşımız.. Ve siz, biz, o, bu, şu tüm insanlar aldıkları nefesten siyasileri sorumlu tutuyor ise; siyaset yapıyoruz demektir; paranın efendilerine savaş açmış isek siyaset yapıyoruz demektir, iktidar erkinin yanlış duruşuna tepki gösteriyor isek siyaset yapıyoruz demektir..
Eğer içimizde-ki bizlerde olmadı- bu doğa savaşında isim yapıp bunu siyasete tahvil eder ise, o'na sözüm yok..Bizler bu savaşı verirken, benzer tekliflerle geri çekilmemizi isteyen çok oldu(Kusura bakmayın, bu biraz beni ne mühendisler, doktorlar istedi gibi oldu), fakat hiçbirimiz bu siyasetin koluna girmedik, doğa duyarlısı halkın kolundaydık hep.. Bayan arkadaştan yanıt gecikmedi: “Yazı bir kaç kez değişik mailler arasında yollandığı için yazarın kim olduğu pek açık değildi, ayrıca Fransa'da yaşayan biri olarak Türkiye'deki isimlere ve kişilere Fransız kalmamı bağışlayın.
Karadeniz otoyoluna karşı mücadele veren herkesi saygı ve şükranla selamlıyorum… Bu arada son derece ilginç ve kuvvetli bulduğum yazınızda öne sürdüğünüz bütün görüşlere aynen katıldığımı tahmin edersiniz herhalde…” İletileri gönderen Nur Dolay idi.. Evet, Nur Dolay.. Cumhuriyet gazetesinden anımsadım kendilerini. Şimdi Fransa’da yaşıyor ve Film yapımcısı. Son olarak "orkinos film yapım" bünyesinde “ Off Karadeniz adlı bir film yapmış ve de Fransa’da 19 Milyon insana ulaşmış.. 95 dakikalık bir komedi.
Film Karadeniz otoyoluyla başlıyormuş ve bir kaç yerde bu yolun saçmalığını ve barbarlığını gösteriyormuş. Ayrıca kıyılarımızdaki doğa mitingleri bütününde çöp sorunları ve diğer ekolojik sorunlarını hafif bir komedi havasında, yani belgesel olmayan bir sinema filminde gösterilebilecek şekilde sorunlara ilgiyi çekmeye çalışmış; www.offkaradeniz.com Nur Dolay’a son olarak şunları söyledim: “.. Siz ki oradan savaş veriyorsunuz, anlasınlar rantçılar bu işin öyle çok kolay olmadığını.. Kutlarım sizi..”..
Fakat onlar işlerini kolaylaştırmak için her türlü oyuna baş vuruyorlar. 25/03/2010 günkü Yalçın Bayer köşesinde çıkan haber, benim; ‘Anayasa Değişikliğini içeren taslakta Doğa ve Çevre ile ilgili güçlü bir yaptırım getirilmesi’ isteğimde ne denli haklı olduğumun somut kanıtı: .. İstanbul’un kuzey kesiminde kömür çıkartılan sahanın İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü’nce rehabilitasyona tabi tutularak ağaçlandırılması ve ormanlaştırılması Anayasa’nın 169. maddesi ile 6831 sayılı Orman Yasası’nın 16. maddesi gereği yasal bir zorunluluk. Bu saha 100 bin dönüm. 1997’dan itibaren toprak döküm ihaleleri yapıldı ve 2003-2007 arasında 40 milyon dolardan fazla gelir sağladı. 25 bin dönüm saha da ağaçlandırıldı.
Aslında projenin sonunda 2 milyar dolarlık bir gelir bekleniyordu; yani kamu geliri olacaktı. Orman idaresi hem sokak mafyası, hem de bürokratik engellerle karşılaştı bu süreçte. Ancak Büyükşehir Belediyesi bu alanlara göz dikti; orman idaresine karşı engeller çıkardı ve sonunda Orman’ın hafriyat ihaleleri durduruldu. Bu projeyi yürüten İstanbul Orman Bölge Müdürü Faruk Çebi de seçimlerden hemen sonra görevden alınarak Trabzon’a yollandı….
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun bu işe karşı olduğunu biliyoruz. Onun için, bu engelin ortadan kaldırılması için Avcılık Yasası’nın kara avcılığı yasasının ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısına bir madde eklenmesine dair bir tasarı hazırlandı, 8 Martta Meclis’e sunuldu. Maddede “Madencilik faaliyetleri neticesinde tabii yapısı bozulan alanların, inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıkları ile doldurularak ağaçlandırmaya hazır hale getirilmesi maksadıyla mücavir alanlarda Büyükşehir Belediyelerine ve il belediyelerine bedeli karşılığında izin verilebilir” deniliyor….
Böyle bir yetkinin Anayasa’ya aykırı olduğu bilinmiyor mu? Meclis’teki görüşmelerde milletvekilleri konuya biraz da bu gözle bakmalıdır. Nur Dolay gibilerinin ve de Karadeniz İsyandadır-Türkiye Su Meclisinin varlığı, doğa savaşının kazanılacağı konusunda beni umutlandırıyor..
Patronlar kulübü diye tanımlanan TÜSİAD “Anayasa değişikliği taslağı yetersiz; demokrasi açığı bu paketle kapanmaz..” derken; adeta doğa severler kulübü olan TEMA vakfı nerede. Doğa ile ilgili Anayasa maddelerini yeterli mi görüyor?! Bu konuda salt CHP’yi yormanın doğru olmadığını düşünüyorum.. Müslüman iş adamları derneğini çağrıştıran (Müslümanlık ayıp değil, ayıp olan o kutsallığı gizlemektir) Müstakıl işadamları Derneği çıkıp, Anayasa değişikliğine destek verdiğine göre, olgunun, yanı Halkoylamasının (referandum) iki kutuplu hale geldiğini ve sürecin gerçek anlamda bir Anayasa Değişikliğini örseliyeceğini söylemek olası; çünkü zorunlu sürecin siyasi ranta eklemlendirildiğin gözlüyoruz..
Anayasaya dokunanlar, doğaya dokunanlar nedense kendilerine dokundurtmamak için ellerinden geleni yaptıklarını da…...
Güldüşün Çorbası:
- 1- Dokunmak fakat dokundurtmamak Anayasanın dokunulmazlığını kaldırmak isteyenler, neden kendi dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemezler!!??
- 2- Farklı olurduk Başbakan: “Eğer bu ülkenin otoriteleri Yılmaz Güney’in filmlerine kulak vermiş olsalardı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olabilirdi” Çok doğru; özellikle 12 Eylül otoritesi Yılmaz Güney’e, kulak vermeyip yol vererek siyasal İslam’ı beslemeseydi bugününkünden çok farklı yerde olurduk..
- 3- Sarsılmak mı?! “Milliyet Milli Eğitim Bakan Nimet çubukçu MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural’ın küçük bir çocuğa ayakkabı boyatması karşısında çok sarsılmış…” Taş attı diye içeri at, ayakkabı boyattı diye taş at..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder