
Halkoylaması Hayır’lı olmadı, çünkü, ülkemin halkı kendi oyuyla, oyuna getirildi ve resmen iki kutba ayrıldı; dincilerin, sol eskilerin, ‘ülkenin nereye sürüklendiğini algılayamayan’ asosyal ve apolitik kimliklerin ve duyarsızların sayesinde.
Düşünün ABD'den haber geliyor 11 Eylül günü; Evet %55, hayır %45. 12 Eylül bunu resmen onaylıyor; Evet 58, Hayır 42 olarak.
Bu seçimlerin kokusu, etraf kokularla dolu olsa da kesin çıkacaktır.
Sorun oy kullananlara; tıpkı yerel ve genel seçimler sonrası gibi, % 70’i “Evet” demedim diyecektir. Peki kim bunlara evet dedi?
58'in en az 20'si "Kötünün iyisi" diyerek “evet” dedi ve şimdi gerçekleri görünce, ne yediklerini anladı, ama iş işten geçti.
Beyler işleyen ve işletilecek olan süreç Artıdemokrasi süreci değil, Antidemokrasi sürecidir. "Geçmiş ola" demiyorum, çünkü bunlara asla ve asla meydan verilmeyecektir. Verilen meydanlar da geri alınacaktır.
Bazılarının düşünmemekte ısrar ettiği, bizlerin düşündüğünü Financial Times de düşünmüş: 'Erdoğan yargıyı da kendi adamlarıyla doldurursa, Türk demokrasisi için hayra alamet olmaz'
Bir ülkenin yürütme organının başındaki kimlik daha halkoylaması devam ederken "Neticeler gelmeye başladı" söylemiyle sevincini ifade ederek, seçmen iradesini yönlendirebiliyorsa; o ülkenin çivisi çıkmaktan öte, payandalarının söküldüğünü gösterir.
Olağanüstü bu kurultayda, her şeyin olağanüstü doğrulukta gerçekleşmesi olası değildi; yanlışları vardı, fakat iktidara koşacağının umudunu verebiliyordu.
Bu koşunun,yalnız iki eksiği vardı;
Birincisi;
Siyasette birebir fiziki yaklaşımların belirgin boyutta geçerliliğini, düşünceleri ve projeleriyle yaklaşanların geçersizliğini korumasıdır.
Ben bu birebir fiziki yaklaşımcıları, ‘yağdanlık katsayıları bütününde’ inandırıcı kimlikler olarak görürüm. Dahası, yeteneksizliklerini yeteneğe dönüştürme becerisindeki ustalar olarak…
İnanın bir şekilde kendini kabul ettirmiş bu kimlikleri parti meclisinde görünce gerçekten üzülüyorum.
Kendisini birebir ilişkiyle, parti üst yönetimine kabul ettirme ve her ortama uyurlama yeteneğindeki bu kimlikleri, sayın Kılıçdaroğlu’nun her şey gibi fark edeceğini düşünüyorum.
İkincisi;
Kemal Kılıçrdaroğlu'nun sunduğu liste de “Gürsel Tekin”in silinmesi.
Ben bunu şöyle okurum; ‘Örgütten sorumlu kişi, örgütle olan ilişkilerinde her zaman hedeftir. Farklı istemler karşısında, örgütün çıkarı için karşı çıkan duruşunu belirler; bu nedenle kişi, örgütün özdeki çıkarını savunmak için, bireysel çıkarını öteleyerek kendisini sürekli riske atar’.
Gürsel beyin düşük oy almasının nedeni bu değilse nedir peki?
Sayın Kılıçdaroğlu’na sayın Tekin üzerinden birileri ‘Biz varız ve güçlüyüz, dikkatli ol!’ uyarısında mı bulunuyor?
“Delegenin % 60’ına egemeniz” mi demek istiyorlar?
Böylesi olasılıklara meydan vermemek için, genel seçimin yaklaştığı şu günlerde; parti içi demokrasiyi çok dikkatli işleterek, TBMM üyelerinin saptanmasında, ince eleyip sık dokumak gerektiğini, aksi taktirde CHP TBMM’inde kendisini tartışır hale getirebileceğini haddim olmayarak söylemek isterim.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına gelince:
Halk dilini ustaca kullanmanın bir örneği gibi gördüğüm konuşmasının özünde;
Kesinlikle Vatan, ulus ve egemenlik unsurlarıyla birlikte ‘güçler ayrılığının temel taşları’; yasama, yürütme ve yargı organları bağlamında Devletin tekliğini(Fr. Üniter) koruyacağını, Atatürk’ün Anadolu insanıyla kurumsal- laştırdığı ulusal değerleri ve evrensel felsefesini savunacağını, o felsefeyi, dünyanın özgün gelişim ve değişimini dikkate alarak daha ileriye taşıyacağını söyleyerek, birey ve gruplar için değil halk için savaş vereceğini vurguluyordu.
Ve bu söylemlerinde samimi idi.
Bu salt benim algım değil, Kurultay’da konuştuğum tüm partililerin ortak algısıdır.
Birileri; “Kılıçdaroğlu, partiyi eski dokusundan temizledi, yeniledi; parti tümüyle kendisinin oldu. Bundan sonra yakınmaya hakkı yo. Kazalardan o sorumlu olacak, çünkü direksiyonun başında artık…” demeye başladı.
Hayir! Bu parti halkın partisi. Kılıçdaroğlu’ sadece direksiyonun başında; bizler CHP’yi iktidara ve demokrasiye ötelemek için iteliyeceğiz; kaza olur sa da hep birlikte üstleneceğiz.
CHP hareketi için Kılıçdaroğlu, çalışma arkadaşları ve bizlerin ortak görevi, halkın inanacağı proje ve programları yaşama geçirmektir. Budur iktidara yürümemizi kolaylaştıracak olan.
Bunu tetikleyecek en önemli olgu, çağdaş ve demokratik bir Anayasa’nın hazırlanmasındaki etkin sürecin işletilebilmesidir.
Benim Anayasa Seçeneğim;
“Büyük Özgürlükler Sözleşmesi”dir.
Uyum yasaları ile toplumsal uzlaşı sağlanarak“Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” hazırlanabilir.
Bu anayasa, halkın değil bir grubun anayasasıdır. Bu anayasa ile; demokrasinin, insan haklarının, çevre hakkının, halkça bölüşümün, özgür düşüncenin yaşam zannetmiyorum. Bu anayasa getirse-getirse otoriter bir Hüsnü Mübarek yapılanmasını getirir ve ülke insanını bıçak gibi ikiye böler.
Böldü de.
Siyasal erkin neden olduğu tüm bu olumsuzluklara “Dur” diyecek, olağansızlıkları sonlandıracak ve ülkenin çağcıl kotlarını verecek olgu, güçlü karşı örgütlülüktür(Ar. Muhalefet).
Bunun umudu da; CHP’nin 15. Olağanüstü Kurultayıdır.
18 Aralık 2010’daki Olağanüstü Kurultay beni ve halkı, ülkenin geleceği açısından umutlandırdı.
Bilindiği gibi; aylardır anayasa değişikliğinden söz ettik. Neden? Daha demokratik ve özgür yapıya kavuşmak için. En önemlisi 12 Eylül faşist Anayasası’ndan ve onun yarattığı antidemokrasiden kurtulup, artıdemokrasiye geçmek için....
Ne oldu?
Dediğim gibi, hiç de ‘Hayır’lı olmadı.
Yani çözüm bulamadık.
Uyum yasalarıyla çözüm geliştirmeye çalışıyoruz, fakat siyasal erk istenen anayasa’nın hazırlanmasında sürekli sorun yaratacak ve kendi anayasasını kurumsallaştırmaya çalışacaktır.
İşte bunun halka iyi anlatılması gerekir. Bunda inandırıcı olmak için de seçenek anayasayı halka sunmak gerekir.
Bunun için diyorum ki;
Peki hiç düşündük mü, anayasası olmayanlar bu olguya nasıl çözüm bulmuşlar.
Örneğin İngiltere.
Biz de bulamayız mı?
İngiltere çözümü, bir nevi toplumsal sözleşme olan ve tüm halkın imzaladığı “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi”nde bulmuş, yani Manga Carta’da ve Anayasa gereksinimini ortadan kaldırmış.
Nedir Magna Carta?
13.Yüzyıl İngiltere’sinde kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılmak…Vatandaşların özgürlüklerini belirlemek, toplum güçleri arasında bir denge kurarak kralın sonsuz olan yetkilerini halk adına kısıtlamak..
Magna Carta’nın 39. maddesi: “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” diyor…
Sanal ergenekon sürecinde ne yapılıyor? Ne yapılacak; bizler Osmanlılığı geri getiriyorlar derken, 13.Yüzyıl İngiltere’si geri getirilmeye çalışılıyor..
Ve Anayasa değişikliği bahane edilerek Halkoylaması yapıldı 12 Eylül’de. Özdeki amaç; darbelerin önünün alınması idi..
İyi de, bugünü dek hazırlanan her Anayasa sonrası darbe olmadı mı? Bu işletilen sivil faşist süreç de, yeni bir darbeyi tetiklemeyeceğinin garantisini kim verebilir??!!
Halk tarafından kralın boyun eğmeye razı edildiğinin belgesi olan Magna Carta, daha sonraki yıllarda da kralları yola getir¬mek için pek çok kez ortaya çıkarıldı. 1400'lü yıllarda, İngiliz parlamentosunun krala karşı elinde tuttuğu bir silah haline geldi. Magna Carta, pek çok Avrupa ülke¬sinde olduğu gibi, özellikle ilk yıllarında ABD'nin Avrupa'ya karşı çıkan siyasi dü¬şüncelerine de yön verdi. Öyle ki; İngiltere’nin, asker ve halkın yaptığı Fransız devriminden az etkilenmesinin en büyük nedenidir, çünkü Avrupa’nın 19. yüzyılda hallettiği problemlerin çoğu Magna Carta ile 13. yüzyılda hallolmuştur.
Doğru, Magna Carta bir burjuva hareketi idi ve yoksullar için değişiklik yaratmadı, peki soruyorum; dünyanın değişim ve gelişim özgün yapısı dikkate alınarak, yani 21.yüzyıl koşullarına uyarlanarak; Üniversite, Merkezi Yönetim, Sivil Toplum Örgütleri, Meslek Odaları, Yerel Yönetimler ve Sendikaların katılımında, Atatürk’ün Evrensel Felsefesi gibi mazlum ülkelere örnek, 21.yüzyılını “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” hazırlayamaz mıyız?
Evet; uyum yasalarının çıkarılacağı süreçte, yukarıdaki katılım boyutunda, toplumsal uzlaşı için, tüm katmanların haklarını korumak adına, temel yasalar bütününde, halkın ancak yarısının imzaladığı Anayasa Değişikliğini, tüm halkın imzalayabileceği“Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” ne dönüştürülemez mı; hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve artıdemokrasi özleminin giderilmesi için?
Aslında halkın yarısı bile onay vermedi bu Anayasa değişikliğine. Düşünün; kayıtlı seçmenin 49,5 milyon olduğu ülkemde, 800 bin geçersiz oy dahil olmak üzere, toplam 11 milyon kişi oy kullanmadı..
Böylesi bir anayasa ile Artıdemokrasi değil, Antidemokrasiyi kurumsallaştırılabilir.
Siyasal erkin ne amaçladığını batı bile görmeye başladı:
“İngiliz The Daily Telegraph gazete, AK Parti'nin bugün yalanladığı "İran, Türkiye'deki iktidar partisine 25 milyon dolar bağışladı" haberini geri çekmedi ve şunu yazdı: Bizde haberler rüya görülerek yazılmaz”
Uyum yasalar sürecini toplumsal uzlaşı sürecine dönüştürmeyen, siyasal İslam’dan vazgeçmeyen bir iktidar, hem kentini, hem kendini yakar.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
İLET-Kİ
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder