BEN BU 1 MAYIS(I) BİR DAHA Y-AZARIM
Bu yazım; “1 Mayıs 2010 günkü yazımın tıpkısının aynısıdır”; Çünkü değişen bir şey yok… Çünkü birileri yine hamutuyla ve armuduyla götürüyor, birileri yutkunuyor… Çünkü, dinden ve yoksuldan geçinenler cipler altında, biber gazları ve coplar elinde turluyorlar, ‘açlık sınırındaki çalışanlar’ ise inliyorlar…
Son katıldığım 1 Mayıs(1978)’ından 12 Eylül’e dek Taksim meydan savaşları yaşandı. Evet, evet; 12 Eylül faşizmine dek 1 Mayıs kutlamaları solun tüm kanatları-ki tek kanada inmesi için savaş veren biriyim, yıllardır- dayanışma içinde sürekli Taksim’e tırmanmaya çalıştık; Mehmet-Ahmet Altanlar, Hasan Cemaller, Ali Sirmenler, Ali Bayramoğlu, Bülent Ecevitler, Deniz Baykallar, Eser Karakaşlar, Mustafa Balbaylar, Uğur Mumcular, İlhan Selçuklar, Oktay Akballar, Melih Cevdet Andaylar, Ertuğrul Özkökler, İpek-Oral Çalışlar, Ertuğrul Günaylar, Haluk Özdalgalar, Erbil Tüşalpler, Mustafa Ekmekçiler, Aydın Enginler, Şevket Kazanlar, Özdemir Özoklar, Yaşar Kemaller, Rüşen Çakırlar, Fehmi Işıklar, Nihat Çorbacıoğlu, Behice Boranlar, Doğu Perinçekler, Süleyman Çelebi, Kemal Türkler, Ali Dinçer, Nedim Tarhan, Önder Sav, Yusuf Ziya Ekinciler, Abdullah Öcalanlar, Sırrı Sakıklar, Ahmet Türkler, Leyle Zanalar, Ömer Laçinerler, Murat Belgeler, Cengiz Çandarlar, İlhan- Muzaffer Erdostlar, Musa Anterler ve diğerleriyle omuz-omuza Taksim meydan savaşı verdik. Kimlere karşı savaş verdik? Sağın tüm dokümanlarına karşı.
Emniyet güçlerini bir yana bırakın, çünkü Polder ve Polbir diye ikiye ayrılmıştı… Polder yanımızda, Polbir yanlarında idi. Polbir kimin yanında mıydı? Tüm karşıtlarımızın; ülkücülerin, radikal ve de siyasal İslamcıların, Türk İslam Sentezcilerinin, postmandacı /Amerikancı liberal muhafaza- kârların..
Bunlar; o dönemin, teorisyenleri ve siyasileri olan Ergun Gözelerle, Ahmet Kabaklılarla, Taha Akyollarla, Yaşar Okuyanlarla, Abdullah Dilipaklarla, Fehmi Korularla(Taha Kıvanç), Muhsin Yazıcıoğlu, İsmail Sepetçioğlu, Cemil Çiçeklerle, Mustafa Taşarlarla, Mehmet Keçecilerle, Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan, Şevket Kazan(onlarda da vardı), M.A. Şahinlerle hareket ederlerdi. Terörisyenler sınıfında adı geçen Abdullah Çatlı, İsa Armağan, M. Ali Ağca ve diğerleri omuz-omuza vermiş kazancı yokuşunda, polbirli polisler arakalarında beklerlerdi. Atlantik ötesinin o bilinen ünlü gizli servisi de yanlarında idi, özellikle tosuncuklara ve geleceğin ılımlı İslamcılarına, İrticacılara önderdi..
Her kentin, bir Taksim Meydanı vardı. İstanbul Taksim tam bir simge idi.. Yıllarca, özellikle son iki yıl; onlarla bunlara karşı Taksim Meydanları için direndik, savaş verdik. Ve kazanıyorduk.. Siyasi kanatlar arasında derin ideolojik farklılıklar olsa da, evrensel faşist dayanışması karşısında ayrışmaları öteleyip, evrensel sol dayanışmayı taksim meydan savaşlarında gösterebiliyorduk; 12 Eylül öncesine dek. Bu beni solun geleceği bağlamında umutlandırıyordu, çünkü ülkemin Taksim Meydanlarında 10 milyonlara varan kitle 1 Mayıs’ta dayanışma içinde olabiliyordu. Egemenler emeğin bu kutsal birlikteliğinden rahatsızdı..Sonunda yapacağını yaptı 1977 1 Mayıs Katliamı ile..
Bu olgunun içinde, bize karşı omuz-omuza vermiş tüm sağ unsurlar vardı… Ve sonunda olan oldu, 12 Eylül tepemize kondu.. Bizim çocuklar darbe yapmıştı netekim.. Bunlar gelmişti; geldiklerini gizlemek için bir iki tosuncuğu feda ettiler ve beslememek için asmayı ilke edinen netekimler solu tümden yok ettiler.. Faşizme karşı savaş verdiğimiz, kol-kola yürüdüğümüz “Onlar” ne olduysa oldu, 12 Eylül sonrası “Bunlar” safına geçti ve bugün yazılı ve görsel medyada “Onlar-Bunlar” dayanışmasını sergilemeye başladılar.
Evet, omuz-omuza, kol-kola Taksim savaşlarında bize karşıt faşist milliyetçi ve dinci dayanışma içinde olan “bunlara” karşı; omuz-omuza, kol-kola taksime tırmandığımız “onlar”ın büyük bölümü, “bunlar”ın safına geçmiş onlarla savaş veriyorlar ve “Onlar-Bunlar” dayanışmasıyla Taksim, taksim edilebiliyor… Daha dün bunlar, taksim meydanında seni yerlerde sürükleyip tekmeliyordu ve de polbirlilerin yan kuvvetleri olarak size tetik düşürüyorlardı, tutukevlerinde besmele çektiriyor, faşist sloganlar attırıyordu ve de …yediriyordu.
Nasıl oldu da, şimdi bir şeyler taksim edebiliyorsunuz, yanı paylaşabiliyorsunuz?? Özellikle; beslenen, fakat asla asılmayan, “bunlar”ın dinci versiyonu, bizdeki onlarla omuz-omuza vermiş, her şeye doğradıkları demokrasi ile yeni bir yönetim yapısı oluşturmanın savaşını veriyorlar.. Ve iki yıl öncesine dek Taksim’e çıkmak isteyen bizlere karşı terör estirenler, nasıl olduysa Taksim’i taksim etmeye karar verdiler. Türkçesi paylaşmaya(Haydaa!!, bu da Farça kökenli imiş..) Ve içlerindeki onlar”dan biri çıkıp; “demokrasi savaşı kazanıldı, bunu da siyasal iktidarımız yaptı… Zafer bizimdir..” diyebiliyor, utanarak(??).. Taksim Meydanının taksim edilmesi ve de kutsal emek savaşçılarının onurlu mücadelesini paylaşmak (Ar. Taksim diyorlar) adına o denli yazılar yazmışım ki; bunların son ikisi Milliyetblog’da yer almış:
- http://blog.milliyet.com.tr/1_Mayis_ta_taksim_edenler__ve_Cumhuriyet/Blog/?BlogNo=177314
- http://blog.milliyet.com.tr/1_Mayis__12_ayin_icindeki_hain/Blog/?BlogNo=106994
Bu iki yazının okunma olasılığı olduğu için; çok önceleri yazdığım yazıları harmanlamaya karar verdim. Öncellikle, bu harmanlama bütününde 1978’de son kez katıldığım “1 Mayıs Taksim” anısına yer vermek istiyorum: 1 Mayıs katliamı sonrası 1 Mayıs’ı için; 1985’lerde tarfik kazasında aramızdan ayrılan sevgili Kâzim Özdemir ve ben, Sıhhiye-İlkiz sokaktaki bekâr evimizden çıkıp, 30 Nisanın alacakaranlığında Atatürk Lisesi’nin önünde bekleyen otobüslere yaklaştık… O da ordaydı (Adını vermek istemiyorum, çünkü, birilerinin sayın kişisinin o dönemdeki duruşunu bugünkü duruşuyla değiştirmesi beni fazlasıyla sinirlendiriyor)..
Bir önceki coşku yoktu emekçi arkadaşlarda. Hareket saatinde otobüslere binildi. Bir yıl öncesinin travmasını yaşıyorduk... Travmanın suskunluğu tüm otobüse çökmüş, sanki emeğin kutsal coşkusu ölmüştü. Belli ki bizler, o küresel efendinin güdümündeki, kontrgerillacıların katlettiği 37 emekçinin bastırılmış acısını duyumsuyorduk hala.. Sabaha karşı Topkapı’ya indik. Sabah çaylarını yudumlarken, üzerimize çöken suskunluğumuz kısmen de olsa bozuldu. Aksaray’dan taksime doğru yol alırken, saatlerimiz de sabahın sekizine doğru yol alıyordu… Unkapanı-Saraçhaneyi geçip, Atatürk köprüsüne doğru akan bir gurup bizler, aniden Eminönü’ye doğru yönlendirildik.
Galata köprüsünü geçerek, Fındıklı’dan Kabataş’a ulaştık. Dolmabahçe’den Taksime doğru tırmanış başladı. Sevgili ağabeyimin can arkadaşı, Hürriyet’ten Halim Ermiş, elinde fotoğraf makinesiyle karşımda belirdi. Askerlerin ve polislerin elindeki makinelerin gölgesinde, polis olan sevgili ağabeyimin beni aradığını seslenmeye çalışıyordu. O denli bir uğultu vardı ki, ağabeyimi nerde bulabileceğimi soramadım. Halim aniden, beklenmedik hareketliliğin olduğu tarafa yönelerek kayboldu… Ağabeyimi bulamadım…
Taksim alanına girdiğimizde, suskunluğu besleyen uğultu coşkuya dönüşmüştü artık. Önümüzde Cüneyt Arkın ve bazı sinema emekçileri yürüyordu. Onların sağında, bildik aydınlar, sol tarafımızda da bildik siyasetçiler... Yıllar geçti; zamanla, o bildiklerin çoğunun kendilerini sağa-sağa savurduklarını, dahası yürüyüşe geçtiğini gözlemledik. Bir bölümü ise egemen güçlerin platformlarında yürümeye başlamıştı..
İşte; bunlar bugün; sınırsız ve kuralsız demokrasi avcıları olarak, nöbetçi egemenlerin teorisyenliğini yapıyor.. İşte, dün emekçiler için söylem geliştiren bunlar 1 Mayıs’ı nöbetçi egemenin sesi ve aracı haline getirecek söylemler geliştiriyorlar.. İşte… İşte… Ne oldu da; 12 Eylül hariç, sürekli emeğin dayanışma bayramı bütününde, Taksim’deki, emekçi şehitleri anma etkinliği, 2000’ler sonrası bu noktalara taşındı? Ve bugüne dek, 1 Mayıs ve Taksim’e getirilmeyen yasaklar uygulanır oldu?
“Emek ve Dayanışma günü”. Yani emekçinin kutsal günü. Günün gün edenler bu günü de kendi günlerine benzetmek için oyun üstüne oyun oynuyorlar. Utanmasalar, 1 Mayıs’ı, kömür ve bulgurla beslenen pijamalıların yayıldığı kırlara taşıyacaklardı..
Başbakan Erdoğan 22/04/2008 günü yaptığı grup toplantısında 1 Mayıs'ın tatil olması ve Taksim'de kutlanmak istenmesiyle ilgili ağır sözler söyledi. Erdoğan, sendikaların Taksim isteğini, "Ayaklar baş olursa kıyamet kopar' cümlesiyle eleştirmişti… Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’te "1 Mayıs’ın tatil günü olmasını istemedikleri, bir günlük tatilin ekonomik kaybının 2 katrilyon liradan aşağı olmadığını..
Ben de; “Kayıplarda ciddiysek, mısırdan ve de pirinçten devletin kasasından ve yasasından götürenlerden hesap soralım. Hortumculardan hesap sor….” “Sınıf, doların yeşilini İslam’ın yeşiliyle harmanlayanların yarattığı sınıf mıdır? Bilin ki, o sınıfta çakacaklar..” “Demokrasi, emek. kimin umurunda?!. Emeğin karşılığını versek, kömür ve bulgurun getirisi olan oy rantını nasıl sağlayacağız?” demiştim. “Tatilin neden olacağı 2 katrilyonun hesabını isterken, Batık bankalara aktarılan 80 katrilyonun hesabını nasıl vereceğiz?” “Tatil ve bayram işçinin hakkı değil mi? Dünyada 166 ülke; 1 mayisi “Emek ve Dayanışma “ bütününde tatil ve bayram olarak kutluyor. Bundan haberimiz var mı?
Bir de çekinmeden, sıkılmadan: hiçbir dünya ülkesinde 1 mayıs bayram değil diyor ve Ayaklar baş olursa kıyamet olacağından dem vuruyoruz. Yazık bize..” demiştim.. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi de; “Ayak takımının cevabını 1 Mayıs’ta alacaksınız" “Emekleri ile geçinen işçileri, emekçileri, memurları ‘ayak takımı’ olarak suçladınız ve ‘ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar’ dediniz. Siyasal anlayışınızı bu kadar açık ve net ifade edişinizi bizler ‘ayak takımı’ olarak ibretle gördük" “Zaten sizi ve siyasal iktidarınızı, emeklilik hakkımızı, sağlık hakkımızı elimizden alırken tanımıştık.
Kıdem tazminatı hakkımıza göz dikerken tanımıştık. Merdi Kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler. Sayın Başbakan ayak takımı kararlı. Emeğin taleplerini haykırmak, dünya işçileri ile dayanışma için 1 Mayıs işçi sınıfının uluslar arası birlik, mücadele, dayanışma gününü kutlayacağız. Sizin tabirinizle ayak takımının, bizim dilimizde ise işçilerin, emekçilerin, memurların, ev kadınlarının, gençlerin yüz binlerin cevabını 1 Mayıs’ta göreceksiniz" demişti..”…
1 Mayıs’ın kısa bir tarihçesine ve nöbetçi egemen iktidarın gerekçesine bir bakalım: 19. yüzyılda (1880'ler), Avrupa'da günlük çalışma süresi 12 saat idi. ABD ve İngiltere'de 10 saat, Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda'da 12 saat, İspanya ve Belçika'da (dokuma dalında) 13-14 saat idi. Rusya'da 15 saat..... Çalışma saatlerinin uzunluğu işçilerin uğradığı yoğun sömürü ile birlikte çalışma ve yaşam koşulsuzluklarını gösterir.
1875- 1908'ler arasında işgününün kısaltılması için işçi sınıfı mücadelesini başlatınca; Kapitalistler zorbalıkla ve kan dökerek mücadeleyi bastırdılar… 1886'da 350 bin işçinin katıldığı Mayıs grevleri gerçekleşti. On binlerce grevci işçinin Şikago sokaklarını dolduran barışçı 1 Mayıs gösterileri kanla bastırıldı… 4 işçi öldü ve pek çoğu yaralandı. Olaylara neden olduğu gerekçesiyle sekiz yazar ve sendikacı tutuklandı. Albert Person, August Speins, Adolf Fischer, George Engels ölüm cezasına çaptırıldı ve işçilere gözdağı vermek için 11 Kasımda idam edildiler…
1 Mayıs geleneği işçi sınıfının mücadelesinin gelişimine paralel şekillenir ülkelerde. Ülkemizde de ilk kez Osmanlı döneminde Üsküp’te 1909'da, Selanik'te de 1911 de kutlandı. 1912'den itibaren İstanbul'da ve diğer bazı yerleşim merkezlerinde gösteriler düzenlendi… Egemenler; 1 Mayısı bahar bayramı olarak toplumsal hafızaya kazımaya çalıştılar hep. Uzun yıllar sonra 1976'da 1 Mayıs alanlarda kitleler halinde kutlanır oldu. Yüz binler İstanbul Taksim Meydanı'nı doldurdu. Taksim artık 1 Mayıs alanıdır. 1977 1 Mayıs'ında yine yüz binler alanlardadır. Ama dizginleri. Pentagon'un elindeki kontrgerilla boş durmaz.
Çevreye yerleştirilmiş katiller Taksim'de yüz binlerin üzerine kurşun yağdırır. Şiddet ve kanla beslenenler 37 emekçi katlederler. 1980 12 Eylül darbesine dek, sıkıyönetimlere ve yasaklara karşın 1 Mayıslar yaygın ve kitlesel şekilde kutlanır. Egemen sınıfların yüreğindeki dinmeyen korku olarak geçer tarihe. 12 Eylül darbesini arkalarına alan, egemen sermaye karanlık güçler işçi sınıfı ve emekçi halktan devrimci yükseliş dönemindeki korkularını kıracak yapılanmaya yönelirler. 1 Mayıs yasaklanır, tatil günü olmaktan çıkarılarak bir sömürü günü haline getirilir.
Egemen sınıfların ve karanlık güçlerin yapılanmaları 1 mayıs'ı, yığınların bilincinden silemedi. Gericilik yıllarını takip eden kıpırdanış ve yükselişle birlikte 1 Mayıs geleneği yeniden canlandı… Bugün yaşananların, dahası yaşatılmaya çalışılanların amacı, karanlığın türevi yeni nobetçi egemenlerin 1 Mayıs geleneğini kırmaktır..” Yıllardır yazıyoruz. Ne değişti ki. Dayanışmadan yoksun, bölük pörçük duruşlarla, hep egemeni haklı çıkarmadık mı? Ve bugün çıkmış; “Nöbetçi Egemen iktidar” Taksim’i emekçilere açtık, hep beraber Taksim’deyiz. Demokra-silerde yasak olmaz, gün dayanışma günüdür..” Kesin seçim yatırımı. Kesin halkın düşüncesini yatırmaya yönelik samimi olmayan bir duruş…
Ne duruyorsun, sorsana!! “Daha bir yıl önce 12 Eylül faşizmini aratmayacak şekilde Taksim’de yerlerde sürüyordun, biber gazı sıkıyordun nerden çıktı bu emeğe saygı!!!?? Emeğe saygın olsa Tekel işçilerine zülüm etmezdin…” Sorsana bunları. Sorsana!!!!.. Sormazsın sen, yarın gider sandığına da atarsın..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder