
E-KO(NO)MİK POLİTİKALARLA DEĞER SATIP DEĞER YARATMAK
AKP’nin ekonomik politikalarını irdeleyenler diyorlar ki:
“AKP iktidar olduğu süre içinde ulusal gelirimiz toplamda %58, kişi başına %42 artmıştır”
Bu söyleme göre, 9 yılda benim gelirim %42 artmış. Doğrudur diyemem, çünkü ; çalışan mühendisin 9 yıl önceki aylık ücreti 250 TL idi; bugün 2500 TL. Bu % 42 artış değil ki, %100 artış da değil, bu tamı tamına % bin artış. Bunların söylemine göre benim gönenç(Ar. Refah) düzeyim ne kadar artmış OLABİLİR. Bir başka söylemle; 9 yıl önceki gönencim ile bugünkü gönencim arasında bir fark var mı? Var, çünkü 9 yıl önce gönencim daha iyi değildi, çok – çok daha iyi idi. Yani bugün 9 yıl öncesine oranla daha da zor geçiniyorum.
Efendim;
Türkiye, % 58’lik gelir artışıyla yıllık % 52’lik büyüme hızına ulaşmış. Bu oran 50 yılın ortalamasından biraz yüksekmiş. Eğer birkaç yıl daha cari döviz açığını, sürdürülebilir düzeylere indirebilmek için ‘düşük büyüme’ politikası uygulanırsa, Türkiye 50 yıllık büyüme çizgisine tekrar oturacakmış.
Ne demek bu?
Bu, ‘ AKP döneminde bir büyüme yok’ demek’.
Üstelik son 9 yılda Türkiye toplam 300 milyar dolar ‘başka milletlerin tasarrufunu’ ülkeye çekip yatırım ve tüketim harcamalarında kullanmış. Doğrusu; böylesi birikimli cari döviz açığını tüketim harcamalarında kullanmış.
Bana göre, bu para; ekonomik krizi örten tüketim harcamaları için kullanıldı. Kimliği; Araplardan gelen kara paralı cari açık ve cahil açıktır.
Yandaş medyanın, yağdanlık katsayısı yüksek uzmanlara göre Türkiye’nin ulusal geliri %5,2, fakat ulusal harcaması yılda ortalama %9,7 artmış ve muhteşem bir gönenç yaratmış. Bunu zaten, çevremizdeki lüks bina ve araba sayılarından anlıyormuşuz.
Pes doğrusu; kaçımızın, yani ulusal geliri % 42 artan senin ve benim kaçımızın lüks araba ve evi var. Ben hala, güneş almayan zemin katta oturuyorum. Arabam da yok…
Gönenç oranında büyük olasılıkla hesap yanlışlığı var. Fakat, eğer ki; beyaz yakasız gömlekli er kişi ve türbanlı hatun kişinin altındaki lüks cipleri ve de üstlerindeki rezidans daireleri sayılıp, ülkemin nüfusuna bölünerek ortalama % 42’lik gönenç oranı yakalanıyorsa, o zaman hesap doğrudur. Ve de, bu doğruluk mantığına evet diyen benim gibiler sayesinde belimi asla doğrultamayacağım demektir.
Yabancılar soruyormuş; bu gönenç artışının yarısı, borç kaynaklarla sağlanıyor ise, kamu borcunun milli gelire oranının da artırmış olması gerekmiyor muşmuş?
Yok, yok öyle değilmiş. 2002’de kamu borcunun milli gelire oranı % 70 imiş, bu oran günümüzde % 40’a düşmüş. %70, 2011 krizinin bir hesap hatasıymış. Aslında bu oran uzun yıllar %30’un altındaymış.
İyi de o dönemleri(geçmiş iktidarları, ille de Ecevit dönemini) başarısız kabul ederken başka milletin(300 milyarlar) tasarrufu olan borç kaynakla sağlanan gönenç artışının sahibi AKP nasıl oluyor da başarılı gösteriliyor. Özellikle, sermaye birikimini zayıflattığı söylenen bir AKP. Ki, özellikle bütçe açıkları ‘ halkın tasarrufları istismar edilerek’ bu dönemde daha fazla olmasına karşın.
İşin en düşündürücü yanı, AKP’nin kamu açıklarını ve kamu borçlarını düşüren sahte teorilerinin aklanması.
% 4 büyüme eğer küresel belirsizlikle makro dengeleri bozup ileriye dönük riskleri artıracağını söyleyenlerin, daha fazla büyüme istemeleri olumsuzluk değil mi? Burada, özel sektör yem olarak kullanılıyor gibi geliyor bana. Biliyoruz ki özel sektör her geçen gün kan kaybediyor. Nasıl mı? AKP, yatırım harcamalarını özel sektöre bırakmış ve onu borçlandırmıştır. Özelleştirme ile kamu varlıklarını satarak hükümet borçlarını kapatması ile iç borçları azaltması ve de dış borcu artırması, AKP’nin doğruları olarak gösterilmesi, gerçekten düşündürücü.
Çünkü; 300 milyar dolarlık gizemli paralı cari açıkla ve ithalatın getirdiği dolaylı vergilerle ve de kamu gelirleri ile göreceli dinamik denge sağlanıyor ve sağlanan dönemsel iyileşme AKP’yi aklıyor ve sanayi üretimi büyüme için yetersiz olmasına karşın ‘ılımlı toparlanma’dan söz edilebiliyor(ılımlı İslam’ın toparlanması bu olsa gerek).Dahası öyle gösteriliyor. Bu yaklaşım tehlikeli bir ‘eko(no)mik bir politikadır; Süreç böylesi seçim eko(no)mik politika ile işletilmeye başlanarak, halkın aldatılması ivmelendirilecektir.
Biliyorsunuz, ekonomi biliminde, fiziki sermayenin adı ‘Finans kapital’dir.
Azgın liboşlar bunun solcu tanımı olduğunu söylerler, fakat istemeyerek de olsa ‘ bir grubun kullandığı anlaşılmaz söz(Fr. Jargon) olarak gördükleri bu tanımı dillerinden düşürmezler.
Onlara göre finans kapital, bir bağlamda ekonomik kalkınmadır. Bu da sermaye birikimidir; yani pere, pere…Şaka bir yana, bir onlara, bir bunlara; onlara göre doğru olan sermaye birikimi, yani ekonomik kalkınmadır ve fiziki sermaye olarak finans kapital olarak tanımlamaktır-ki bana göre de doğru olanı budur ve bu da yol yapmaktır, baraj, fabrika ve benzeri ekonomik kalkınmanın göstergesi diğer yatırımlarla ve yatırımlara değer katan(katma değer) makine ve teçhizattır.
“Ülkem kalkınmak istiyormuş ki Allah AKP’yi göndermiş.” diyecek kadar AKP’ye kendini adayanların, yarım doğru duruş sergilediklerini gözlemliye biliyoruz. Evet; AKP’nin “Sermaye birikimi “ üzerinde yoğunlaştığını vurgulayarak, halkın gönencini artırmak için yabancı sermaye avına çıktığını söyleyip, yarım doğru yaklaşım sergiledikleri de oluyor. Biliyorsunuz yarım doğrunun yanındaki yanlış da, nerden geldiği bilinmesine karşın bilinmez gibi davranılan; 300 milyar dolardır.
Ayrıca; dış ticaretteki geçen yıla oranla sağlanan %39’luk iyileşmenin iç talepteki daralmanın ve TL’nin değer kaybetmesinden kaynaklandığını unutmamak gerekir(ithalatın azalıp ihracatın artması)
Bu AKP yandaş liberallerin söylemine göre ulusların varsıllığının üç bileşeni vardır: 1) Doğal, 2) Fiziki ve 3) Beşeri sermaye. Kimse yadsımıyor, bu ekonominin temel kuralıdır. Diyorlar ki; ülkemizde bu sermayelerden ikisi yetersiz, yok gibi. Bunların artırılması için bol olan kaynağı(doğal sermayeyi) kıt olan kaynağa dönüştürülmesi gerekirmiş. Ve bununla ülke kalkınırmış ve milli gelir hızı artarmış.
“Ülkemde en bol kaynak ‘toprak’mış. AKP ‘Sermaye birikimini’ sağlamak için, Turgut Özal gibi yabancı sermaye çekmenin yanında rantları satmış. Yani toprak eşittir sermaye mantığını işletmiş. Ve bunun için de; kırsal arazileri kentsel araziye dönüştürmüş. Arsaların imar yoğunluğunu artırarak mekan rantları oluşturup atıl duran doğal servet(toprak) Fiziki sermayeye(finans kapital) dönüştürmüş.
Bu dönüştürmelerde, dahası işletilen sermaye edinim sürecinde, işlettikleri iki olguyu unutmamak gerekir. Birincisi; Kentsel dönüşüm yalanıyla, TOKİ aracılığıyla varoş ve gecekondu arazilerini satmak, ikincisi ‘su akar Türk bakar’ diyerek, enerji elde etmek için HES inşa edeceğim yalanıyla dereleri satması.
AKP bunları yapmış ve doğru yapmış, Türk ekonomisinin büyüme hızını artırmış(Türk ekonomisinin mi, yoksa birilerinin mi?). AKP bir bu duruşuyla çorba dağıtıyormuş, fakat çorba dağıtan kepçeyle içme hakkına sahipmiş.
Kardeşim bu nasıl bir ekonomi mantığıdır. Bal tutan parmağını yalar ve bunun için çalmaları doğal haktır demeyle ne farkı var, bu mantığın?
Bu çorbayı ne kadar dağıtacak, yandaşlarına. Çorba bittiğinde, kazananlar başka bir kazan kaynatacaklar mı? Yoksa, yerlisi yabancısı yatırıcılar, pardon yatırımcılar çekip gidecekler mi?
Beyler; değerleri satarak değer yaratmak ekonomi biliminin neresinde var? Doğrusu, değerleri satmak ne zamandan beri büyüme hızı oldu?
Özal’dan beri değil mi?
Şimdi de R-cep…
Hayret! Nasıl oldu da, geçmiş hükümetler böylesi bir kaynanağı bulgulayamadılar ve ülkeyi batırdılar.
Göreceğiz, ülkeyi kimlerin batırdığını; pardon görüyoruz…Bu sürecin adı ‘yalan üzerine konuşlanmış talan’dır. Değer yaratmadan, değerleri bitirmektir.
Lütfen aklınızı başınıza getirin, sandığa giderken. Aksi taktirde; doğal değerler(kaynaklar) bitince, değer yaratamayacakları için ülkeyi nasıl değersiz hale getireceklerini iş işten geçtikten sonra göreceksiniz.
Çorbayı dağıtanlar, kepçeyle içmiyor, hamutuyla götürüyor ve etrafındaki yağdanlıkları, çorbalayıp torbalandırıyor.
Örnek mi istersiniz?
Yıllardır ucuz mazot bekleyen çiftçiye değil de gemileri olanlara vergisiz mazot veren , yani özel tüketim vergisini(ötv) kaldıran ve de pırlantadan vergi almayan e-ko(no)miklikler...Ve bu anlayış, 10 senedir Ankara'da 1 km metro inşa edememesine ve mühendislik disiplininden yoksun duble yollarla Türkiye'yi karayolları ağlarıyla örmesine karşın, İstanbul'daki metro açılışında(Kartal-KKadiköy); "Biliyorsunuz 10 yıl marşı'nda geçer. Demir ağlarla ördük falan. Neyi ördün? Hiçbir şey falan örmüş değilsin! Ortada duranlar belli idi. Demir ağlarla şimdi Türkiye'yi biz örüyoruz..." diyerek Atatürk'ün ekonomik politikalarını eleştirerek, Atatürk'ü aşağılayabilmektedirler.
Yetmedi Yozgat Müftü yardımcısı; "Başbakanın ve Cumhurbaşkanın karısı örtündü, sizler de örtürün karılarınızın başını; düğünlerde karılarını oynatanlar deyyus'tür" diyerek bunları Kahraman ilan edebilmektedir(ler).
Kahraman deyince, zaman-zaman benzerlerini benim de tekrar ettiğim şu sözler aklıma geldi:
““Biz ABD olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz? Bizler aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz. Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini ise birer kahramana dönüştürüp o ülkelerin üst yönetim kurumlarına getiririz.”
Sözün sahibi; 95 yaşına kadar yaşayan Yahudi babanın ve 97 yaşına kadar yaşayan Yahudi bir annenin oğlu olan ve ABD’nin 56. Dışişleri bakanlığı yapmış halen yaşayan(1923) ünlü diplomat siyaset adama Henry Kissenger.
Ve benim ülkemde biriler; Arap baharı gibi, Türk baharı beklediğini hiç çekinmeden söyleyebiliyor.
Korkum; e-ko(no)miklikler devam ettiği sürece, haklı çıkmaları…
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
TEKNOPOLİTİKALAR PLATFORMU
evesbere@mynet.com
GSM. 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder