Efeeendımmm; Wikileaks’ın mucidi benim. İkinci dünya savaşı sonrası başlayan soğuk savaş döneminde dünyayı ben yöneteyim dedim. Bu nedenle çeşitli gizli servisler ve dedi-kodu şirketleri kurdum. Yeni kurduğum Wikileaks de bunlardan biri, son zamanlarda patladı gitti(Ülkeler Duymasın dizisinden alıntıdır). Tunus ve Mısır ayaklanmaları sonrası; şaka bir yana, bir oyana bir bu yana yalpalar olduk. Dahası dik durmayı aklımıza hiç getirmedik. Libya ayaklandı, biz hala yalpalamayı sürdürüyoruz. Mısır ayaklanması ile ilgili olarak bir önceki yazımı şöyle tamamlamışım; “İsyan günlerden sonra haftalara taşındı, belli ki aylara sarkacak. Burada söylenmek istenen ‘İsyanın Amacı’dır. Durum bu ise amaç haftalara ve aylara değil belli ki yıllara sarktı. Nedenini yazı akışı içinde söylemeye çalışacağım. Bana göre Küresel efendi haftalardır düşünüyor. Bir endişedir sardı; Iran devrimini aklına getirmiş olmalı. Bana göre Mübarek değil de, Mübarek politikasına yakın radikallerden soyut bir yapıyı inşa etmenin sessizliği içinde ABD…” ABD gerçekten ağabeylik değil, ağalık mantığıyla hareket ediyor. İran’da Şah Rıza Pehlevi, Mısır’da ulusalcı ve halkçı Nasır sonrası Enver Sedat, Irakta Saddam Hüseyin duruşu bana göre ABD’nin yanlış duruşları idi. Çünkü bu ülkelerde bu liderlerle birlikte, halk yönetiminden uzak sağ ve otoriter rejimleri besledi. Bunlar da radikalleri ve marjinalleri… Bunu fark etti diye düşünüyorum ve temel olarak İran devrimindeki Humeyni yanlışını, Saddam öncesi ve sonrası Irak yanlışını vb önceki yanlışlarını dikkate alıyor diyorum. Neden ABD bugüne dek suskundu, bu otoriter yapılar karşısında? İşine geliyordu. Doğrusu istediği gibi yönlendiriyordu. Kullandı attı, fakat şimdi düşünmeye başladı. Sürdürülebilir sömürü için mi, yoksa gezegensel paylaşım, yani sürdürülebilir halkça ve hakça paylaşım için mi düşünüyor? göreceğiz. “Sıra kimlerde dersiniz?” sorusunu anlamsız buluyorum. Buluyorum, çünkü ABD İran’da neden olduğu Molla Humeyni hatasına düşmemek için ve de dünya ekonomisini sarsmamak için Mısır’da dikkatli. Bizimki(ler) ise değil, mal görmüş mağribi gibi Mısır isyanına atlamadılar belki, ama 9 gün sonra, adeta Mısır halkıyla birlikte sokağa indiler, yani sokağın yanında yer aldılar, kendi sokağını unutarak. Evet, “Kulak ver halka Mübarek” diyerek akıl veriyor. İşte bu noktada düşünemedi, fakat ABD düşünüyor. Haftalarca sürdü Mısır’daki ayaklanma. Evet; halk hareketi üçüncü haftasında bile belirleyici olamadı. Öyle ki ilk günkü kararlı halk duruşu yerini edilgenliğe bıraktı. Hatta halk katılımı düşer oldu. Tunus’taki yaşananlar ile, Mısır’da yaşananlar arasında fark olmaması gerekirdi. Her ikisi de halk hareketi olmasına karşın Tunus’ta alınan sonuç neden Mısır’da alınmıyordu? Öyle ki; Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek koltuğunu koruduğu gibi, Fransa Başbakanını da ağırlayabildi belli süre. Bu nedenle ben tezimde ısrarlıyım; Belli ki ‘Müslüman Kardeşler’ olgusunun “Mısır devrimi”nde egemen belirleyici olması endişelendirdi ABD’yi. Kimse; Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh’ün Ortadoğu ve Türkiye'nin geleceği hakkındaki açıklamalara kanmadı(Siz halk olarak sakın kanmayın): “Ortadoğu'da neler yaşanıyor? Türkiye, bölgede ABD ile birlikte iki büyük güç. Artık yeni bir düzenin parçaları yerleştiriliyor. ABD, 10 ülkede araştırma yaptırdı. Hepsinde de Recep Tayyip Erdoğan'ın o ülkenin liderinden bile daha fazla sevildiği ortaya çıktı. Özellikle Mısır... Bu ülkedeki birçok evde Erdoğan posterleri var. Erdoğan'ın Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun sevilen tek lideri olması, ABD ve Rusya'yı yıkan bir süreç. Çünkü Türkiyesiz bir plan yapılması artık imkânsız.” Bana göre Seymour Hersh’ün unuttuğu bir şey vardı. Başbakanımız Libya’da da halk, hatta ‘Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi’nin kurucusu Kaddafi tarafından seviliyordu. Öylesi bir sevgi ki, 29 Kasım 2010 tarihinde Afrika Birliğinin düzenlediği zirveye, Libya lideri Kaddafi'nin davetiyle katıldı ve kendisine Kaddafi ''insan hakları'' ödülü verdi. Seymour Hersh’ü değil de beni ve aşağıdaki kuşkuyla bütün soruyla bütün değerlendirmelerimi dikkate alın: Birincisi; ABD’nin endişe duyduğu ve kamuya açıklanan bu anket nasıl oluyor da ABD’nin gizli anketi oluyor? Diyorum ki; bu asla ABD'nin resmi açıklaması değil; çünkü ABD’nin böylesi bir gizli çalışması yok. Olsa bile ABD yetkililerin hiç sevmediği, hatta; Uzakdoğu ve Ortadoğu politikalarını deşifre ettiği için nefret ettikleri Seymour Hersh’e asla böylesi bir gizli çalışmayı servis etmezler. Acaba diyorum bu haber; seçimlere çeyrek kala tüm dünyaya servis etmesi için ve de domino etkisi yaşamamsı için Seymour Hersh’e sipariş edilen danışıklı kurgu haber mi? İkincisi; veya, Başbakan’ın ‘Mübarek aceleciliği’ ile yapılan hatalı çıkışın düzeltilmesi için seçime çeyrek kala yapılan operasyon mu? Üçüncüsü; Bu Atlantik ötesindeki şahısla(Hersh) bugünlerde birileri görüştü mu? Dördüncüsü; Türkiye’den kimler ABD'deki Think Tank(Düşünce kuruluşlarıyla) ve böylesi gazetecilerle ilişki içinde? ABD aslında Türkiye üzerindeki politikalarını da yeniden karanlığın gülen yüzlerini temel alarak test etmesi gerektiğini düşünüyorum. Karşıtlarını değil, Devlet Bahçeli’nin söylediklerini lütfen dikkate alsın; “Fetullah Hoca efendi son zamanlardaki duruşuyla güvenirliğini ve inanırlılığını yitirdi…” değerlendirmesini. Kim ne derse desin, umurumda değil. İsterse Postmodern mandacı, ister ABD’ci desinler, ille de şunu demek zorundayım: ABD gezegenin en güçlü devleti, yani süper güç. Ondan güçlü olabiliyor muyuz? Asla! Sürekli etrafında 365 tam + çeyrek günümüzü tamamlıyoruz adeta. Gücünü kabul edelim, ama teslim olmayalım; aksine uyaralım ve yanlışlarını düzeltsin. Bizi körü körüne etrafında dolandırıp durmasın. Nasıl ki güneşin yakıcılığından kendimizi korumak için dünya olarak önlem alıyoruz, dünya insanı olarak ABD’ye karşı da önlemimizi alalım. ABD gerçekten dünya halklarını kardeş olarak görmüyor, maraba olarak görüyor ve bunun için de, ağabeylik değil ağalık yapıyor. Bu gezegenimizin yadsınamayacak şekilde bir ağabeyliğe gereksinimi var. Çünkü ABD’nin oluşturduğu politikalar ve o politikaları benimseyenler doğaya ve doğana acımasız davranıyorlar ve de doğayı, doğanı yok etme sürecine sokuyorlar. Kısacası gezegeni doyumsuzlar paylaşırken bitiriyorlar. Bu, gezegenimizde yaşanan gezegenimiz tehlikesidir. İkincisi, gezegenimizin dışındaki evrensel tehlike. Biliyoruz ki dünün bilim kurgu romanları, günümüzün gerçekleri oldu. Bugünün bilim kurgu romanları yarının gerçekleri olmayıp gezegenler arası savaşın başlamayacağını kim söyleyebilir? Tamam bu değerlendirmem abartı. Peki kıyamete neden gösterilen göktaşlarının saldırılarına uğramayacağımızın garantisini kim verebilir ki? Bunun için diyorum ki, birinin ağabeyliğinde gezegen kardeşliğine gereksinimimiz var. Bunu kurumsallaştıralım ve ağalık mantığıyla yok olmaya başlayan gezegenimiz kurtaralım. Tekrar ediyorum; “Bizlerin İdeolojik kardeşliğine, Müslüman kardeşliğine ve de Hıristiyan kardeşliğine değil gezegen kardeşliği gibi evrensel ideolojik kardeşliğe gereksinimimiz var.” Bunun için de ortak paylaşım esasına dayalı politikaları benimsemiş ABD öncülüğü gerekir, öcülüğü değil. Sayın Bülent Esinoğlu’nun dediği gibi; ‘Faşizm Amerika’nın rahat döşeği’ olmamalıdır. Evet, sömürüyü hızlandırmak ve yaygınlaştırmak adına otoriter yapıları besleyen ABD için ‘Faşizm’ amaçlarının aracıdır. Ne yazık ki; bizden birileri de ona esinlenip ‘Demokrasi amaçlarımın aracıdır’ diyerek sivil faşizmi kurumsallaştırma savaşı vermektedir. Biliniyor ki, ABD kurguladığı bu yapıları sonradan daha büyük maliyetlerle ‘en son Mısır Mübarek örneğinde olduğu gibi’ sökmeye çalışmakta ve dünya’yı daha büyük karmaşalara itmektedir. Yine Esinoğlu’nun tanımladığı gibi “Yer altı ve yer üstü kaynaklarının, tekeller eliyle, yabancı güçlerin eline geçmesine emperyalizm denir.”’ Emperyalizmin bu amaçla kurumsallaştırdığı “AB+ABD=ARBD” küresel sömürü denkleminden ABD kesinlikle vazgeçmelidir. Ulusal pazarlardaki kazanımlarını sürdürülebilir kılmak için, ulusların üniter yapısını bozarlar, bunun için de ulusal değerdeki kurum ve kuruluşlarını, yani Bankaları ele geçirirler KİT’leri parçalarlar, Orduyu pasifize ederler. Tüm bunlar laik ve demokratik yapıyı parçalamak içindir. Sonrasında yönlendirebilecekleri Cumhuriyetler/ Yeni yapılar oluştururlar ve o yapı sonunda başına bela olur. O beladan kurtulmak için de yeni bir yapı inşasına girerler. İşte küresel efendi ABD bu kısır döngüye, yani çelişkiye (Fr. Paradoks) son vermelidir. Çünkü bunun maliyeti salt bazı ulusları değil, ABD başta olmak üzere tüm süper güçleri de, kısacası gezegenimizi olumsuz etkilemektedir. İşte güçlüden yana politikamız bu yanlışlarını güçlüye ve halka anlatmak olmalıdır. Bireysel, grupsal ideolojik çıkara özdeş güçlüden yana duruş olmamalıdır: Türkiye’nin wikileaks ve başbakan’ın Mübarek ve de Kaddafi duruşu. Gelin şu wikileaks’ı bir kez daha anımsayalım ve Türkiye’ye biçilecek olası rol modeli yakalayalım; Ben bizim duruşumuzla birlikte küresel efendinin duruşuna da değinmek istiyorum. Haftalar oldu Peki Wikileaks nedir; yenilir mi, yutulur mu, yemekten sonrası, yemek arası mı alınır o’nu bir tam öğrenelim: Wikileaks 2006’Da kurulan bir internet sitesi. Kaynaklarının gizliliğini koruyarak hükümetlerin ve diğer organizasyonların hassas belgelerini yayınlayan, İsveç merkezli bir uluslararası organizasyondur… Kurucusu eski bir Hacker olan Avustralya'lı gazeteci ve internet aktivisti, aynı zamanda Wikileaks'in editörü olmadan önce fizik ve matematik öğrencisi, hacker ve bilgisayar programcısı olan Julian Assange tarafından yönlendirilmektedir. Benzer söylentileri yıllardır yazıyoruz; yazılarımızı okumadılar ise, insan bir telefon açar, söylerdik Wikicilere. Batıda patlak veren Wikileaks olayının ardından, yine batı basını tarafından 06/12/2010 tarihinde gündeme taşınan şu iki haber; inanın insana komplo senaryoları için, müthiş malzemeler sunuyor: “Dünya basınında o günlerde Türkiye ile ilgili 2 önemli haber vardı. 1- Haaretz gazetesi İsrail'in Mavi Marmara baskınından dolayı özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul ettiğini duyururken, Wall Street Jorunal gazetesi ise 'Türkiye yükselen Avrupa'nın en büyük otomotiv gücü olacak' yorumunu yaptı. 2- ABD’nin önde gelen iş dünyası gazetesi Wall Street Journal (WSJ), İstanbul’a tam sayfa ayırdığı haberde, "Türkiye’nin bölgesel süper güç olma yolunda güvenle ilerlediğini" yazdı.” Halbuki aynı gazete, geçen hafta sonu; İmparatorluk Geri Geliyor" başlığıyla, AKP iktidarı dönemindeki İstanbul tarihi dokusunun nasıl işlendiğini haber yaparak, Erdoğan’dan Elif Şafak aracılığıyla övgüyle söz etmişti. Ardından(7 Aralık’ta); Dışişleri Bakanı Davutoğlu İngiltere’nin kurduğu Milletler Topluluğu’nu örnek göstererek Türkiye’nin de eski Osmanlı toprakları üzerinde liderlik kurabileceğini söyleyebildi. Ve kendi kendime tüm bu Wikileakslıkların bir oyunu olduğunu düşünmeye başladım. Başladım çünkü Davutoğlu’nun çizdiği haritaya hayır demek enayilik olurdu. Düşünün Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya ve Kuzey Kafkasya ve Viyana kapısına dayanan bir toprak parçası. Yapsat’çıya versen köşe olursun! Enayılık ben de mı, bunlarda mı? Üzülerek belirteyim ki “Midyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan olmak” gibi çok faydalı bir özdeyişimiz olmasına karşın, hazretler bundan faydalamıyor. Tam da zamanı; fikralar beni zorlamaya başladı, izin vermem gerek; Adam, meterelojiye hava durumunu sormuş. "Yola çıkmayın çok kötü hava geliyor" yanıtını alınca "Bir şey yapamaz mısınız" demiş. Adam, derenin öteki tarafındaki adama seslenerek “Ben karşıya geçmek istiyorum, yardım et bana” deyince, adam, “Dalga mı geçiyorsun, karşıdasın ya” diyerek tepki göstermiş. Bunların durumu bu işte. Kendi kendinlerine bir arayış içinde sürekli trajikomik oyunlar sergileyip duruyorlar. Benzeri şeyler yazmayı düşünürken yazma derdinden beni kurtardı, AKP’nin o erdemli kuramcıları. Diyorlar ki; sokataki Arap ve Saraydaki Arap Erdoğan’ı umut olarak görmeye başladı. Bundan Amerika rahatsız, çünkü umut bağlamıştı, güven duymuştu , ama o o korkulan kişi olmuş; korkunun giderilmesi için de o ve partisi wikileaks aracılığıyla gönderilmeye karar verilmiş. Bu mantığa göre; küresel efendiler onun yerine bir başkasını kurguluyormuş. Bu kişinin de Kılıçdaroğlu olduğunu söylenmeye çalışılıyor. Aksine kurgulanan bugünkü siyasal erk ve lideri olabilir mi? Asker mazlumları ve mağdurları oynatacak muhtirayi veremez duruma getirildi. Kılıçdaroğlu ürkütür oldu. Ülke ekonomisi iyi gitmiyor. Çalışanların durumu çok kötü, esnafla birlikte ağlıyor. Eh; bu durumda da böylesi kurgu toplumu hayli kendi sorunlarından uzak tutar, bir de çalışanlara, varoş ve gecekondu sakinlerine yaklaşıldığı gibi benzer yaklaşımda çalışanların ücretlerinde ufak bir seçim ayarlaması yaptınızmı, alın size %45 ve gelsin 2012'de İslam cumhuriyeti ile 2013'te de 1.yildönümünü kutlamalar. WikiLeaks AKP haberini merak edenlere: WikiLeaks'in yeni belgesi, Erdoğan ile ordu arasında yeni gerilim başlatabilir dendi ve orda kaldı. Başbakan, AB Dönem Başkanı Bot'a, "Ordu kontrolümde olmadığı için Ege'deki operasyonları durduramıyorum" demiş. Bana göre, ne Wikleaks samimi, ne küresel efendi, ne de ülkemin siyasi erki. Özellikle Küresel efendi: Wikileks’te yer alan, ABD temsilciliklerinden merkeze gönderilen son on yıla ait "confidential(belli grubun dışında, toplumda gizli tutulan)" belgelerde savlananalar, senin benim, hatta dağdaki çobanın bile duyduğu şeyler. Onun için Wikileks’te AKP’liler ve iktidar için şunlar söylendileri sıralamanın bir anlamı yok, aşağı yukarı-yukarı aşağı böylesi aşağılıkları biliyor insanlar. Futbolu da siyasete endekslemişler, ekonomi iyiye gitmiyormuş, hırsızlık ve yolsuzluk almış başını gitmiş, etrafındaki danışmanlar, milletvekilleri çok cahilmiş, kendisi cahilmiş, türbanı siyasi araç olarak kullanabilmek için çözmüyormuş, en yakınındaki bile çarpıyor çırpıyormuş, Atlantik ötesi yan gelmiş karanlığın gülen yüzü belirleyiciymiş. İslam Cumhuriyet peşindeşmiş, esin kaynağı Kaddafi’nin sosyalist cemahiriyesi imiş… Mış, muş; bıktık artık geç bunları… Wikileaks ile gelinen noktada, yaşananlar Tunus, Mısır ve Libya ayaklanmalarıdır. Sonrasında Cezayir, Fas, Yemen ve Kuzey Irak’a sıçrayacak ve domino etkisiyle iktidar tusunamileri yaşanacakmış.. Wikileaks’ta fazlasıyla yer alan Başbakanımız Erdoğan’ın Mübarek Duruşu, çok düşündürücü geldi herkese; Mübarek’e demişti ki; “Hüsnü Mübarek'e çok samimi tavsiyede bulunmak istiyorum: Bizler faniyiz. Her birimiz ölecek ve geride bıraktıklarımızla sorgulanacağız. Baki olan gök kubbe altında hoş bir seda bırakmaktır. Bizler halk için varız. Halkın sesine kulak ver.” Olguyu inanç boyutundaki duygu sömürüsü ile yaklaşan başbakan, halkın ıslığından rahatsız olmasını unutup, halkın haykırışına kulak verin diyor. “Samimi olmak” diye bir deyim acaba hiç akla gelmez mi? Öğrencilerin, çalışanların, Cumhuriyet mitinglerine katılan halkın sesine, özellikle geçen yıl Ankara’nın acımasız kışında 39 gün seslerini yükselten tekel işçilerine kulak verdik mi? “Gözünüzü toprak doyursun”, “Ananı da al git buradan “ diyerek aşağıladığımız Çiftçilerin seslerine kulak verdik mi? 3 Şubat 2011’de Torba yasası için haykıran halka kulak verdik mi? Mısır olayında bir haftadır neden suskunduk? Güçlüden yana tavır almak için mi? Mübarek güçlü olsa, yine eskisi gibi kucaklayacak mıydık? Bugüne dek hiçbir Başbakan ve Cumhurbaşkanının kullanmadığı, fakat adeta çalışma sarayına dönüştürülen Dolmabahçe sarayında, Rektörlerle yapılan YÖK toplantısını protesto eden hamile bir öğrenici polis tekmeleriyle çocuğunu düşürürken feryatlara kulak vermeyen, Cumhuriyet mitinglerini aşağılayıp halkın Fazla söylenmeye gerek, çünkü yaşananlar ve yaşatılanlar böylesi kuşkuları kaçınılmaz kılıyor. Mısır’daki ayaklanma haftalardır devam etti ve Mübarek diretti ve sonunda olan oldu. Mübarek istifa etti, nur topu gibi yeni bir Mübarek doğdu. Bunun adı balans ayarı canım. Obama Hüsnü Mübarek’in istifasını, “Halkın değişime olan açlığının karşılanmasıdır…Mısır halkı konuştu. Onların sesini duyduk. Mısır bir daha asla aynı Mısır olmayacak. Mısırlılar, sahici bir demokrasiden başka hiçbir şeyin günü kurtaramayacağını açıkça ifade etti…Bu, Mısır’daki değişimin sonu değil, başlangıcıdır...” diyerek; Mısır halkının duruşunu; Almanya’da Berlin Duvarı’nın çökmesi, Endonezya’da halkın Devlet Başkanı Suharto’ya karşı ayaklanması ve Hindistan’ın bağımsızlık sembolü Mahatma Gandi’ duruşuyla karşılaştırdı. Doğru bir tanı mı? Asla! Dedim ya nur topu gibi bir Mübarek doğdu. Adı da; “Muhammed Hüseyin Tantavi” Savunma Bakanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi başkanlığındaki Yüksek Askeri Konsey, Mısır hükümetini fesh, parlamentoyu da lağvedecek.Askeri Konsey, Anayasa Mahkemesi Başkanı’yla hükümeti yönetecek. Devlet Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman ülkede serbest ve adil seçimlerin Eylül ayında yapılacağını belirtti. Soruyorum; Erdoğan’ın dediği gibi Mübarek halkın sesine mi, yoksa ABD’nin sesine mi kulak verdi? Tekrar soruyorum; Neden Mısır’a yumuşak davranıldı. Yani Irak ve Tunus keskinliği yaşanmadı? Acaba ABD kendisine yakın olanlara yakın ve de yumuşak bir iniş mi yapıyor, çünkü Mısır’da değişen bir şey yok yine işin içinde dikta yanlıları var. Beklenen oldu ve domino etkisi Libya, Kuveyt, yemen, Fas ve Cezayir’de kendini göstermeye başladı. Ürdün, Suriye ve İran’a doğru seyrediyor Libya’da düğmeye basıldı. 4. Murat’ın seyyar satıcıları cezalandırması aklıma geldi. Erikçi’yi yakalamışlar erikleri tek-tek….Fakat erikçi gülüyor. “Neden gülüyorsun hoşuna mı gitti? dediklerinde “Ben kendime değil, arkadan gelen ayvacıya gülüyorum” Libya ayvayı yedi, çünkü Libya Saddam ve Tunus’ tan daha keskin ABD karşıtı idi. Bu nedenle perişan edecekler Libya’yı. Ve acımasız Kaddafi kaybedeceğini anladığı noktada Libya’yi kan çanağına dönüştürmeleri için elinde geleni yapar. Küresel ekonomik kriz için petrol kuyularını bile yok eder-ki en büyük silahı bu- Sevgili İsmail Baytan mühendisleriyle birlikte orda. Zaman-zaman takılırdım bana da bir iş ayarla orada diye. Hiçbir zaman yok demedi… Salt İsmail Baytan kardeşim değil, 10 binlerce İsmail’imiz var Libya’da. Bunun yanı sıra Afrika’dan Ortadoğu’dan, Uzakdoğu’dan gelen işçiler… Fransız, İngiliz, ABD şirketleri ve çalışanlarıyla Libya’da en az Libya nüfusunun yarısı kadar yabancı var. Bunları ateş hatlarına sürer endişesi taşıyorum. Böylesi deliliklerden kaçınmayan Kaddafi riskini göze alamaz hiçbir küresel efendi. Kaddafi öyle bir lümpen ve edilgen toplum yaratmış ki, halk asla çalışmıyor. Çünkü her Libya’lıya maaş bağlatmış halkı kendine bağlamak için… Bu nedenle Libya halkından çok, yabancılar çalışmaktadır ve çok fazla olmalarının nedeni budur. Haklısınız; tıpkı varoşların ve gecekondu insanlarının ayni(ürün) ve nakdi(para) yardımlarla bağlandığı gibi. Libya’da ilk belirlemelere göre 100’ün üstünde insan katledildi(18/02/2011), keskin nişancılarla(kimin nişancıları ise). Sonradan gelen haberler binlerce insanın katledildiği şeklinde. Kaddafi bu; her şey beklenir. Sevgili Babam(Nihat Çorbacıoğlu) Burgiba’nın yanında Libya’nın yeni Lideri Muammer Kaddafi’yi de çok seviyordu, antemperyalist dürüşü nedeniyle. Ki zaman-zaman “Atatürk’ün felsefesi bizde azalırken Araplar’da çoğalmaya başladı” diyerek, bu genç liderlere övgüler sıralardı… Salt babam değil; İslamiyet’in evrensel kimliğini sosyalizmle örtüştürüp kurumsallaştırarak antiemperyalist duruş belirlediği için, Muammer Kaddafi tüm mazlum ülkelerin beğenisini kazanmıştı. Özellikle diğer bazı Arap ülkelerince ‘Yeşil Komünist’ olarak anılıyordu. Doğrusu ürkütüyordu küresel efendileri ve onun piyonlarını. Hiç unutmam babamın 1980’lerde verdiği; “Bu tam bir diktatör oldu… Üstelik kendini beğenmiş bir hasta. Hitler’den tehlikeli kendini beğenmişin teki oldu da; her an dünya’nın başını belaya sokabilir. Ben bunu ülkemin değerleriyle bir tutmuştum bir zamanlar…” şeklindeki tepkisini. Muammer Kaddafi’nin yaşam geçirdiği ve benim de ‘ideolojilerin züğürt ağaya dönüştüğü’, dahası bittiği günümüzde, dünya için özgün bir ideoloji olarak gördüğüm, bir süre de inandığım ‘Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi’nin(Ülkem’deki siyasi erkin hala esin kaynağı) içinden geçen “Sosyalist Cemahiriye” kısmını kendimce tanımaya çalıştım. Bugüne dek kimsenin tanım getiremediği bu terime tanım getirmem söz konusu olamazdı. Sosyalist sözcüğü tamam da ‘Cemahiriye’ neyin nesi idi; o’nu merak ediyordum. Hiçbir siyaset bilimci “Cemahiriye” sözcüğünü tanımlayamadı. Şunlar söylendi: Birincisi; libya'ya değil de, Muammer Kaddafi’ye özgü İslami bir yönetim biçimi. Dahası İslami demokrasi. Bazıları bu nedenle katılımcı demokrasi demektedirler. İkincisi; Topluluk, yığın, kitle olarak düşünenler ‘Kitlelerin/yığınların erki’ olarak tanımladı. Fakat Halk olarak algılatıldığında, doğrudan halk yönetimi anlamında da kullandılar. Cemahiriye sözcüğü köken olarak Cumhuriyet anlamını işaret etse de tam bir kavram kargaşası yarattı. İşin düşündürücü yanı, sınırsız ve kuralsız demokrasi avcılarının ‘Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi’ni ülkemdeki 2000’ler sonrasının egemen siyasi erkin ‘Demokrasi açılım’ ile örtüştürerek ‘İleri Demokrasi’ sanallığı için örnek alması. Öyle ileri gidildi ki; Muammer Kaddafi’den ‘İnsan Hakları’ ödülü bile alınabildi. Bu teorisyenler, bu ikinci cumhuriyetçiler, doğrusu; Laik Demokratik Cumhuriyet’ karşıtları hiç arlanmadan şimdi çıkmışlar Kaddafi’yi diktatör olarak tanımlıyorlar. Bırakın bunu, Türkiye’deki Harp Okulu’nda okuduğu için Kaddafi’yi, Atlas ülkelerine bırakılan bir Ergenekoncu olarak tanımlamaya başladılar. Silivre’de görürsek şaşırmayalım. Mübarek’in devrilişini; Mısır'ın güneyinde kiliseden çıkan Hıristiyanlara düzenlenen(7 Ocak 2010 -7 kişi öldü) saldırıya bağlayabiliyorlar ise(Bir nevi Hıristiyan intikamına) ve ardından da bu ayaklanmayı demokrasi hareketiyle örtüştürebiliyor ise siyasal erkin bu teorisyenleri, Kaddafi’yi de Ergenekoncu yapmaktan hiç çekinmezler. “Bunlar sinirlerimi bozuyor, ben en iyisi kanal değiştireyim” demeyin, çünkü öteki kanallarda da, Arap ülkelerinde yaşanan bu halk ayaklanmalarını 2012’de bekledikleri kıyametin artçıları olduğunu söyletiyorlar, karşılarına aldıkları Ömer Çelakıl’ın çeldiği akıllara. Arap diktatörler tek-tek devrilirken ülkemde neler oluyor? Neler olacak? Adım-adım postal faşizminden postfaşizme, yani sivil faşizme geçiş yapıyoruz. Balyoz Darbe Planı Davası’nda İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ve eski Özel Kuvvetler Komutanı emekli Korgeneral Engin Alan’ın da aralarında bulunduğu 162 sanık hakkında tutuklama kararı verdi. "Ergenekon" soruşturması kapsamında Odatv’nın yöneticisi Soner Yalçın’ın da aralarında bulunduğu 4 kişinin gözaltına alınmasına karar verildi(14/02/2011). Belli ki, bu sivil faşizm kendini kanıtlamak için halka kadar, yani sana-bana kadar inecek. Şu bir gerçek ki; sustukça Demokrasi ile Özgürlüğe susuyoruz. Adamdaki şu cesarete bak; “28 Şubatta darbeye sırt veren medya mensuplarının hepsi bugün önemli mevkilerde. Darbe sürecine destek veren 5-6 gazeteci var, bunların alınmasını bekliyorum…Danıştay baskınında tetikçi Alparslan Aslan hakimi şehit ettiğinde, 10 dakika sonra Sayın Sezer muhafazakar insanları sıkıntıya sokacak açıklama yaptı. Bu açıklanmanın sorgulanması lazım. Darbe sürecine kim destek verdiyse sorgulanır, bundan geri dönüş yok” diyebiliyor. İ Salih Memecan, İhsan Dağı ve Mümtaz'er Türköne; bu ve benzerlerinin hanımları AKP'de milletvekili ve Grup konuşmalarında hüngür-hüngür ağlıyorlar, kendileri ise teorileri ile AKP’yi yağlıyorlar. AKP’nin başlattığı inşa sürecinin iyi işlemesi için. Ben mi? Ben ancak öfkemle tuşlara vuruyorum, puştlar aşkına. Bu ara, düşündürücü bir gelişme yaşandı; ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Francis Joseph Ricciardone, Odatv baskını ile ilgili; “Bir taraftan özgür basından söz ediliyor diğer taraftan gazeteciler gözaltına alınıyor, bunu anlamıyoruz...” deyince, Hüseyin Çelik “İçişlerimize saygılı olun” çıkışında bulundu ve ardından ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley’in “Büyükelçimizin sözlerinin arkasındayız” tepkisi geldi. Öyle ki yandaş gazetecilerin baskısı bile Büyükelçi’nin tavrını değiştirtmedi. Büyükelçi bir grup gazeteciyle yediği yemekte Özellikle bazı konuşmaların “Kayıt dışı/Off the record” kalmasını istemesi, bazı şeylere asla kayıtsız kalmayacakları gibi geldi bana. Ne dersiniz, aklını başına getirip ağalığa son vererek ağabeyliğe mi başlayacak dersiniz Amerika? İşin özü; Aslında Sedat Ergin’e ait olan bir çalışma iken Ufuk Güldemir kitabı olarak piyasaya sürülen “Kanat operasyonu” adlı kitapta anlatılan operasyonlara, ABD başladı mı acaba? Kısa bir açıklama: Bu kitapta; ABD artık muhafazakar ve dinci iktidarları değil, daha çağdaş ‘dünyanın özgün gelişimini algılayan’ iktidarları besleyeceği anlatılmaktadır. Kusura bakmayın, biraz daha uzatacağım. Ve; William Shakespeare’in 400 yıl önce yazdığı, büyük ozan Can Yücel’in çevirisini yaptığı 66. Sone ile yazımı sonlandıracağım: 66. Sone Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. Evet, William Shakespeare 400 yıl önce yazdı. William Shakespeare 4 asır önce görmüş, biz 4 adım önümüzdekini göremiyoruz. Neyi mi? Günümüz Türkiye’sini.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
İLET-Kİ GRUBU
evesbere@mynet.com
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder