HES LİSANSLI ÇANTACILARA ANADOLU’YU VERMEYECEĞİZ YÜRÜYÜŞÜ VE KILIÇDAROĞLU
Öncellikle karşı olduğum yatırımları sıralayayım ki; ülke kalkınmasının temel taşı ‘enerji yatırımlarının’ düşmanı olmaktan kendimi kurtarayım:
- 1- Nükleer Enerji. Nükleer enerji sahibi gelişmiş ülkelerin gelişmişliğini (Örneğin savaş mağduru Almanya’nın kalkınmışlığı) Nükleer enerji ile gerçekleşti. Bu enerjinin üretildiği nükleer santralleri, gelişmiş ülkeler neden kapatıyorlar? Örneğin Almanya. Nükleer enerji karbondioksit üretmediği için kömür yakan termik enerjiye göre daha çevreci bir seçenek olarak gezegen dostu bu enerji seçeneği. Bu seçenek enerjiden neden vazgeçilsin ki? Belli ki, bu atmosferi zehirlemeyen enerjinin nükleer bir tehlikesi var, yani yok edici bir enerji seçeneği. Nasıl ki depremin ölümcül yok edici büyüklüğünün önü alınamaz, ancak şiddeti azaltılabilir, nükleer enerjinin de yok edici büyüklüğünün (gücü) önü alınamadığı gibi şiddeti bile asla azaltılamaz. Durum bu iken, ülkemin iktidarı; siyasi rantı besleyecek ekonomik rant için 09.11.2007 tarihinde "Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesiyle Enerji Satışına İlişkin Yasa" çıkartıyor. Bu yasa ile ‘Birileri kusura bakabilir’, enerjiyi satılmaz, satılsa-satılsa ülke satılır, tüm doğa değerlerimizle birlikte. Nükleer tehlikenin, Atomun çekirdeğinden (parçalama) elde edilen dünyanın en sinsi tehlikesi olduğunu hiç düşündünüz mü? Nükleer enerjinin dünya enerji üretimi içindeki payı %16’dir ve bu oran 25 yıldır hiç artmamaktadır. Nedeni, gelişmiş ülkelerin bu enerjiden vazgeçmesidir. Biz ise yeni başlıyoruz.
- 2- Doğaya ve Doğana zarar veren nehir tipi (Yusufeli HES´i gibi) su tutucu HES´lere de(Barajlar) karşıyım. Yıllardır bunları anlatıyor, yazıyorum, yazıyoruz.
- 3- İlle de karşı olduğum enerji çeşitlerinden biri de dere tipi HES’cikler, yani Küçük Ölçekli Hidroelektrik Santralleridir (KÖHES)’. Biliyorsunuz KÖHES’ler 2001 yılında yürürlüğe giren ‘Elektrik Piyasası Kanunu’, ardından 2002 tarihinde ‘Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’ ve 2003 tarihinde ‘Su Kullanım Anlaşması Yönetmeliğinin’ yürürlüğe girmesiyle birlikte ortalığa saçılan HES’ciklerdir.Yani derelerimizin debisini dolar debisine dönüştüren, projelerdir.
- 4- En önemlisi; siyasi ve ekonomik rant peşindeki siyasilerin enerji politikalarını içeren, bireysel ve grupsal çıkara özdeş enerjilerine de karşıyım. “Seçeneğin ne?” derseniz; RES( Rüzgâr Enerji Santralı) ve GES(Güneş Enerji Santralleri) enerji projeleri ve benzerleri. 2000’ler sonrasının iktidarında özelleştirme bütünündeki tüm enerji yatırımları ben yatırmalar ile örtüştürüyorum, çünkü var olan enerji üretim tesisleri birilerine satılarak, ülkemin enerjisi birilerine devredildi.
İşte, o son yatırmalar: Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş’ye (TEDAŞ) bağlı İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş’nin yüzde 100 oranındaki hisselerinin özelleştirilmesine ilişkin nihai pazarlık görüşmeleri sonuçlandı ve ihaleyi 1 milyar 813 milyon dolarla MMEKA Makine kazandı. İstanbul Anadolu Yakası Dağıtım, Akdeniz ve Toroslar Elektrik Dağıtım şirketlerinin nihai pazarlık görüşmesi de başladı. Söz konusu bu 3 şirketin özelleştirilmesiyle, dağıtım ihaleleri tamamlanmış olacak.
Bundan sonra, elektrik dağıtımda özel sektör dönemi başlamış olacak. Bilindiği gibi; elektrik dağıtım bölgeleri, Türkiye’nin dağıtım şebekesi, coğrafi yakınlık, yönetimsel yapı, enerji talebi ve diğer teknik mali etkenler dikkate alınarak 21 dağıtım bölgesine bölünmüştü. Bu dağıtım şirketlerinden Başkent EDAŞ, Sakarya EDAŞ ve Meram EDAŞ 2009 yılında özelleştirilmişti. Kayseri ve civarı ile Aydın-Denizli-Muğla bölgeleri 3069 sayılı kanun çerçevesinde özel şirketler tarafından işletiliyordu.
Göksu EDAŞ ise 3096 sayılı kanun çerçevesinde devredilebilmesi için özelleştirme programından çıkartılmıştı. Öte yandan özelleştirme işlemi biten dağıtım bölgeleri arasında Başkent Elektrik Dağıtım, Meram Elektrik Dağıtım, Sakarya Elektrik Dağıtım, Osmangazi Elektrik Dağıtım, Çamlıbel Elektrik Dağıtım, Uludağ Elektrik Dağıtım, Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş. bulunuyor. Sözleşme aşamasında bulunan bölgeler arasında Yeşilırmak, Fırat, Van gölü Elektrik Dağıtım bölgeleri yer alıyor. Onay aşamasında bulunan bölgeler ise Aras Elektrik Dağıtım, Boğaziçi Elektrik Dağıtım, Gediz Elektrik Dağıtım, Trakya Elektrik Dağıtım, Dicle Elektrik Dağıtım bulunuyor.
İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş (AYEDAŞ), 2,1 milyon abone sayısı, 8 bin 672,1 gigavatsaatlik (GWH) elektrik tüketimine sahipti. İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş’de kayıp kaçak oranı ise yüzde 8,6. 1,5 milyon aboneye sahip Akdeniz Elektrik Dağıtım A.Ş’nin(Antalya, Burdur, Isparta) elektrik tüketimi 6 bin 48,6 GWH ve kayıp kaçak oranı ise yüzde 9. Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. ise(Adana, Gaziantep, Hatay, Mersin, Osmaniye ve Kilis) 2,6 milyon aboneye sahip ve elektrik tüketimi 13 bin 904,9 Gwh, kayıp kaçak oranı ise yüzde 8,9.
Soruyorum; “Toplam kaçak oran ne kadar? % 27.” Tekrar soruyorum; “ Genel enerjiye katkısı, % 5’ e ulaşmayan nehir tipi enerji ve binde bir katkı verecek dere tipi enerji projeleriyle doğayı ve doğanı yok edeceğine ve de enerjiyi özel-leştireceğine bu kaçakları giderecek projeler geliştirsen daha doğru bir enerji politikası olmaz mı? Başta belirttiğim gibi; ülke kalkınmışlığının temeli yatırımlardır, bu yatırımların özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi beni asla ilgilendirmiyor; yatırım gerçek anlamda kalkınma etkinliği olsun, yatırma işlevli kaldırma etkinliğine şiddetle karşıyım.
Ülkemde de, yasalar ve yönetmelikler bütününde yatırımları destekler süreçler işletilmektedir. Bunu yadsımak, dünyanın özgün gelişim ve değişimini yadsımaktır. HES ve KÖHES yatırım projesi ile ilgili planı ve yatırım toplam maliyet analiz raporu (Yatırım bilgi formu) gibi dosya ile Hazine Müsteşarlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğüne müracaat edilir. Sektörel uzman kişiler dosyaları inceledikten sonra yatırımın yatırım teşvik belgesine bağlanması sonrasında yatırım teşvik belgesi verilir.
Teşvik belgesinin faydaları ise; Makine ve teçhizata KDV ve gümrük muafiyet sağlamasının yanı sıra; yatırım finansmanı için kullanılacak kredi için bankalar teşvik belgesine bağlı olarak faiz indirimi uygulanır. Belli ki; bu donanımlı, güçlü, birikimli, referans niteliğindeki işbitirme belgesine sahip, uluslararası deneyimli şirketler bu teşvik belgesini alabilmektedir. Biliyoruz ki; HES yatırımlarının inşaat proje çalışmaları; ön inceleme, mastır planı, fizibilite ve kesin proje olmak üzere 4 aşamada gerçekleşmektedir.
4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu kapsamında özel sektör tarafından inşa edilecek enerji tesislerinin proje onayları Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Bu ilgili bakanlığın yayınladığı “Elektrik Enerji Tesisleri Proje Yönetmeliği'ne göre; Enerji İşleri Genel Müdürlüğü(eigm) öncülüğünde ilgisine göre EİE, DSİ, TEİAŞ, EÜAŞ ve TEDAŞ genel müdürlüklerinden destekler sağlanarak HES proje süreci işletilir.
Ayrıca HES projelerinde enerji nakil hatları(enh) ve Trafo merkezleri(tm) tesis yatırımları ile ilgisi nedeniyle TEDAŞ ve TEİAŞ'den gerekli görüş almak zorunludur. Enerji yatırımları bu denli ciddi ve zorlu bürokratik süreçlerden geçmesine karşın; enerji Bakanlığının çok kolay bir şekilde HES lisansı vermesine ne demeli? Bunun ölçütü nedir? Ölçütü partili mi olmaktır?
Evet: İktidara yakın olanlar mı bu kolaylıktaki lisansları alıp ticaretini yapıyorlar? Örneğin Halkoylaması’nda Başbakanın Diyarbakır’a “Evet” için götürdüğü ünlü topçu bu kolay lisansı alıp bir başkasına satanlardan olduğu savlanıabiliyor. Net bir soru: Bu işin ticaretini yaparak, kolayca elde ettikleri lisansları başkalarına devredip zengin oluyorlar mı? Bunlara piyasada ‘Çantacı’ denmesinin nedeni bu mu?
İlginçtir ki şirket sahipleri; HES yatırım maliyetlerini etkileyen faktörlerden söz ederek; yasa gereği bürokratik zorlukların kaynağı olan çeşitli kurum ve kuruluşların görüş ve onay sürelerinin uzun zaman almasından, kurumlar arası yetki kargaşası ve işlem süreçlerinin uzamasından şikayetçiler, çünkü bu, projenin üretim safhasına geçişini uzatmaktaymış.
Bu nedenle; Enerji Piyasa Denetleme Kurumu(EPDK)nun verdiği lisansın, gerekli görülen tüm izin ve ruhsatların yerine geçmesini istiyorlarmış. Bunun yanında; ÇED raporlarının alınma sürecindeki gecikmelerin giderilerek ÇED raporunun lisans verilme aşamasında hazır olmasını istiyorlar. Belli boyutlarda haklı görülebilirler, fakat asıl haklı olacakları konuda(Çantacılar) nedense seslerini çıkarmıyorlar, özdeksel ve birikim bağlamında varsıl ve ulusötesi deneyimlere sahip şirketler.
Doğru; bu denli bürokrasi karmaşası/zorlukları, neden EPDK’nın verdiği HES lisansında yaşanmaz ki? Bu nedenle diyorum ki; madem Hazine Müsteşarlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü aracılığıyla, Sektörel uzman kişilerin dosyaları incelemesi sonrası yatırım teşvik belgesi veriyor; HES Lisansı’nı da bu kurumun vermesi ve EPDK’nın devre dışı kalması gerekmektedir. Sırf bunun ticaretini yapan deneyimsiz “çantacı” diye tanımlanan göreceli şirketlerden, ‘birikimli ve uluslaraarası proje deneyimli şirketler’ hes lisansı satın almayı bıraksınlar ve bürokratik engelleri azaltarak KÖHES yerine GES ve RES’e yatırım yapsınlar.
Bunu olguya ciddiyet getirilmesi açısından söylüyorum. Çünkü Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu(EPDK) bugüne kadar 1600 lisans dağıtmış ve bu sayının 2 binlere çıkacağı savlanmaktadır. Bu da beraberinde, salt dereleri değil, evinizin önünden geçen çayları, hatta evinize akan içme suyunuzu da çantacıların baskısı ile 49 yıllığına birilerine satacaklardır.
Ve son becerileri: Ben hayli yoruldum, bunu da Melih Aşık hocama bırakalım (12 Şubat 2011): Polislerin kendisine yaptığı teşekkür ziyaretinde Başbakan: “Emniyet statükonun bekçisi değil, değişimin öncüsüdür” dedi... Bir gün sonra, yani dün, polisin öncü rolüne ilişkin fotoğraflar vardı gazetelerde... Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde bir sempozyuma katılan Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nu protesto etmek isteyen öğrenciler işleme tabi tutuluyordu. Başlık şöyleydi: “Kafayla dize basıp dövdüler, coplayıp biber gazı sıktılar...” Polise öncü rolü veren devletlere polis devleti denir... Acaba Türkiye polis devleti mi oluyor? Kim bilir! En iyisi bazı rakamlara bakalım...
Araştırmacı Mustafa Sönmez Cumhuriyet’te yazdı: “Devletin genel kolluk kuvveti, 241 bin kişilik Emniyet Genel Müdürlüğü, 5 bin kişilik Jandarma ve 1500 kişilik Sahil Güvenlik kadrolarından oluşuyor. Merkezi bütçeden “Kamu Düzeni ve Güvenlik” adlı hizmete 2010 yılında yapılan harcamanın 19 milyar TL ile genel bütçe harcamalarının yüzde 6’sını bulduğu görülüyor. Aynı bütçede askerin “savunma harcamalarının” 15 milyar TL ile polis harcamasından 4 milyar geride kaldığı görülürken, sağlığa yapılan harcamanın da polis harcamasından 3 milyar TL geride olduğu görülüyor.”
Polis harcaması asker harcamasını da, sağlık harcamasını da geride bırakmış... Hangi modele yatırım yapılıyor acaba? Uzun-uzun düşünmeye gerek var mı? “Ankara’da 3-6 Mart tarihleri arasında yapılması planlanan Artvin Günleri programında; Yeşil Artvin Derneği, Şavşat-Ardanuç Derelerin Kardeşliği Platformları, Hopa Derelerini Koruma Platformu ve Artvin Çevre Platformu’ndan temsilcilerin konuşacağı panel iptal edildi.
Vali yetkililere “Ben içerisinde Derelerin Kardeşliği Platformu olan bir panele izin vermem. Eğer bu platformdan biride konuşursa bu etkinliğe verdiğimiz bütün maddi desteği keser AKM’nin de kullanılmasını engellerim” dediği belirtiliyor(04/03/2011-Sendika.Org)”
Aşağıdaki haber biz doğa savaşçılarının kararlılğını asla bozmayacağını göstermektedir: Doğaya ve canlı yaşama zarar veren tüm yatırımların durdurulması amacıyla "Anadolu'yu vermeyeceğiz” sloganıyla başlatılan "Büyük Anadolu Yürüyüşü” için Artvin`den Ankara`ya gitmek üzere yola çıkan Doğu Karadeniz Kervanı adlı grup, Türkiye`de hidroelektrik santrallerine karşı ilk mücadelenin başlatıldığı Rize`nin Fırtına Vadisi`ne ulaştı. 3 günde yürüyerek 150 kilometre yol kat eden grup burada çevreciler tarafından alkışlarla karşılandı.
Ve bizler eğer HES şirketlerinin avukatlığını yapan birini ve birilerini TBMM’ine taşıyorsak, doğa ve doğan düşmanlarını cennetin izdüşümü coğrafyamıza da taşıyoruz demektir. Sevgili doğa savaşçısı kardeşlerimin bu çalışmasıyla yazımı tamamlamak istiyorum: Sn. Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı Konu: Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’nun (5346 sayılı yasa) aşağıda açıklanan bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesinde İptali için dava açılması Hk. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Zengin Anadolu doğası bugüne kadar belki de hiç olmadığı kadar kritik bir dönemden geçmektedir.
Eşsiz doğal zenginliklerimizin, Anadolu’yu Anadolu yapan bu zenginliğin, ‘yaşamın temel kaynağı’ olarak kabul edilmesinden çok, ‘maddi bir gelir kaynağı’ olarak görülmesi, bu coğrafyayı hızla geri dönülmez bir yıkıma sürüklemektedir. Bu anlayış nedeniyle Türkiye’nin milyonlarca yılda oluşan doğal güzellikleri, eşsiz canlıları, kültürel mirası, tarım ve hayvancılık potansiyeli, su kaynakları gibi en temel varlıkları yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Öyle ki Anadolu’da son yıllarda kaybedilen sulak alan miktarı 1.5 milyon hektarı geçmiş (Marmara Denizi’nden daha büyük bir alan), kıyılar plansız yapılaşma ile tahrip edilmiş, bütün akarsuları satılmış, dağlar madencilerin, ormanlar yağmacıların ellerine terk edilmiştir. Bu durum sadece doğayı ve canlı yaşamını değil insan yaşamını da tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır.
Bu politikadan acilen vazgeçilmemesi durumunda Anadolu kırsalında yaşayan milyonlarca kişi şehirlere göç etmek zorunda kalacak, Anadolu’nun eşsiz doğası geri dönüşü olmayan yıkımlarla karşı karşıya gelecektir. Anadolu’daki insan zenginliğinin kaynağının biyolojik çeşitlilik olduğuna inanan ve Türkiye’yi sevmenin, sadece sınır çizgilerini korumak değil; sınırlarının içindeki insanın da dahil olduğu her türden canlının yaşamını, doğal ve kültürel peyzaj değeri üstün alanları korumak olduğuna inanan bizler; CHP’nin bu konularda sivil toplum örgütleri ile daha yakın işbirliği içinde olmasını beklemekteyiz.
Bu doğrultuda talebimiz; Anadolu doğası için yıkım anlamına gelen “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” nun yasalaşmasının önüne geçilmesi yönündeki çabanın yoğunlaştırılması ile, “29,12,2010 gün kabul ve 8,01,2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6094 sayılı “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun” aşağıda açıklanan maddelerinin iptali için acilen Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak bu kanunun sakıncalı maddelerinin iptal ettirilmesinin sağlanmasıdır.
İptalini talep ettiğimiz maddeler ve gerekçelerimiz aşağıdadır: 6094 sayılı yasanın 1.maddesi ile 5346 sayılı yasanın 3.maddesinin “11” numaralı bendi; “(Değişik: 29/12/2010-6094/1 md.)Bu Kanun kapsamındaki yenilenebilir enerji kaynakları: Rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle, biyokütleden elde edilen gaz (çöp gazı dâhil), dalga, akıntı enerjisi ve gel-git ile kanal veya nehir tipi veya rezervuar alanı on beş kilometrekarenin altında olan hidroelektrik üretim” şeklinde değiştirilmiştir. Bu tanımdan görüldüğü üzere; hiçbir büyüklük sınırı konmadan, tüm nehir veya kanal tipi HES projeleri, her büyüklükteki Jeotermal enerji üretim tesisleri ve rezervuar alanı on beş kilometreden az barajlı HES projeler yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul edilmektedir.
Korunan alanlar içerisinde enerji üretim tesisi kurulmasının yanlışlığı ve kabul edilemezliği bir yana, kabul edilen yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisi kriterleri AB mevzuatı ile de uyumsuz bir şekilde belirlenmiştir. Avrupa Birliği mevzuatında, yenilenebilir enerji tipi olarak sayılan Nehir Tipi HES’lerde kurulu güç üst sınırı 5 MW olup sadece iki ülkede en fazla 10 MW olabilmektedir.
Oysa kabul edilen yasada tüm kurulu güç ölçeklerindeki Nehir Tipi HES’ler yenilenebilir enerji üretim tesisi olarak kabul edilmiştir. Kurulu güç sınırı getirmeksizin tüm kanallı ya da tünelli yada açık yada kapalı borulu nehir tipi heslerin yenilenebilir enerji sayılması “yenilenebilirlik” kavramına aykırıdır. Mevcut durumda bütün bir havzanın yıkımına yol açabilecek büyüklükte tünel ya da kanal tipli hes projeleri olduğu ya da gelecekte de planlanabileceği gerçeği bir yana, tek bir akarsu havzasının en üst kotundan başlayıp sıfır kotuna kadar küçüklü büyüklü kurulu güçlerde nehir yada kanal tipli hes projeleri ile doldurulduğu, halen inşaat faaliyetlerinin de devam ettiği bir gerçektir.
Açıklanan her iki durumda da havzanın su üretim ve/veya su çevrimini tamamen ortadan kaldıracak şekilde süren uygulama, suyun kendisini veya doğada bulunduğu haldeki kalitesini tamamen değiştirmektedir. Açıklanan şekilde planlanan hes faaliyetlerine her hangi bir kurulu güç kıstası ya da havzayı bir bütün olarak değerlendirmeden onlarca düşük kurulu güçlü hes planlaması havza ekosistemine telafisi imkansız zararlar vermektedir.
Havzayı bir bütün olarak değerlendirmeden, kurulu güç sınırı getirmeden peş peşe planlanan nehir tipi heslerin sırf kaynağına bakılarak “yenilenebilir enerji tesisi” sayılması, söz konusu tesislerin teşvik edilmesi, akarsuların oluşturduğu havzaların telafisi imkansız bir yıkımla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Kaynağa bakarak üretim tesisini yenilenebilir saymak, havzanın su üretim ve/veya su çevrim kapasitesini ortadan kaldıran uygulama karşısında mümkün olmayıp, açıklanan şekildeki bir tanım Anayasanın 56. maddesinde ifade edilen “sağlıklı ve dengeli bir yaşam hakkına” doğrudan aykırıdır.
Diğer yandan on beş kilometrekarenin altında rezervuarı olan barajlar da değişiklikle yenilenebilir enerji tesisi sayılmıştır. Depolamalı her türde tesis; kurulduğu akarsu havzasına, ve suyun kalitesine ciddi düzeyde olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Barajarın su altında kalan bitkiler nedeni ile ürettiği metan gazının ciddi bir sorun olduğu bilimsel bir gerçektir. Diğer yandan suyun depolanması nedeni ile kalitesinin bozulduğu da bir gerçektir.
Suyun depolanması diğer yandan suyun PH değerlerini değiştirdiği gibi içerdiği oksijen miktarını da değiştirmekte olup, suyun ısınması ile de suyun hidrobiyolojik yapısı değişmekte, barajdan sonra mansap yönünde değişen su kalitesi nedeni ile sucul ekosistemde değişimlere neden olmaktadır. Depolamalı tesisler ayrıca çok ciddi sosyal ve insani sorunlara yol açmakta, bir süre sonra bir çöle dönüşmekte, coğrafya geri dönülmez bir şekilde niteliğini kaybetmektedir.
Depolamalı barajlar artık dünyada yenilenebilir enerji üretim tesisi olarak kabul edilmemektedir. Bütün bu sayılanlarla birlikte Anadolunun hemen her bir akarsu havzasında sayısı onlarla ifade edilen, mikro hesler hariç toplamda 1800 adet civarında planlanmış nehir tipi hesler nedeni ile yaklaşık 10.000 km boyunca akarsularımız kanallara, tünellere, yada borulara hapsedilmiş olacaktır. Böyle bir uygulamaya yol açan nehir tipi heslere her hangi bir kurulu güç tanımı yapılmadan, planlanan heslerin planlandığı havza ölçeğinde ekolojik toplam ekolojik etki değerlendirmesi yapılmadan bütününe yenilenebilir enerji tanımı yapılması kabul edilemez.
Sürdürülemez bir çevre hem anayasanın ifade edilen 56.maddesine, hem de insanları vadilerinde yaşayamaz hale getiren yıkımlar karşısında Anayasanın 17.maddesinde ifade edilen “herkesin maddi ve manevi varlığının korunmasını” isteme hakkına aykırıdır. Diğer yandan plansız bir şekilde süren ve son değişiklikle üstelik yıkımı yenilenebilir sayan uygulama Anayasanın 166.maddesinde ifade edilen “planlama” anlayışına da doğrudan aykırıdır.
6094 sayılı yasanın 5.maddesi ile de 5346 sayılı yasanın 8.maddesinin üçüncü fıkrasının ilk cümlesi ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir: “(Değişik: 29/12/2010-6094/5 md.) Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde ilgili Bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir.”
Öncelikle Korunan Alanlarda Yenilenebilir Enerji Üretim tesislerinin kurulması, bu alanların ilan edilme gerekçelerine aykırı bir durum olup, koruma statüsü verilen alanlarda yenilenebilir enerji üretim tesislerinin kurulması ile bu alanlar korunmalarına neden olan niteliklerini kaybedecektir. Ülke coğrafyasının belli alanların üstün biyolojik çeşitliliği,üstün peyzaj ve sosyal/kültürel değerleri barındırdığı kabulü ile ilan edilen “korunan alanların” korunması hem çağdaş bir devlet olmanın, hem ülkenin moral değerleri gereğidir.
Korunan alanlarda yenilenebilir enerji tesislerinin kurulabileceğine dair düzenleme yukarıda ilk bölümde açıklanan 6094 sayılı yasanın 1.maddesi ile 5346 sayılı yasanın 3.maddesinin “11” numaralı bendinde getirilen değişikle beraber düşünüldüğünde korunan alanlarda dahi aynı plansızlığın, aynı yıkımın süreceği anlaşılmaktadır. Tüm dünyada korunan alan büyüklüğü ortalaması %14’ler civarındayken ülkemizin korunan alan yüz ölçümünün %3,8 civarında olduğu da düşünüldüğünde zaten sınırlı ve dar bir ölçekte olan korunan alanlarımızın da koruma amacına aykırı olarak tahrip edileceği anlaşılmaktadır.
Meri Milli Parklar Yasasının, meri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası olan 2863 sayılı yasada açıklanan koruma amaçlarına ters, dolayısı ile söz konusu yasada amaçlanan kamu yararını görmezden gelen,enerji sektörünün taleplerini kamunun korunan yararlarından üstün gören bir anlayışla yasalaşan düzenleme de hem yukarıda açıklanan Anayasanın 17,56,166.maddelerine aykırıdır, hem de özellikle; Avrupa Peyzaj Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi,Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, Akdeniz'in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi,Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan ve Faaliyetlerden Dolayı Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü, Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan Dolayı Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü,Karadeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi ve Eki Protokolleri, Kuşların Himayesine Dair Milletlerarası Sözleşme, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme, Avrupa Kültür Anlaşması hükümlerine yani hukukun bir kaynağı olan evrensel değer ve hukuki amaçlara da aykırıdır. Açıklanmaya çalışıldığı üzere tüm koruma alanlarında, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına, doğrudan bakanlık tarafından izin verilmesi, uygulamada bu izinlerin otomatik olarak verilmesi sonucunu doğuracağı gibi açıklanan nedenlerle aslında korunan yada korunmayan alanlar yapılan bu iki düzenleme ile eşitlenmektedir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle 6094 sayılı yasa ile 5346 sayılı yasanın 3’üncü maddesi 11’inci bendindeki “Yenilenebilir Enerji Kaynakları” tanımına getirilen “..kanal veya nehir tipi veya rezervuar alanı on beş kilometrekarenin altında olan hidroelektrik üretim” kısmı ile, 8’inci maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen “Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde ilgili Bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir.”
Cümlesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasını talep ediyoruz. Saygılarımızla gereğini arz ederiz.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder