Kendi-kendime "Koca Can Yücel'in Datçasını yazan sen, niçin Bodrum'u yazamıyasın?" sorusunun yanıtını vermezden 'Mavi Yolculuğa' çıktım. "Doğada Datça Güzelde Kalça" başlıklı yazımı da okuyabilirsiniz:
- http://blog.milliyet.com.tr/Can_Yucel_in_Datcasini_Can_ca_basliklandirmak/Blog/?BlogNo=96081
Yıllar önce gitmiştim Bodrum’a. Elbette ki Halikarnaslı yıllar değildi. Bodrum’un adını ilk duyduğumda (çocuktum canım..) garipsemiştim, çünkü evlerin bodrumunu çağrıştırmıştı. Karanlık, rutubetli küf kokan bodrumları. Öğrendim ki, aksine Bodrum, güneşi, denizi, doğası ve tarihi dokusuyla küf değil keyif kokan, dahası istek, neşe, sevinç, afiyet, sağlık, hoşnutluk ve huzur veren bir yer.
Birde şunları öğrendim; Bodrum deyince Halikarnas Balıkçısı’nın akla geldiğini. Bodrum’un Halikarnas Balıkçısıyla özdeşleştiğini. Bodrum’un evrende cennetin ışınlandığı nokta olduğunu. Bodrum denince, Bodrum’dan önce Halikarnas Balıkçısının yazılması gerektiğini. Bodrum ve Halikarnas denince Halikarnas balıkçısı denmek istendiğini. Halikarnas balıkçısı denince, asla gerçek adı olan Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı akla gelmediğini..
Bir de şunu öğrendim; Bodrum’u ve H.Balıkçısını yazmanın kolay olmadığını, benim gibi kendini bir şey sananların yazdım diye övünebileceğini. Asla Bodrum’u ve Musa Cevat Şakir Kabağaçlı’yı öğrenmelerinin bitmeyeceğini. Gelin Önce Musa Cevat Şakir için, sonra Bodrum için “Gez-Gör-Yaz” bütününde öğrenme sürecini işletelim.
Halikarnas Balıkçısı Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı: Babası Şakir Paşa, asker ve vali(1890). Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halıkarnaslı Balıkçı) babasının görev yeri Girit’te doğdu..Robert Koleji ve İ.Tatlıses’in okuyamadığını söyleyerek bizleri kahreden (sinir bozan demek.) Oxford’u bitirdi. Tarihçi yazar, şair, Ressam ve gazeteci. Babasını kaza ile öldürdüğü için 3 yıl tutuklu kaldı (Babasının elindeki silahı alırken patladığı savlanır).
İstiklal mahkemesince idama mahkum edilen Asker kaçaklarını Zekeriya Sertel’in dergisinde yazdığı bir yazı ile savununca, daha doğrusu idam kararını eleştirince, kendisi de Ali Çetinkaya tarafından idama mahkum edildi. Kılıç Ali Bey devreye girdi ve kalebentlikle Bodruma sürüldü.Yani, Bodrum kalesinden çıkmamaya mahkum edildi. (1925). Cezası bitince, doğasını ve doğanını çok sevdiği Bodrum’a yerleşti ve tam 25 yıl kaldı. Kendisi ünlendikçe, Bodrum da ünlendi ve bu nedenle Bodrum denince Halikarnaslı Balıkçı akla gelmeye başladı.
İnanın kimse Musa Cevat Şakir Kabağaçlı olarak bilmez. Belki de kendisi bu ortamı bile-bile yarattı. Nedeni; aile içi sorunlarından dolayı babası ile yaşadığı talihsiz anıyı insanların düşüncelerinde çağrıştırmamak ve silmek olabilir mi? Bundan mıdır bilmem hep Halikarnas Balıkçısı olarak anıldı, yazdı, çizdi (Tarihçi, Gazeteci ve yazarlık yanında, şair ve ressam olarak büyük yapıtlar kazandırdı da. Özellikle Üç alanda sayısız yapıtları vardır. Özellikle Mavi Sürgün yapıtı) ve 1973’te çok sevdiği doğasından (Mavisinden, yeşilinden) ve doğanından (insanlarından) ayrıldı. (1890–13 Ekim1973). Ayrılırken, dolu-dolu tam 83 yılını anı olarak sevenlerine bıraktı. Adını Halikarnas Balıkçısı olarak değiştirdiği savlanan Şakir, Mavi Sürgün yapıtında şunları söylüyor: “Ben avluya girdim, sokak kapısını kapadım. Avludan denize açılan kapıyı açtım. Hey! Açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi Batı göğünde, günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekmiş-ti. Tanıdım! Tanıdım! İşte o! O!
Orasını ta erken çocukluğumdan tanıdım. Üç buçuk yaşımdayken babam Atina’da büyükelçiydi. Faler’de, hafızamın dünyaya ilk göz açtığı çağda, o denizi görmüştüm de apansızın güçlü bir tokat yemişim gibi dünya, ta ayakuçlarıma kadar fısıldıyordu. Uyandım hem de pir uyandım. Kaç yıldır, bu vakitler şimşek gibi gördüğüm bu dünyanın hasretini çekip duruyormuşum da farkında değilmişim.”
Burada söyledikler Denizi ve Denizciliği çok sevdiğini resmetmektedir. Bir söylenceye göre, Denizcilik eğitimi almak istemiş, fakat babası şiddetle karşı çıkmış. Benim için, Türkiye’nin ilk doğa ve doğan(insan-lık) savaşçısıdır. Yapıtlarında Doğa ile bütün doğanların (insanların) kaderlerini işler ve onların bu onurlu duruşlarını sömürmeye niyetli kötü doğanlara/ insanlara karşı savaş verir. Onların yanında yer alan bu duruşunu hep korumuştur.
Doğanın gerçek sahipleri olarak gördüğü Bodrum doğanını/insanını hep öne almıştır. Bu nedenle Bodrum halkı tarafından çok sevilir. Ve sıra geldi Bodrum, Bodrum, Bodrum’a: Çocuklar gibi sevinçliyim-sevinçliyiz; uzun zaman sonra Bodrum’a gidiyorum-gidiyoruz. 10 Temmuz 2009. Saat 10.10; yine Ankara’nın Aşti’sindeyiz. Hiç Esenboğa’ya gidemedik ki. Serde yoksulluk yok, fakat yoksunluk bütününde özdeksel (Para) yetmezlik var. Bundandır ki, her kentler arası yolculukta Aşti (Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi)’nin olduğu Söğütözü yolunu tutarız.
Anlayacağınız, fiziki coğrafyanın Atmosferinde süzülmek yerini, Litosferinde sürükleniyoruz. Daha da anlayacağınız; şöyle paramıza binip (araba demek istedim) kendi olanaklarımızla litosferde sürüklenemedik. Sele kapılmış kütük gibi olmasa da sürükleniyoruz işte. Fiil çekimli sevinçli gidişimizden söz ettiğim Bodrum için hemen hazırlıklara başladık. Öncelikle Bodrum Öğretmenevi’nde yer ayırttık, ardından da Bodrum-Turgutreis’e (Karatoprak) yerleşen kuzenim Namık Kemal Çorbacıoğlu’nu aradık; Bodrum’a yarın geleceğimizi ve kendilerine de uğrayacağımızı söylemek için.
Aman Allahım; Namık Kemal başta olmak üzere, eşi sevgili Leyla ve oğlu sevgili Koray kıyameti kopardılar. “Eğer siz Bodrum’a gelip Öğretmenevi’nde kalırsanız, biz kesin soyadımızı değiştiririz.” Bodrum kuzenler diyarı adeta. Namık Çorbacıoğlu, Adnan Çorbacıoğlu (Didi Adnan/Lazca, büyük demek), Niyazi Çorbacıoğlu ağabey hepsi Bodrum’dalar. Sonradan öğrendim ki sevgili annem (Emine Çorbacıoğlu)’in çok sevdiği kuzeni Leyla teyzenin kızı Şeyda’da burada imiş. Namık haklı; kuzenler diyarı Bodrum’da sen git Öğretmenevi’ne sığın, olacak iş değil.
Gez-Gör-Yaz’ı fazla uzatmamak için Bodrum’un hemen yanı başındaki Namık kuzenin konuşlandığı Turgutreis’e gideceğimizi belirterek Bodrum yazıma devam edeyim. Kamil Koç ile Bodruma doğru sürüklenip gidiyoruz. Elimde Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nin 1164. sayısı.
Derginin kapak yazısı: “Paranın insan üzerindeki etkisi, sanılandan güçlü”. Yani pek barışık olmadığım Paranın gücünden söz ediyor.. Haklı, eğer para güçlü olmasa, insanlar daha güçlü ulaşım araçlarına sıçrayamazlardı. Fakat, burada anlatmak istenen şey biraz daha farklı.. Doğrudur, paranın insanlar üzerindeki etkisi ekonomi uzmanlarının itiraf etmekten kaçındığı kadar güçlü, bunu yadsıyamayız. Yadsıyan yok mu? Var! Örneğin; ben bay sürüklenen. Derginin iç sayfa başlığı “Tek istediğim Para. Bu başlık benim için bir anlam ifade etmiyor, çünkü ben akçalı işleri fazla sevmeyen ve para ile barışık olmayan bir yapıdayım.
Ne yapayım öyleyim işte. Hiç unutman, çok bir yakınımın “Eğer bu görevinde biraz ödün verseydin, değil kendini, kendimizi bile kurtarırdın.” sitemini. Haklı idi, didiçkimi (Lazca, büyüğüm); en son Bölge Müdürlüğüm esnasındaki fırsat diye tanımlanan süreçleri değerlendirseydim, şimdi Atmosferde süzülüyor olacaktım. Bilmem, belki ruhum süzülür korkusuyla bu süreçleri değerlendirmedim. Anlattıklarım, biraz çalmak isteyen, fakat ödlekliğinden dolayı yapamayan insan izlenimi vermiyor değil. Her ne ise; ben çal(a)madığımdan dolayı memnunum.
Öyle veya böyle, bundan sonra değişmen olası değil, sürüklenmeye devam. Evet, elde valiz otobüs terminallerinde koşuşturmaya devam. Biz halimize şükrediyoruz, bu dinlence süreçlerini yaşayamayanlar da var. Evet, evet şükür ki; çocuğumuz sürüklenmeyecek kadar özkaynak birikimimizi tutumluluğumuz ve de mesleksel avantajla sağlayabildik.
“Tek istediğim (istemediğim) para” yazısına bir göz atalım: “Mangır, arpa, nakit. gibi sözcükleri sürekli olarak dile getirdiğimiz, ancak bizler için taşıdıkları ruhsal anlamın üzerinde pek de durmadığımız sözcükler. Bu sözcükler üzerinde birkaç dakika kafa yorduğumuzda çok farklı kişi oluverirsiniz. Para ile ilintili sözcükleri salt düşünmek bile insanı çok daha özgüvenli ve başkalarına yardımcı olmaya daha az yatkın duruma getirebiliyor. Daha da garibi, paraya dokunmak hem bireyin toplumdan dışlanmak duygusunu yok ediyor, hem de acıyı yatıştırıyor” muş.
Ruh bilimciler insanlarda parayla bağlantılı ruhsal bozuklukların giderek artığına tanık oluyorlarmış. Paranın acımasızlığına bakın; özgüveni artırıyor, fakat yardım duygusunu yok ediyor. Belli ki varlığı da, yokluğu da insanların ruh sağlığını ve kimliğini bozabiliyor.. O zaman kaldıralım parayı, yerini öpücük ve sevgi konduralım, dahası paylaşım ve üleşme duygusunu egemen kılalım... Nerde o günler.
Adam 100’lerce köy, 100 binlerce torpah sahibi ve 100 milyonlar topraksızlıktan açlıktan kırılıyor umurunda değil.. Adam yüzlerce fabrika sahibi, fakat her gün 100’lerce işçiyi kapıya koymaktan çekinmiyor. Adam ayakkabım delikti diyerek, ülke bütçesini gemiciklerle ve de sünnet-düğün takılarıyla delerek yetim hakkı yiyebiliyor. Paralının özgüveni artacak, fakat asla paylaşmayacak; diğer yandan parasız, özgüvensiz yoksul yapısıyla paylaşma duygusu içinde daha az olana katkı vermeyi erdem sayacak..
Bir şey bu kadar kötü olur. İşte o kötüyü yaşatmak için nice kötülükler kurguluyoruz. Tüm bunları neden yazıyorum, yani parayı ve varsıllığı! Kardeşim; varsıl yeri Bodrum’a gitmek için para gerek para. Bizimkisi pişmanlık feryadı, çünkü Bodrum’a çulsuz gidiyoruz. Şaka bir yana, bir oyana, bir bu yana; Para olgusu asla ruh sağlığım etkilemedi, onsuz, fakat mutlu yıllarca elde valiz, elde kağıt, elde kalem eşim ve kızımla Gez-Gör-Yaz etkinliğimi sürdürdüm..
Benim ruh sağlığımı zorlayan şey, Deniz Som’un aşağıdaki yazısında belirttiği gelişmelerdir: “Avrupa Birliği’nin, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama gibi her türlü hortumculuk (Örn. D.Feneri) daha etkin mücadele edilmesi için Türkiye’den gerekli yasal düzenlemeleri yapmasını isterken; bunlar Türk Ceza Kanunu’nda bazı maddelerin değiştirilmesini öngören tasarıyı meclis’e sevk ettiği ve meclisin tatile gireceği günün gecesinde tasarı görüşülürken gece yarısı bunlar tarafından bir önerge ile tasarıda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlamak üzere ‘kel alaka’ bir değişiklik yaparak, yani sadece bir kelime oyunuyla ceza muhakemeleri kanununun bir maddesinde yapılan değişikle, Genelkurmay Başkanı dahil, her görev ve rütbedeki askerin ‘Darbe hazırlığı içinde olduğuna ilişkin’ herhangi bir ihbar üzerine sivil savcılar tarafından sorgulanmasının ve ortada dolaşan ‘Kağıt parçası’ ile komutanların sivil mahkemelerde yolunun açılması”.
Gerekçeler AB ölçütleri. AB’nin asla böyle ölçütü yoktur. Kendi askerini yargılayan Türkiye bu nedenle asla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ceza almamıştır. AB’nin istediği sivillerin askeri mahkemede yargılanmaması, yanı askeri faşizmin önünü almak. Bunların yaptığı ölümü göstererek, insanlara sivil faşizmi onaylatmak. “Kâğıt parçası nedir?” Dahası bu senaryolarla ne yapmak isteniyor?
Meriç Velidedeoğlu’nun bu konudaki “Düzmece Belgeler” yazısı her şeyi anlatıyor: “19. yy. biterken Fransa, bütün ulusal kurumlarını sarsıp ortalığı karmakarışık yapan ve yıllarca sürecek bir dava ile kökünden sarsılmaktadır. Ünlü "Dreyfüs Davası"dır bu. "Fransa ebediyen bu lekeyi taşıyacak!" diye değerlendirilen davanın konusu casusluktur. Suçlanan da orduda görevli Yüzbaşı A. Dreyfüs'tür. Bu suçu da Binbaşı Du Paty de Clam, kafasında tasarladığı biçimde yaratmıştır. Dreyfüs'ün tüm çevresini taramış, evini altüst edip aramış; bir şey bulamayınca da, Dreyfüs'ün bütün suç delillerini "yok" ettiğine inanmıştır.
Tıpkı günümüz Türkiye’sinde İlhan Selçuk'un bilgisayarında bir şey bulamayanların "önceden silinmiş" dedikleri gibi. Ne ki, Tuncay Güney'in benzeri Du Paty de Clam'ın saçma sapan delillerini temel alan "savcı" Brisset "iddianame"yi hazırlar. Buna göre Dreyfüs: Çok bilgilidir, hafızası kuvvetlidir; akıllıdır; az konuşur. Bizim Zekeriya Öz de ne diyordu iddianamesinde İlhan Selçuk için: Az konuşur; akıllıdır; herkes ona "abı" der. Savcı Brisset'in iddianamesine dayanılarak Dreyfüs tutuklanır: Ne için tutuklandığını, suçunun ne olduğunu "bilmez". Ama bunu öğrenmesi de aylarca sürmez. 15 gün sonra suçunun ne olduğu kendisine bildirilir.
Davadan söz edilmeye başlandığı 1894 yılının son aylarında, Fransa'nın Almanya'ya kaptırdığı Alsace-Loraine'nin acısıyla kıvranması doruğa çıkmıştır. Yükselen milliyetçilik, beraberinde anti-semitizmi de çanlandırmış, Dreyfüs'ün Musevi olması sağcı basını ayağa kaldırmıştır. Çifte standart bir saldırıya geçerler. Öte yanda hükümet sağcıların desteğiyle ayaktadır. Başbakan Dupuy, desteklerinin kesilmemesi için yargılamanın başlatılmasını ister. Davanın "arkasında"dır. Ne ki, "Ben bu davanın savcısıyım!" deme pişkinliğini göstermez.
O tarihte Fransa'da "kuvvetler ayrılığı" bulunmasına, davanın askeri mahkemede görülmesine karşın, yine de "yargı"nın üzerine "yürütme"nin baskısı çöker. Karşı koyuşlara, Savunma Bakanı delillerin "düzmece" değil "gerçek" olduğunu söyleyerek yanıt verir. Başbakan da "Bekleyin!" diye "sabır" ister; artık dava siyasileşmiştir.
Yargılama sonunda Dreyfüs suçlu bulunur. Fransa'da "ölüm" cezası siyasi suçlar için kalktığından "bir" kez "müebbet" hapis cezası verilir. Zaten savcı da, "100" yıl sonra günümüz Türkiyesi'nde olduğu gibi "üç, beş" kez "müebbet" istememiştir. Ne var ki, bir süre sonra iddianamenin "geçersizliği" adaletin büyük "yara" aldığı, Dreyfüs'ün suçsuzluğu ortaya çıktığı ileri sürülerek, davanın yeniden görülmesi istenir. Fransa'nın tek konusu bu davadır artık.
Alsace-Loraine bile gündemden düşmüştür. Yeniden yargılamaya karşı olan sağcı basın bütün olanaklarıyla saldırıya geçer. Figaro da onlara katılır. Söylendiğine göre Figaro 15 bin altına "satın" alınmıştır. Kala kala bir "L'Aurore" yani "Şafak" kalır, ama yalnızca "Şafak" başında "yeni" yoktur. Davada adları geçen ve baştan beri bunun bir "maskaralık" olduğunu ileri süren Almanya, İtalya ve ötekiler ateş püskürürler.
ABD kepçesini henüz Avrupa'ya tam daldırmadığından, ABD Başkanı'ndan: Aman yetiş "Fransa'da iç savaş çıkacak!" diye "el" atması istenmez. Bu, ancak 100 yıl sonra "Ergenekon Davası" görülürken Türkiye için istenecekti, siyahî Başkan Obama'dan. Yerden, gökten yüzlerce delil toplansa da, dava 12 yıl sürse de Dreyfüs aklanır. Ama, Emil Zola'nın dediği gibi bu dava ile oluşan kara "leke"yi, "Fransa sonsuza dek taşıyacaktır!".
Notumu aldım ve tekrar yola daldım. Saat 13.00. İlk beton yol örneğinden geçerek 164.000 kişinin yaşamını sürdürdüğü Afyon’a girdik. Uşak-İzmir sapağına dönüş yaparak Akcin’e girdik (Kara cinlerden koru Allahım). Bu yolculuğumda Tuvaletlere taktım. Bazı tesislerde tuvaletler paralı ve pahalı. Cebinde parası olmayan pantolonuna mı yapmalı. Saat 13.15. Afyon garındayız. Kestirmişim. Gözümü açtığımda Denizliye girdiğimizi fark ettim. Denizli’den çıktık, saat 17:30. Denizli gibi bir sanayi kentine böyle bir otogar yakışmıyor.
Tuvaletlerinin üç özelliği; paralı, pahalı ve pis olması. Tırmanıştayız. “Artvin’in Cankurtaran mevkiine benziyor” deyince, sürücü “Burasının da adı Cankurtaran. Benim memleketim Artvin Cankurtaran’ı kadar olmasa da hatırı sayılır tehlikeye sahip” Şaşırmadım değil, çünkü Artvinli olduğunu söyledi. ”Artvinlisin demek. Ben de Artvinliyim.” Arhavili olduğunu söyleyince, kendi-kendime “Bu kadar da olmaz” mırıldanarak söyleşiye başladık. Adı Erol Ustabaş. Uzun boylu yakışıklı ve genç.
Sürücülüğü sanki hobi olarak yapıyor izlenimi veriyor. 5 aydır ilk kez bir hemşerisine rastladığını söylüyor. Epey hasret giderdik, İstanbul doğumlu Lazca bilmeyen kardeşimle. 7 km sonra Tavas’tayız. Muğla’ya 110 km kaldı..Yol üstü sebze ve meyve satış tezgahlarıyla dolu..Adeta kent sokaklarının işportacıları gibiler, meyve ve sebze işportacıları..Tavas 13 bin nüfusuyla iki dağın eteğine yapışmış adeta..Tavas ovasını geçiyoruz, ova, ovalimsi bir görüntü veren dağlarla çevrili.
Yanımda oturan banka emeklisi Niğdeli Murat Atakan ovanın verimsizliğinden söz ediyor. Bodrum-Gündoğan’a yerleşmiş bir yazlıkçı. Gündoğan’ı öve-öve bitiremiyor. Bodrum’un en rutubetsiz yeri imiş. Tüm sanatçılar buraya akın etmiş. Çam ağaçları sıklaşmaya başladığı noktada ova bitti, Keçeliler’den tırmanış başladı.. Baharları geçip, Tarihi Hırka Camii’nin olduğu Hırka köyüne vardık.
7700 nüfuslu Kale beldesinden tekrar tırmanışa geçip kıvrıla-kıvrıla ilerliyoruz. Bu yolu Erol sakin diye tercih etmiş. Yolun her iki yanındaki çam ağaçlarının dalları yolun üstünü kapatmış gibi. Doğanın yeşil tünelinde ilerliyoruz adeta. Yol dar mı dar. Dağlık ve engebeli bu alanda her zamanki gibi bölünmüş yol inşaatı yok. Ovaya indiğimizde karşımıza çıkar. Bol-bol yangın uyarı tabelası var.
Diyorum ki “Uyarı var da, acaba önlem hazırlığı var mı?”.Muavin Ferhan Şensoy’un “Pardon” filmini seyrettiriyor yolculara. Pardon diyerek yolun inişine geçtik. Muğla’ya 70 km kaldı. Ortatatepe’ye iner inmez bölünmüş yol (Fr. Duble diyorlar) inşası başladı. Yol Pembemsi ortancalarla süslü. Karşıdan gelenler tırmanışta, biz doğaldır ki inişteyiz. Ovaya indiğinizi bölünmüş yol inşaatından anlıyorsunuz. Gökçeören’deyiz, Muğla’ya 60 km kalmış.
Yolun iki yanı bostan bahçeleri, hafif düzlük, düzlüğe indik derken tırmanmaya başladık erken. Çallıdere köprüsünü geçtik. Gazeller köyü yolunun iki yanı ortancalarla dolu. Kurudere’de başlayan tırmanışımıza güneş de katılarak Muratlar köyü sapağında hızlanmaya başladı. Muğla’ya 50 km kaldı. Fadıl köyü sapağını, yolun sağındaki ve solundaki beyaz ve siyah keçilerin eşliğinde geçtik.
Ortancalar (Pardon bunlar zakkummuş), adeta Çam ağaçlarıyla yarışıyorlar. ‘Yörem Kahvaltı’ yeri terastan Orman denizine bakıyor. Murat beyin dediği gibi yol yılan gibi kıvrıla- kıvrıla uzuyor. Boynuzlu geçidinde inişe geçiyoruz; “Daha yeşil daha mutlu Türkiye” levhası beni güldürmedi değil. İnişli çıkışlı yol alıyoruz. Küçük vadilerdeki şirin yerleşim yerlerini aşarken bir levha daha “Yanan ormanlarımız değil, Türkiye’mizdir).
Muğla’ya 30 km kala solumuzda uçurum belir ve bir levha daha belirdi "Ağaç dik, ülkene sahip ol” Ormanlarımız üzerinde yapılan edebiyat, yakılan ormandan iyidir düşüncesiyle gülümsüyorum. Muğla-Köyceğiz sapağı sonrası düze indik. Bu sefer, gözleme ve pide levhaları karşımızda, Muğla 10 km levhası da.Tarihi Karabağlar sapağı ve karşımızda 52900 kişiyle Muğla ve de Murat beyin “Ev alacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla’dan” esprisiyle gülüşüyoruz..
Muğla; Artvin-Afyon karışımı bir güzellik. Akçaova sonrası Bayır’a ulaştık. Bozalan köprüsü sonrası Yatağan’a 10,00 km kaldı. Atatürk’ün de mola verdiği ünlü “Belen Kahvesi” Yatağan’a 8 km kala karşımızda. Bozarmut sonrası satın 19.40 olduğunu fark ettim. Güneş batmak üzere, batışının kızıllığı doğaya gizemli bir görsellik sunuyor. 17400 nüfuslu ve bildik devasa termik santraline sahip Yatağan’dayız. Çevrecilerin bir zaman savaş verdiği alan.
Yatağan bu haliyle, sanal yeşillik izlenimi verir gibi. Yatağan-Milas yolundayız. Milas 38, Bodrum 83 km. Kamışdere sonrası tırmanıştayız. Stratoknikne tarihi yer sonrası Milas’a 25 Bodrum’a 70 km kaldı... Karpuz yüklü kamyonları dar yolda soluyoruz sürekli. Her yer zakkum. Hemen-hemen her çam ağacının dibinde bir zakkum. Doğayı adeta nakış gibi süslüyorlar. Bu dar ve de inişli çıkışlı yerlerde bölünmüş yol inşaatı yok. Milas’a 15, Bodrum’a 60 km kaldı. Tuzabat, dağların eteğinde zakkum kadar güzel duruyor.
Nevzat Çağlar Tüfekçi’nin sevdası Milas’tayız. 45600 kişi karşılıyor bizi. Milas çıkışı ile dağ çıkışı aynı anda başladı. Bodruma 48 km kala bir hüzündür çöktü otobüstekileri, çünkü Erol Ustabaş, Barış Akarsu’nun kaza yaptığı Torba kavşağına geldiğimizi söyledi. Söylenenlere göre, Alkol duvarını aşmış bir hatun er kişi kazaya neden olmuş.
Bu noktaya Barış Akarsu adı verilmiş... Tarihi Issos ve Hydda ve Koru Köyünü geçiyoruz. Havalimanı’na 5, Bodrum’a 40 km kaldı. Akyol köprüsünü geçince sağımızda havalanı belirdi. Güllük sonrası Bodrum 30 km... Mara tatil köyü kavşağında bir levha daha “Orman yakma geleceğini yakarsın”. Güvercinlik, Etap Altınel, Rıxsos yatırımları Güvercinlik koy’unu müthiş yatırmış. Saat 21:30 gün 11 Ttemmuz, yıl 2009 ve de Bodrum, Bodrum, Bodrum. Benim Halikarnas Balıkçısı ile andığım, birilerin ise Zeki Müren ve şimdilerde Fatih Ürek ile andığı Bodrum’u bakalım ne kadar yazabileceğim.. 11 Temmuz 2009.
Saat 21.45 Bodrum kentine girdik. Fakat o ne, resmen İstanbul trafiğin tembelliği içinde yol alıyoruz. Kendi kendime “Bodrum oksjijen deposu olmaktan çıkmış, motorlu araç deposuna dönüşmüş... Daha doğrusu araçların yaydığı ve istenmeyen zararlı-zehirli maddelerden oluşan ‘egzoz gazı’ ile dolmuş... Diyorlar ki, açık hava rehabilitasyon merkezi.
İyi de bu zehirli gazlar gelenleri nasıl rehabilite edecek?” benzeri saçma sapan şeyler düşünmeye başladım, başlamasına da Bodrum karmakarışık saçma sapan bir kent izlenimi vermedi değil. Bu süreci yaşayan ve “Zehirli ve zararlı madde içeren egzoz gazından, daha zehirli ve zararlı dolarlar içeren kıyı korsanları kenti ne hale getirmiş.” demeyen çıkar mı diye içimden geçirmedim değil. Bodrum devasa bir çınar ağacı. Göreceğiz bu çınarın dalları gibi duran koyları ne durumda?
Açık hava iyileştirme merkezinin şubeleri durumundaki oksijen depolarının durumunu çok merak ediyorum. İnanın tam 1 saatte Bodrum Otogarı’na girebildik. Sevgili Namık o ünlü Dodge (1959) ile bekliyor bizi. Devasa bir binek arabası. Kırmızı-beyaz renkli, yıllar öncesinin Dodgesi. Ececan’ın ilgisini çekti, özellikle boğuk fakat yüksek tondaki motor sesi. Müthiş bir araba. Saat 22:00. Özal caddesinde seyrediyoruz, yaysı da, sürücüsü de dönüp-dönüp arabaya bakıyorlar. Namık sesini tanıdılar artık. Anlıyorlar ki, antik Dodge geliyor. Sabancı parkını müthiş bir park, denize koşut.
Bodrum’un beldesi Turgutreis’e gidiyoruz, Turgutreis heykelini geçtik. Tepelerde büyük bir Turgutreis yazısı. Bilmem güzelliğin anlatmaya gerek var mı? Durun, biraz anlatayım: Turgut Reis; Dünyanın en yakışıklı gün batımı beldesi olarak adlandırılıyor, tıpkı güneşin geç battığı belde Gümüşlük gibi... Kıyı boyunca ilerlerken; ayak tabanınızın altında zeytin ağaçları ile bütün sardunyalar, hemen sağınızda denizin ile zenginleştirip yazmak gerektiğini düşündüm.
Bodrum’un, birbirinden farklı sayısız 'koy ve köy'lerin İçinde en büyüğü olan Turgutreis, belde den çok ilçe olma yolunda hızla ilerliyor Turgut Özal caddesinin sağı ve solunda.Korkum temevole kültürünün beslediği yoz eğlence merkezileri ile, daha doğrusu gürültü kirlilği merkezleri ile Bodrumlaşmaz.. Turgut Reis, batı dünyasının “Dragut” diye tanımladığı Kaptan-ı Derya(1485-1565). Evliya çelebi ondan şöyle söz eder: “Çobanken denize inde, önce Levend yazıldı, sonra kaptan oldu. Menteşe sancağından Saravuloz (Seroz), bugünkü Karabağ köyünde doğdu.” Trablusgarp Fatihi olarak anılan ünlü Türk Denizcisi ve Korsanı Trablus Beyidir. Osmanlı Devletinin Menteşe (Muğla) Sancağına bağlı Seroz (Saravuloz) köyünde 1485 yılında doğdu. O dönemde Bodrum Kalesi halen Rodoslu St. John Şövalyelerinin elindeydi. Ve Bodrum yarımadasının kıyıları Hıristiyan Korsanların yağmasına açıktı. Bu risk nedeniyle Türk yerleşimleri çoğunlukla kıyıdan uzak yerlere kuruluyordu. Seroz da bir dağ köyüydü. Ve Ahalisi geçimini denizden sağlamıyordu. Turgut Reisin Babası da Veli isminde bir çiftçiydi.
Buna rağmen Menteşe yöresi gençlerinin çoğu gibi onun düşlerini de ünlü bir denizci olmaktı. Oldu da. 80 yaşında bile elinden düşürmediği kılıcıyla Malta kuşatmasında şehit düştü. Gömütü, Libya-Trablusgarp’tadır. Cumhuriyet döneminde Doğduğu Seroz köyünün bağlı olduğu beldeye Turgut Reis adı verilmiştir. Turgut Reis’in Turgut Özal caddesinin, 4140 sk, 4/2 nolu iki katlı evin terasındayız.
Ay ışığının kazandırdığı gizemli parlaklığıyla Ege; terasta oturan bizleri, biz de o’nu izliyoruz. Püfür-püfür esen rüzgarla Teras ve Ege bir harika. Sevgili Kadriye, Ececan, Namık, Leyla ve Koray terasta söyleşiyoruz. Bir ara “Namık, nasıl oldu da bu kadar sevap işledin ve Tanrı seni cennete gönderdi” esprisini tutmasa da yaptım. Koray turizm şirketlerine danışmanlık yapıyor, belalısı Malatyalı Zeynep yetiz, beni yanına alsana diye takılıyor. Zeynep doğunun egzotik tüm güzelliklerini yansıtan bir güzel. 6 kardeş; üçü kız, en küçüğün bir büyüğü. Yırtıcı, korkusuz ve kararlı bir Kürt güzeli. Liseyi bitirmiş.
Çevredeki çocukları matematik çalıştırıyor. Güneydoğu’nun bilinen yoksulluğunu yaşamış biri. Anlatırken size de hissettiriyor. Ege’yi seyrederken bir burukluk oluşmadı değil, çünkü elimizi uzatsak yakalayacağımız karşımızdaki ada bizim değilmiş. Kimin olacak? Elbette ki İzlanda’nın değil. Kos adası, gerçekten burnumuzun dibinde, dolayısıyla Yunanlılar. Evin küçük bahçesi meyve ağaçlarıyla dolu… Evin önündeki boş arsayı Namık çevirmiş, resmen organik tarım yapıyor..
Günlük sebze gereksinimini çıkarıyor. Güzel kahvaltı masasını buradan kopardığı yeşillerle daha da varsıllaştırıyor. Sabahları bir ayrı cennet yansımalarıyla iç içesiniz. Günlük gazeteleri göz gezdiriyorum. Cumhuriyet’in başlığı “Halk tatili unuttu”. Ülkem insanının %92’ si tatil yapmaktan yoksunmuş. Demek oluyor ki, biz bir mutlu azınlığız. Evet, kuzeninin evinde yük olmuş mutlu bir azınlık. TÜİK’in hane halkı yurtiçi turizm anket verileri çarpıcı.
Dinlence için bir başka kente, otel-motel gibi yerlere giden insan sayısı 3 milyon. Buna 2,5 milyon yazlıkçıyı, yarım milyon da kampçıları (kamu tesisleri dahıl) toplam 6 milyon kişi, bu da ülke genelinin %8’i ediyormuş. Durum bu iken; hormonlu renkli basının, boy-boy renkli tanıtım bildirileri (Fr. Broşür diyoruz) ile yaptığı ve Möven Bick, Wow, Rexene, Royal Marina, Tauna.Tüm bunlar koyları seyreden yerlerdeki tvillalar... Bodrum’da cennetin adı buymuş. 5 yıldızlı otel yaşamı bunlardaymış.
- House Keeping
- -24 saat kamera takviyeli güvenlik
- -Hırsız ve yangın alarm sistemli
- -Her evde merkezi sistemli klima
- -Sguash salonu
- -Fitness
- -Doğramadan Schuco
- -Mutfatlar Venetta Cucine.
- Biblos Centrum evleri.
Tüm bu villalar Bodrum’un tepelerine konuşlandırılmış, Bodrum koylarına hâkim. Bodrum da ev almadan önce, mutlaka Çamlı konakların görün. Güzelliğin en doğal biçimiyle Gündoğan’da, peyzajlı bahçeli 60 villa. Bunlara karşı değilim.
Halkımın böyle bir lüks içinde yaşamasını istemez miyim? Fakat kimlerin yaptığı ve kimlerin yaşadığıdır benim üzerinde durduğum. Koray’ın arkadaşı Harun Karasoy anlatıyor; Bodrum’un Thi Marmara ötelinin önündeki 25 villanın adı olan Regnum’un açılışı varmış. Amaç Villaların tanıtımı.190 metrekare ve fiyatı, 2 milyon Euro. Eee Allah be. Anlayın cenneti kimlerin, kimler için yarattığını. Bu dünya’da paran varsa cenneti yaşayabiliyorsun. Paran yoksa.
Belli ki Bodrum Yarımadası birileri tarafından. Ta, Milas’a dek ve Güllük, Güvercinlik, Torba, Gölköy, Türkbükü, Gündoğan, Yalıkavak, Gümüşlük. Turgut Reis, Akyarlar, Yağşı, Bitez, Gümbet, Bodrum, Çiftlikköy’e dek. Dün (10/07/1991) Sevgili kızımın doğum günü idi... Sevgili Leyla yengesi o’na pasta sürprizi yaptı. Ne kadar sevindiğini o tatlı gülüşüyle belli etti. Ececan’a artık Üniversite’den arkadaşları Reşit değilsin diye takılamayacaklar. 12.07.2009. Terasta Namık’la tavla maçı yapıyoruz. “Bir o, bir ben”de oyunu bitirdik.
İlk çocuğunu, yani Dodge’sini anlatıyor. Dodge 1956 doğumlu. 1986’da Samsun’dan almış(55 AK 216). Satmamış, hala kullanıyor. Aslında kullanıyor diyemeyiz saklıyor. Türkiye’de 3 tane kalmış. Biri hurdaya çıkmış. Diğeri Ankara Bülbülderesi caddesindeki (Tepebaşı’na çıkış sapağında) sobacıda. Bunlardan Rahmi Koç koleksiyonunda bile yokmuş. Tuşlu otomatik oluşu Dodge’sini özel kılıyor. (Vites kolunun basmalı oluşu).
Tek kapılı spor olanı devlet müzesindeyimiş. Namık’ın Dodge’sini çok isteyen olmuş, satmamış. Ekonomik kriz başlayınca satmaya kalmış, çünkü herkesin krizde olduğunu aklına getirmemiş. Kriz dediğimiz AKP’nin Başbakanının dediği gibi teğet geçen kriz. Maazallah ya ortasından geçse. Satış deyince; “AKP Cumhuriyet dönemi mirasını satıyor” başlıklı haberi aklıma geldi. TCDD’nin satışı canım. 25 Tren garını ve 9 taşınmazı Özel-leştirme İdaresi Başkanlığı’na devretmiş..Anlaşılan Cumhuriyet dönemi kurumsal yapıları satarak Cumhuriyet’i de özelleştiriyorlar. 13 Temmuz 2009.
Kuzenim Namık adeta günümüz doğa savaşçısı. Oturduğu ev Turgutreis mavisinin yeşille bütünleştiği kıyıya çok yakın. Her gün kıya iniyoruz. Minik bir koy bulmuş kendisine, elinde tırmık kıyıya vuran ve kıyıya atılan atıkları, özellikle naylon torbaları, karpuz kabuklarını ve de pet şişeleri temizliyor.. koycuğun öteki yanı Belediye Plajı; o tarafa da geçerek kıyıyı temizliyor ve plajdakileri uyarıyor.
Hoşsohbet ve cana yakın olması nedeniyle insanlarla kolay iletişim kurabiliyor. İletişim kurduğunda zaman kaybetmeksizin konuyu çevre kirliliğine taşıyor, gerçi kıllık edenler yok değil ama, genelde insanları ”Sakın siz şu poşetlerinizi, petlerinizi kıyıya atmayın!!” şeklinde uyarıyor. Bunu da zekice yapıyor “Bakın, dün gelenler, yiyecek artıklarını ve diğer artıkları poşete koyup şuradaki çöp kutusuna atacaklarına, kıyıya atmışlar.” diyerek, ‘sakın siz yapmayın ha!’ ya getiriyor, sözlerini.
Gerçekten onaylıyorum bu duruşunu, keşke hepimiz bu duyarlılığı gösterebilsek. Kuzenim sayesinde, devasa kertenkelelerin koşuşturduğu mezbelelik bu alanı halkın rahatlıkla denize girebileceği kıyı haline getirmiş..Amcasının sayesinde Ececan rahatlıkla denize girebiliyor. Hormonlu renkli ve hormonsuz renksiz yazılı basının gazetelerine göz atıyorum.
Birindeki başlık dikkatimi çekti: “Dünyanın zamanı doldu” Evet; dünyayı yok ediyoruz. Çünkü; küresel iklim değişikliği geri dönülmez boyuta çıkarken, hükümetin duyarsızlığı devam ediyormuş. Küresel ekonomik krizden daha büyük bir felaket olarak nitelenen küresel iklim değişikliğine karşı uzmanlar; “Türkiye karbon salınımı, 1990 seviyesine göre % 119 oranında artış göstererek rekor kırmasına karşın, en büyük sera gazı kaynaklarından biri olan kömürlü termik santral ve doğa cenneti vadilere HES’lere yatırım yapmaktan vazgeçmiyor” diyor.
Hükümet kuzenim Namık duyarlılığının % 25’ini gösterebilse ve salınmaktan vazgeçse, karbon salınımını kesin %50 azaltır. Bir haber varki hayli düşündürücü: Kültür ve Turizm Bakanı E.Günay, Vakit gazetesinin provokasyonu sonucu, Alperen ocaklarının, Topkapı Saray’ındaki İdil Biret’in konserini basmasını ve konser afişlerini yırtarak toplu namaz kılmalarını şiddetle eleştirmiş..
Baskının nedeni, Şarap firmasının bu konseri finanse etmesi. Sayın Günay bunlara alışmalı, çünkü geldiği yerin özgörevi bu. Namık ile, sevgili yeğenim Koray’ın ofisinin bulunduğu Gümbet’teyiz. Tarihe not düştüren tarihimiz, 14/07/2009. Koray’ın ortağı Harun Gümbet’e, Gümdiyar diyor, çünkü Diyarbakır’dan gelen yurttaşlarımızın işçi pazarı burada kuruluyor.. Koray turizm okudu, Mersin Akdeniz Üniversitesinde. Bu yıl “Hey-Travel Trends”in Ege Bölge sorumlusu. Şimdilerde Vıp türizm ve aynı zamanda ünlü yunan sirtaki ustası Gallıs’ın program yaptığı, Gündoğan’daki ‘cennet park butık hotel’ ile çalışıyor.
Koray; “Nasıl anlatsam, Nerden başlasam, Bodrum Bodrum.” diyor. Ve sakın olaki Bodrum Mosalım’u, Bodrum kalesini, Oasis’deki sünger avcıları resim sergisini, Yalıkavak ve Gumbet’deki yeldeğirmenlerini görmeden.. Mavi yolculuğu, Turgutreis’teki at safarisi, Zeki Müren müze gezintisini ve Bitez’de rüzgar sorfünü yapmazdan.
Gümüşlükteki Sait amcanın leziz deniz ürünlerini, Ali Kestaneci’nin sıradışı menüsünü, Kısmet lokantasının zeytinyağlılarını, Eşsiz 14 lezzet Bitez dondurmasını tatmadan. Ali Güven’den Truva sandaletini, Halıkarnas kabakçısından Le kabak, sünger avcılarından sünger almadan. Marina Yatch club’te Fatih Erkoç’u, Güverte Göltürkbükü’nde Ferhat Göçer’i, Antik tiyatroda Sezen Aksu-Ajda Pekkan’ı dinlemeden... Bıancha Club Beach Party’e, Bodrum kalesi sırtında Club Hadigari’e, Gelincik kokteylini yudumlarken güneşin batışını izlemek için Limon cafe’ye, akşam gezintisi için Turgutreis’teki D-Marin iskeleye’ye ve sırtaki ustası Gallıs’in program yaptığı Gündoğandaki cennet park butik otel’e gitmeden dönme diyor Bodrumdan. Tüm bunları yapmamız olası değil elbet, fakat ölçümüz dahilinde yaptıklarımı sıralayayım size. Gümbet’ten başlıyorum. Gümbet işte.
Nasıl anlatayım? Bodrum cennet ise Gümbet de bu cennetin şubelerinden biri. Bodrum’un, 2m güneyinde en uzun kumsalına ve sığ denizine sahip, 24 saat güm-güm diye inleyen barların olduğu yer Gümbet..Adını, yağmur sularını depolamak(içme ve tarım için) için antik çağdan beri inşa edilen ve aynı zamanda yol durakları olarak adlandırılan beyaz kubbeli yağmur sarnıçlarından alıyormuş. Namık ile yürüye-yürüye Bodrum’a inmeye karar verdik.
Sevgili Orhan Sezer’in (kayınbirader) mezarını ziyaret etmeye karar verdim. Uzun yıllar Almanya’da yaşıyordu, illet bir hastalık o’nu erken aldı aramızdan. Kadiş çok duygulandı, çünkü biricik ağabeyi idi ve çok seviyordu. Hayli aradıktan sonra mezarını bulduk. Üzerindeki yazılar silinmiş. Samsun-Havzalı mezar yazıcısı pala namlı kişi ile tanıştım. Mezarı tekrar boyayıp yazıları yenilemesi için anlaştık. Sevgili Orhan, Bodrum aşığı idi, isteği hep Bodrum’da kalmaktı.
Öyle de oldu, tekrar bir Fatiha ile cennetin izdüşümü Begovinli Bodrum’a bıraktık. Renklerin efendisi diye tanımladığım Begonvillerin, turunç bahçelerinin ve mavi ile yeşilin bezediği, geçmiş zamanların gizemini taşıyan esintilerin varsıllaştırdığı, tüm zamanların ünlüsü kimliklerin tutkusu Bodrumdayız(Halikarnassos). Doğası ve doğanıyla şok eden güzelliklerin odağı Bodrum’da.
Bir zamanlar, tutsakları, şövalyeleri ve sürgünleri barındıran; Ege ile Akdeniz’in birleştiği noktanın muhteşem Bodrum’da, dahası; günümüzde mor-turuncu-tütün sarısı begonvillerin süslediği kemerli beyaz taş evleriyle insanı büyüleyen doğa cenneti Bodrum’dayız. Bizanslıların “Petronium, şövalyelerin Petrum, bizim Bodrum dediğimiz Mitolojik antik kent Bodrumdayız. Fakaaat, şöyle bir baktığınızda Bodrum tepelerinin tümüyle kel olduğunu görüyorsunuz.. Belli ki, kıyı korsanları Bodrum’un yeşilini yakıp yıkmış; bilseler ki ganimetleri artacak denizin mavisini de yakarlardı bunlar... İşte bu kel tepelere, Bodrum yapay mimari özgünlüğü olarak dayatılan beyaz Bodrum evlerini konuşlandırmışlar..
Kel başa, beyaz ev. Birilerinin anlayamayacağı gibi, yukarıda betimlediğim devasa Bodrum saldırı altında, ‘Aman!’ diler gibi geldi bana. Bodrum'da yaşama gözlerini açan(M.Ö.484) ve "Tarihin Babası" olarak bilinen Heredot'a göre Bodrum Dor'lar tarafından kurulmuştur. Daha sonra Karya ve Leleg'ler bu bölgeye yerleşmişlerdir. İstanbul’un ilk sahipleri olduğu söylenen Megeralılar gelerek şehri genişletmişler (M.Ö.650) adını da Halikarnassos olarak değiştirmişlerdir.
M.Ö. 386 yılında Persler'in egemenliğine girmiştir. Bodrum antik çağın başkentidir de. E n parlak devrini Karya bölgesinin başkenti olunca yaşamış (M.Ö. 353). Dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleum(anıt gömüt), bu dönemde Kral Mavssolos'un anısına kız kardeşi ve aynı zamanda karısı olan Artemisia tarafından yaptırılmış. Tabanı 38×32 metre olan bu dev yapı 242.5×105 metre bir alana oturtulmuş. Söylenceye göre, Mavssolos Karya satrabı(Valisi) iken, M.Ö.355 yılında yapımına başlanıyor.
Lukianos’un yapıtında Diyojen, Satrap Mavsolos’a sorar: “Yani krallığınla, güzelliğinle, gömütünle övüneceksin yalnız, öyle mi? ” Mavssolos soruyu soruyla yanıtlar: “Elbette, az şey mi bunlar? ” Bodrum M.Ö. 192 Romalıların eline geçmiş ancak bu dönemde önemli bir gelişme göstermemiştir. M.S. 395 yılında Bizaslıların, M.S. XI yüzyılda Türklerin eline geçmiştir. I. Haçlı savaşlarında Bizanslıların, XIV. yüzyılda tekrar Türklerin eline geçmiştir.
1415 yılında Rodos Şövalyelerinin eline geçmiştir. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde tekrar Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır. Birileri hala Bodrum’un sahiplerini arıyor. Lelegler(Lelelgians) olduğu söyleniyör. Lelegler; Homeri’in yazdığına göre, Truva(Troya) yakınlarında bugünkü Tuzluçay(Satnioeis) kıyısındaki Pedasos kentinde yaşalramış. Tarihin ilk işgaline karşı koymak için, Truvalıların yanında yer alırlar, fakat Truva atı yüzünden yenilirler, özellikle Leleglerin Pedasa kenti, Helen Başkomutan Aşil tarafından yakılıp, yıkılır ve bölgelerini terk ederek daha güneye, yanı bugünkü Bodrum Yarımadasına inerler; dünyanın ilk coğrafyacası Strabon’un yazdığına göre.
Truva’nın Helenlerce işgal edilmesi (M.Ö. 1200) sonrası, Anadolu yerli halkının toprakları sırasıyla Persler, Makedonyalı İskender ve Romalılar tarafından işgal edilir ve son olarak Osmanlıların eline geçer. Cumhuriyetin ilanından sonra da adı Bodrum olarak değiştirilmiştir. Lelegler’in en önemli özellikleri, onların yapı ve savaş alanındaki ustalıklarıdır. Herodot`un aktardığına göre M.Ö.499 yılından sonra Pers ordusu Labranda'da Karia’lıları bozguna uğratmış ve Bodrum yarımadasını ele geçirmek için ilerlediğinde Pedasa’daki Leleg ve Kar savaşçılar bu orduyu pusuya düşürerek imha etmiştir.
Belki de savaş alnındaki bu ustalıkları yüzünden İzmirli ozan Homer onlardan “Savaş sever, kıvrık yaylı Lelegler” diye söz etmiştir. Adeta Bodrum mimarisi olarak kimlik kazanan ve tepeciklere konuşlandırılışlarıyla kenti çevreleyen sur izlenimi veren o ünlü beyaz evleri izliyor ve görüntülüyorum.. Bodrum 28.500 nüfuslu diyor kayıtlar, ben 28.500.000 milyon diyorum..
Gerçekten çok kalabalık. Beyaz Bodrum taş evleri; küçük, üç boyutlu küp(kubik) şeklinden çok, üç boyutluluğuna adete dördüncü boyut kazandırmış bir geometrik görüntüsüyle, tarihten günümüze dek farklı uygarlıklardan süzülerek, günümüzün sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akım olan minimalist kavramının mükemmel bir örneği gibi. Bodrum evleri; taşınan kültürlerin harmanlanması ile belirginleşmiş, yani Anadolu, Ege adaları ve Akdeniz mimarisinin yansımalarını görürüsünüz.
Bir bağlamda Bodrum kendi Geleneksel mimarisi yaratmış da diyebiliriz. Doğrusu; Geleneksel Türk Mimarisi'nin yanında Ege Adaları ve Akdeniz Mimarisi'nin de izlerini taşır. Geleneksel Bodrum evleri bulunduğu iklime göre şekillenmiştir. Kış mevsimi yaşamadığı için yaşam dışa dönüktür. Yemekler terastaki ocakta pişer ve yenilir. Çamaşır terasta yıkanır, konuklar ağırlanır. Bu nedenle kapalı alan gereksinimi i en aza indirgenmiştir.
Yöre insanının fiziksel ve psikolojik özellikleri de iklim koşullarıyla birlikte dikkate alınıp, insanların mekân ve çevre ile uyumunu sağlayan bir yaklaşımla, yani ergonomik anlayışla bütün bir yapı geleneği geliştirilmiş diyebiliriz. Plan ve birbiriyle ilişkili biçimsel özelliklerine göre (tipolojileri) Bodrum evleri 4 gruba ayrılmış.
- Birincisi; Sakız adasındaki evleri esas alan, iki katlı dikdörtgen ev(Sakız ev).
- İkincisi, Sakız evlere benzer, fakat geniş ve yüksek tavanlı Avrupa tüccarlarının evleri(Levanten ev).
- Üçüncüsü ise, yazlık ev işlevindeki, yarım kat kotlarındaki basamaklı evler (Musandıralı ev). Ki bu ev Geleneksel Anadolu Türk evlerinden esinlenilerek ortaya çıktığını düşünüyorum.
- Ve dördüncüsü savunma ağırlıklı/korunaklı ortaçağ derebeylerinin evleri(Kule ev). İşte bugünkü beyaz bodrum evleri bu üç ev tipolojisinden esinlenerek hazırlanmış ve geçmiş zaman uygarlıkların mimarisini bünyesinde toplamış evlerdir.
Bodrum evleri taş ağırlıklıdır. Tüm bunları Muğla ve ilçelerinde görebilirsiniz. Söylemeye çalıştığım gibi ve uzmanların da belirttiğine göre Bugünün tipik Bodrum evlerine, bir Leleg kenti olan Müsgebi(Ortakent) kır evleri örnek oluşturmuştur.. Milas’a bağlı Çomakdağ, İkiztaş, Gökseki evleri, Milas evleri, Ula evleri, Muğla evleri, Katrancı-Yatağan evleri, Düğerek-Muğla evleri, ünlü mimarımız Nail Çakırhan’ın Akyaka evleri, bulundukları coğrafi ve iklim koşullarına uygun olarak, yılların birikimi ve deneyimi ile oluşmuş özgün mimari yapılardır. Ahşap ağırlığı yoktur, ancak kapılar, ahşap işlemeler, ahşap bezemeler yapılara zenginlik katar.
Ahşap çalışmalar deyince de Bodrum’da Geleneksel ahşap tekne üretimi başta gelmektedir ve dikkat çekicidir. Bir inşaat mühendisi olarak, halkımızın çok merak ettiği beyaz bodrum evlerin daha iyi algılanması için, mini detay bilgi verme gereksinimi duydum. Cafer Paşa caddesinde Mehmet Şerifle tanışıyoruz. Aşçı. Elinde Palamsı bir şey var, o’nu bileyliyor.
Meğer kıyma kesme satırı imiş ve adı da Zırh imiş. Kıymanın bununla yapılması damak tadını zenginleştiriyormuş. İsrail kauçuk ve zeytin ağaçlarının gölgesi altında Bodrum Marina’ya indik. Tam karşısında o devasa Bodrum’un tarihsel simgesi Bodrum Kalesi. Kale caddesinde ilerleyerek Kaleye yaklaşıyoruz. Kale içi ve özellikle dışı son derece bakımsız. Kuzenim Namık Kemal’ın doğa duyarlılığı öfke ile harmanlanarak tavan yaptı adeta, çünkü insanlar kale çevresindeki, dahası sur dibindeki çöp kutularını kullanmamış, ellerindeki atıkları sur diplerine atmış. Homurdanarak bir iki çöpü alıp çöp kutularına attı
“Bizde ortak yaşama kültürü yok, çevremizi biz kirletiyoruz.” serzenişinde fazlasıyla haklı. Pet şişeleri topluyor yerden, atanları bulsa kesin petletecek. Bodrum Kalesi Rodos (St.Jean) Şövalyeleri tarafından yapılmaya başlanmış( 1402-1522). Kalenin, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan ve İspanyol adlarında 5 ana kulesi vardır. İngiliz Kulesi, Aslanlı Kule olarak; İspanyol Kulesi, Yılanlı Kule olarak da bilinir. Kale 1770 yılında Rus donanmasının saldırısına uğramış.
Kale, üç tarafı denizle çevrili iki liman arasında; kayalık bir yarımada üzerine konuşlandırılmış.. Kare biçimine çok yakın(80x85) görkemli bir duruşu var. Bodrum kenti antik sur duvarlarının M.Ö. 364 yılından sonra inşa edildiği sanılıyor. Sur duvarlarının toplam uzunluğu 7 km. Surlar liman batısından başlayarak Göktepe'yi de içine alarak, tüm kentin etrafını çeviriyor. Surların limanla buluştuğu noktalarda batıda Salmakis ve doğuda Zephyrion Kaleleri inşa edilmiş. Doğuya açılan Myndos Kapısı’nın büyük bölümü ise bugüne kadar ayakta kalabilmiş.
Myndos Kapısı, bir kapı avlusunun iki yanında yer alan birer anıtsal kitleden oluşuyor. Büyük İskender, M.Ö. 334 yılında kenti kuşattığında, bu kapının önüne Bodrumlular yaklaşık 15x7.5 metrelik bir hendek kazdırmışlar. Surların kuşatma sırasında tahrip olan bazı bölümleri ise yine Büyük İskender tarafından onarılmış. Üzerindeki tanıtım levhalarından okuyorum; Kale; en yüksek yeri, deniz seviyesinden 47,5 metre olan Fransız Kulesi.. Kale duvarlarında 249 arma var.
Armalar, kulelerin savaş stratejisinin gelişmesiyle, yapılan eklentilerin ve onarımların yapıldıkları tarihlerin anlaşılmasına yardımcı oluyor. Yedi kapı sonra iç kaleye ulaşıyorsunuz. İçerdeki kalenin her yerinde sizi tavus kuşları, güvercinler, firavun tavukları ve Bodrum’la özdeşleşmiş begonviller, karanfiller karşılıyor. Ayrıca, kaktüsler, çam, gölge dut ağacı, Akdeniz iklimine uygun her türlü çiçek ve ağaçlarıyla adeta “Doğa müzesi” izlenimi veriyor.
Kalenin en güzel yapısı, kendine özgü görüntü(gotik) izlenimi veren tapınaktır(şapel). Buranın hemen sağında bulunan Türk hamamı gezdikten sonra, soldaki yoldan yukarı doğru çıkarsanız Amfora parkıyla ve adeta sizi izleyen Romalı devlet adamlarıyla karşılaşıyorsunuz. Yukarıya doğru yürüyüşünüz sürdürürseniz cam salonlu yapı çıkar karşınıza. Burada M.Ö. 14. yüzyıl ile, M.S 11. yüzyılın antik sualtı ve toprak altı cam objeler, ışıklandırmayla renk cümbüşü sunuyorlar. Cam salondaki akvaryum, sualtı çalışmalarının göstergesi.
Alman ve Yunan kulelerin bulunduğu avluya birkaç basamakla çıkıyorsunuz, sağ taraftaki iki yüksek kule, İtalyan ve Fransız kuleleridir. Burası, Bodrum'u İstanköy adasına kadar görebileceğiniz, en güzel manzaraya sahip köşedir. Kesin gidip görmenizi öneririm, okumanızı bu nedenle burada sonlandırıyorum. Biliyorsunuz, Bodrum Kalesi içindeki Sualtı Arkeoloji Müzesi, dünyanın sayılı müzelerindendir. Burada yapacağınız bir gezi, günümüz dek geçen tüm zamanların gizemli ortamına taşıyacaktır. Özellikle, dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Mausoleum‘u ve Helen döneminden günümüze gelen, 3 ana bölümden oluşan Antik Tiyatroyu ve de nice nice tarihsel ve doğasal değerleri.
Bir adı da Merkez Camii olan Adliye Camii (1902)nin arka cephesinde Halikarnas Balıkçısı’nın heykeli var. Bence heykel Halikarnas Balıkçısına yakışmayacak bir görüntü veriyor. Heykelin tam karşısındaki Halk Bankası’nın önünde, pet şişesi elimde ayaklarım çıplak oturmuş Namık Kemal’i bekliyorum; elimde 2 lt’lik pet şişeyi ikide bir başıma boca ediyorum.
Turgutreis’e erken dönüş yaptık, çünkü ‘güneşin geç battığı belde’ ve Kadıkalesi’nden sonra Bodrum Yarımadasının en eski yerleşim yeri olan ve günümüzde Ahtapot ve Balık çorbası ile ünlenen Gümüşlük’e(Mindos) gideceğiz. Balık çorbası; bugüne dek hiç içmedim. Balığın diyarından bir Laz olmama karşın, Lazlar neden balık çorbası yapmaz anlamış değilim.
Hani birileri uydurur ya, balık tatlısı bile yapıyorlar, değil işte, balık çorbası bile yapmayız, çünkü balığın karaya çıktığında denizdeki asaletini bozmayız. Gümüşlüğe varmak için Kadıkale’yi geçiyoruz. Armonıa Resort Otel, Yasmin ve apart oteller Kadıkala’de kadı gibi kurulmuşlar.. Bir adı da Peksimet köyü yalısı. Peksimet köyü yalısı olarak bilinen Kadıkalesi çok eski bir yerleşim ve ticaret merkezi. Bodrum yarımadasının en batı ucunda yer almaktadır.
Yunanistan adalarına sınır bir köy olan Kadıkalesi Turgutreis ile Gümüşlük arasında kalan keşfedilmemiş bir yerleşim yeri. Genellikle bakir bu alanın bakireliği kıyı korsanlarınca alınır gibi. Buranın, Bodrumun sebze deposu olduğu da söyleniyor. Kadıkalesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yöresel kararların alındığı en önemli bir yer olmuş. Osmanlı döneminde donanmanın ikmal limanı olarak kullanılmış daha sonraları Kos adası ve Kalimnos adası ile sınır ticaretinde önemli rol oynamıştır. Ve Gümüşlükteyiz.
Gümüşlük gümüşlüğünü yitirmiş gibi.Kıyıları balıkçı lokantalarıyla sık boğaz edilmiş. Kıyıya düşmeyin, karaya, karaya düşmeyin kıyıya çıkamazsınız gibi bir izlenim almanız olası..Öyle ki; kıyıya ineceğiniz arka bahçeler tel örgülerle örülü. Resmen kıyıya zor indik. Denizin mavisi, altın kumsal ve yeşilden soyut bir durum. Club Gümüşlük’te oturduk, Şerifi Sezer de geldi. Yanımıza değil canım. Ececan denize girecek, biz de Namık Kemal ile tavla oynayacağız.
Olası mı, Ececan ille de benim de Denize girmemi istiyor, çünkü yosunlar ürkütmüş o’nu. Bir aray denizdeki yosun temizleme aletini bulan kişinin en az Edison kadar dua alacağını düşündüm. Ve sıra geldi denizde yürümeye. Evet, evet denizde yürüyeceğiz, Basilisk(suda hızla koşan kertenkele türü) gibi olmasa da yürüyecekmişiz. “Ana Tanrıça’ya Tapınma” anlamına gelen ve Bodrum’un batısında Gümüşlük Beldesinin yanındaki Bozdağda kurulmuş olan antik Myndos kentinin tepelerindeki, uzun burnun ucunda gümüş ocakları bulunuyormuş.
Gümüşlük adı buradan gelmiş. Halikarnassosla beraber Troizen kökenli göçmenlerce kurulmuş. İlk sakinleri Lelegler.. Mitolojik söylenceye göre batık bir kentmiş. Daha doğrusu;Gümüşlük beldesinin altında antik Myndos’un kalıntıları bulunmakta.. Nitekim Gümüşlük’deki birçok evin duvarlarında Helenistik döneme tarihlenen sütun başlıkları, mimari parçalar kullanılmıştır.
Mausolous’un liman kenti olan Myndos’un liman taşlarından yararlanılarak Romalılar kuzey-batıya askeri bir liman yapmışlardır. Bu limanın yapımında çevreden getirilen topraklarla dolgular yapılmış, üzeri de Koyun Babadan çıkarılan yeşil granitlerle kaplanmıştır. Oldukça kaliteli mermerlerden yapılmış sütun kaideleri bugün de dikkati çekmektedir.
Beldenin içerisindeki küçük dalga kıranın bulunduğu adadaki kalıntılar görülebilmektedir. Bunun yanı sıra Gümüşlük’ün kuzeyindeki Dönmez Burnu ile İnce Burun arasında da antik çağın ev kalıntıları dikkati çekmektedir. Kenti çepeçevre kuşatan surlar yıkılmış olmasına karşılık yine de bazı kalıntıları görülebilmektedir. İşte buradan ilk kez, Basilik gibi hızlı olmasa da denizin üzerinde yürüyerek Tavşan adasına geçmeye çalışıyoruz. Antik tarih adeta ayaklarınızın altında. Gel de bu ayak tabanımın altındaki tarihi coğrafyayı yazma..
Kadiş, Leyla, Ececan ayaklarını sıyarak başladılar suda sekmeye. Üçü de çığlık-çığlığa; hafif akıntılı suda yürüme savaşındalar. Geçtiğimiz yer bir geçit aslında; mitolojik söylenceye göre; Helenler döneminde Halikarnassos Kralı Mousolos’un emri üzerine inşa edilmiş. Kral Mousolos ve sevgilisi Artemisia Tavşan Adasına gidip hem orada yaşayan tavşanları besler hem de buradaki görkemli günbatımını izlermiş. Tavşan Adasına adını veren tavşanlara Ececan bayıldı, tepeye çıktığımızda ayıldı. Burada kediler de varmış, Ececan aradı bulamadı.
Tavşan yemeye gelen kedileri mi, yoksa tavşanlar mı? 15/07/2009..Bodrum’da ilk kez Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı, nami diğer Halıkarnas Balıkçısı’nın başlattığı “Mavi yolculuk” turlarına katılacağız..Katıldık bile. Teknemizin adı Muzaffer. Bitez koyu, Bağla koyu ve Ortakent’teki Deve plajı(Camil Beach) Akvaryum, Dalgıç koyu, Karaincir. Uzuncası her koyu gezeceğiz ve Aspat koyu’nda Aspat’ın öyküsünü dinleyeceğiz.
Hemen dinleyelim: Aspat koyu’nun adı; toprağının verimsizliğinden geliyor. Saban ile sürülemediği için antik çağda “saban sürmek uygun değil” anlamında gelen Aspandas denirmiş. Aspat koyunu ve yarımadayı kuşbakış görmek için Aspas dağındaki Çiftlik kalesine(Venedik Kalesi-Gözetleme kulesi), antik merdivenleri tırmanarak çıkmalısınız. Aspat koyu, Bağla koyu ile Karaincir koyu arasında. Ünlü “Çökertme türküsü” öyküsünün yaşandığı yer..Evliya Çelebi seyahatnamesinde Aspat tatlı su kaynaklarından söz eder.
Ünlü Giritli Arap ağa’nın taş evi sahildedir. Kuzeybatı rüzgârlarına kapalı olduğu için, geçmişte korsanların, günümüzde yatların odağı haline gelmiş. Halil Efe; Aspat-Bodrum yiğitlerinden, karayağız bir delikanlı. Yörenin ekonomik koşulları zor olması ve Balıkçılıkla süngerciliğin geçinmelerinde yeterli olmaması nedeniyle insanlar kaçağa çıkarlarmış. Anlayacağınız kaçakçılık yaparlarmış.
Halil’de hemen karşıdaki Yunan adalarına, özellikle İstanköy adasına tütün götürür, oradan da mastika rakısı ve kahve getirirmiş. Çerkez Kaymakam da Gülsüm sevdasındaymış. Çakır Gülsüm’e kavuşmak için kaçağa çıkan Halil’i kolluyormuş sürekli.. Halil muhbirleri yanıltmak için Kaçak dönüşü Bitez Yalısına çıkacağı haberini yaymış. Fakat arkadaşı İbram(İbrahim) Çavuş karanlıkta yanlışlıkla Bitez yalısına çıkınca olan olmuş, Kaymakam muradına erermiş mi bilinmez ama bir kolcu tarafından hançerlenen Halil yaşamını yitirmiş.
Çakır Gülsüm ve Bodrum yasa bürünmüş ve o gün bugün bir türküdür tutturulur: “Burası da Aspat değil Halilim aman Bitez yalısı.” Söylenceler genelde farklı-farklı yansıtılır insanlara. Bu öykünün de bir diğer anlatımı şöyle: Bir söylenceye göre Halil Efe kaçakçılık değil de kaçak malları Anadolu içlerine taşıyan kervanlardan haraç toplarmış. Denezcilikle uzaktan-yakından ilgisi yokmuş. Bodrum’da, Çakır Gülsüm adında dillere destan bir yavuklusu varmış. Asıl adının Havse-Hafize olduğu, Gülsüm’ün ise Türbükü’lü çengi kel Güssüm olduğu söylenir. Havse kaymakamın yanında hizmetçidir. Havse’yi İbram çavuş 2. eş olarak alır. Buna sinirlenen Halil ve diğer efeler Havse’yi kaçırırlar, dağa kaldırırlar.
Artık Çakır Gülsüm namı ile çengidir; rakı sofralarına oynamaya başlar. Halil âşık olur ve efeler karşı çıkmasına karşın kaçırır. Efeler ve Kaymakam peşine düşer. Adalara geçmek için Rum denizci Kostapaou’yu teslim alır. Yalkavak Çökertme’de- Yalıkavak marinanın olduğu yer- adalara geçmek için beklerler. Rüzgâr vardır. Rum Kostapao Halil’i teknenin batacağı ve bu nedenle Aspat’a dönmeleri konusunda ikna etmeye çalışır. Yola çıkarlar, fakat Kostapao, Halil ve Gülsüm’ün rakısına balık yakalamada kullanılan bitkinin sıvısını katar ve ikisini de uyutur.
Aspat yerine, Bodrum’a yönelir, fakat halkın tepkisinden korktuğu için Bites yalısına yanaşır. Kolculara haber salınır. Çatışmada yaralanan Halil Bodrum’da karaya çıkarılır ve sonradan kaymakam tarafından boğdurulur. Başta Gülsüm olmak üzere, ölüm haberini alan bütün Bodrum yasa bürünmüş ve anısına bu türküyü yakmıştır. Muğla/Bodrum-Rüştü Gür-Muzaffer Sarısözen Çökertmeden çıktım (da Halilim aman) başım selâmet, Bitez de yalısına varmadan (Halilim aman) koptu kıyamet.
Arkadaşım İbram çavuş Allah’ıma emanet, Burası da aspat değil Halilim aman Bitez yalısı, Ciğerime ateş saldı, telli kurşun yarası. Güverte de gezer iken (aman) kunduram kaydı, İpekli mendilimi (Halilim aman) ürüzgâr aldı. çakır da gözlü Gülsümümü (aman) kolcular aldı, Burası da Aspat değil Halilim aman Bitez yalısı, Ciğerime ateş sardı, telli kurşun yarası. Gidelim gidelim Halilim Çökertmeye varalım, Kolcular gelirse Halilim nerelere kaçalım.
Teslim olmayalım Halilim aman kurşun sıkalım, Burası da Aspat değil Halilim aman Bitez yalısı, Ciğerime ateş sardı, telli kurşun yarası. Bodrum M.Ö’si ve M.S’ile ilklerin yeri de. Antik çağın Artemissia adlı dünyanın ilk kadın donanma komutanı. Pers imparatoru’ndan övgüler almış bir kadın. Dünyanın 7 harikasından biri olan Mausoleum mezarları. Saint John(Senjen) şövalyeleri tarafından. Bodrum kalesinin inşası.
Heredot tarihi Artemissia’dan şöyle söz eder: M.Ö. 5. yüzyil baslarinda ion kenti halikarnassos tiranlığını yöneten savaşçı kraliçe. dor soyundan halikarnassos'lu lygamis'in kızı (ana tarafından giritli). Herodot onu, girişken ruhlu ve erkekçe korkusuz biri olarak tanımlar ve kserkses donanmasına gerek olmadığı halde katılmasını bu özelliklerine bağlar. beş gemi getirmiştir ve bunlar donanmanın en ünlü gemilerindendir.
kendisi ise Ksrekes'in dahi takdir ettiği görüşlere sahip değerli bir komutandı. Salamis deniz savaşı sırasında Atina donanmasından Pallene'li Ameinias'ın gemisinden kaçarken bir pers müttefik donanması gemisini kendisine yol açmak üzere batırmış ancak bu savaşı izleyen Kserkes'e bir düşman gemisi olarak aktarılmış olduğundan imparatora şu sözleri sarfettirmiş: "bugün erkekler kadın, kadınlarsa erkek gibi savaştılar" Kserkes Artemisia'ya çocuklarını savaş sırasında güvende olmaları için Ephesos'a götürmek için emanet edecek kadar çok güven duyuyordu.
Öte yandan bir kadının kendilerine karşı çıkmış olmasına pek içerleyen Atinalılar Atemisia'nın başına 10.000 drahmi ödül koymuşlardı. Saint John(Senjen) şövalyeleri tarafından. Bodrum kalesinin inşasına gelince; Bodrum Kale”sinin geçmişi, rütbelerini Avrupa'dan almış ve kendilerini İsa’nın askerleri olarak gören ve bu nedenle Kudüs’teki kutsal yerleri savunma zorunluluğu duyan Katolik bir grup vatansız Saint John'un şövalyelerine kadar dayanır.
Fransa, İtalya, İsyanya, İngiltere, Almanya, Provans ve Overn (son ikisi şimdi Fransa'nın vilayetlerindendir) gibi 7 ayrı dilden bir araya gelmişlerdi Bunlar ilk işe; Hıristiyan hacı gezginleri için İsrail’de inşa ettikleri kilise ve hastane başlamışlar(M.S. 11. yy). Dinsel güç iken, haçlı seferlerinde kazandıkları savaş zaferleri ile ile politik güç olma yolunda ilerlemişler, ta ki Bodrum’a dek..
1309'da Şövalyeler, Rodos Adası üzerinde, kendi toplumlarını ve hükümet merkezlerini kurdular Ege ve Akdeniz'in orta yerindeki bu ada, askeri harekâtları için ideal bir üstü. Şövalyeler İstanköy adasında bir kale kurduktan sonra, Asya üzerindeki bir kara üssünde de güçlü bir savunmaya sahip olmak istediler. 1374'de Simirna'yı (şimdiki İzmir) aldılar.
Türklere karşı iki yüzyıl mücadele eden sövalyeler 1522'de Kanuni Sultan Süleyman Rodos'u ele geçirerek, şövalyeleri adanın dışına sürdü. Yeni bir vatana ihtiyaç duyan şövalyeler 1530'da imparator V.Charles'ın verdiği imtiyazlarla Malta'ya yerleştiler. Gelir gelmez ticareti ve sosyal ilişkileri geliştirmeye başladılar, yeni hastaneler yaptılar, en önemlisi de adada güçlü bir kalkınma hareketi başlattılar… Kanuni bu sefer; 1565'te güçlü bir donanma ile Malta'ya geldi ve kuşatma başlattı.
Kuşatma 4 ay kadar sürdü. Sonunda Sicilya'dan gelen yardımla şövalyeler galip geldiler. Şövalyeler bu savunmayla Güney Avrupa'nın ve Hıristiyanlık aleminin güvenini kazandılar. Adalar, bu dönemde mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşadı. Malta'daki pek çok görkemli yapı bu dönemin eserlerindendir. Valletta şehri, ismini şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette'den almıştır. İşte bu Malta Şövalyeleri, kurum olarak günümüzde de faaliyetlerini sürdürmekte olup savaşmak yerine tıbbi konularda dayanışma yapan ve tabii sahip oldukları aristokrat yapıyla başta Vatikan olmak üzere dünya meselelerinde birtakım lobby faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
Neden mi bunları anlattım? Öteden beri Batının etkisi altında yaşamını sürdüren ve o’na benzemek için zaman-zaman kendi ulusal değerlerden ödün verenlerin, bizleri Batının 11.Yy dan beri, özellikle son “Ilımlı İslam Projesi” ile nasıl benzettiğini algılamaları için. Saat 10:55, Akvaryum koyu’ndayız. Cennetin izdüşümü tümcesini fazlasıyla hak eden Bodrum tekne gezileri dünyanın en etkileyicisi ve de büyüleyicisi.
Kıyı yosunsu taşlarla dolu. Ececan tekneden atladığında bu nedenle asla kıyıya çıkmıyor. Tekneden kum tanelerinin altınsı yansımaları gözünüzü okşuyor. Çupra balıkları sizi gözlüyor, yem atsınlar diye. Yakalamak yasak.. Önünde Görecik(İç ada) ada, önünde Küçük ada, Çelebi adası, Karada ve batılarında İstanköy adası. Akvaryum koyu/boğazı Gümber-Bitez arasında güneye uzanan 3 km. aşan yarımada uzantısının ada ile oluşturduğu boğaz ve koya yerliler Akvaryum diyor. Gerçekten tekneden baktığınızda evinizdeki Akvaryumu izliyor gibisiniz..
Yolculuk Çelebi adasına. Adaya gezmeye gidenler tarafından bırakılan, fakat aşırı derecede çoğalan tavşanlar geçen yıl açlık Tehlikesiyle Karşı Karşıya Kalmış. Çünkü tavşanlar otluk Alanlar Yetersiz Kalınca ağaç köklerini yiyerek yaşamaya başlamışlar. Saat 13:55 Ortakent’e bağlı Deve plajındayız. Ortakent en eski yerleşim yerlerinden biri. Bodrum’a 20 km. mesafede. Hemen yanıbaşındaki Yahşi koyu nefis kumsalı ile bir harika. Ortakent evleri, yöresel mimarinin en güzel örneklerine sahip. En eski yapı, 1602’de savunma amacı ile yapılmış olan Mustafa Paşa Kule Evi’dir.
Deve Plaj (Camel Beach) iskelesine yanaştığımızda saat 14.00’e gelmişti. Adını buradaki devlerden almışa benzer, çünkü pljın arkasında insanlar deve turu yapıyor. Dev tur’un sahibi sevimli ihtiyar Mehmet Akpınar’a ait. Cafe de. 20 yıldır Camilitur yapıyormuş. 2 dakikalık tur 10 TL. Develerden çok o ilgiyi çekiyor, sürekli Cameltur, Camel tur diye bağırdığı için. Denizin, kumsalın ve çevrenin doğasal güzelliklerinden söz etmiyorum, çünkü bu doğa varsıllığı tescili, Bodrum adına. Mehmet dayı develerden korkuyor.
İşi ik dişi deve alarak başlamış. Deve güreşleri erkek develerle yapılırmış ve erkek develer, insan erkeklerinden akıllıymış..Ortakent sahilini izle Kargı koyu’na varırsın..Tüm buralardaki kokulu mandalinayı, Pamuğu, Zeytini ve diğer tarım ürünlerin öldürdü. Toprağı öldürdü, toprağı. Bu adamı Cami vaazı yapacaksın, insanları iyi kandırır diyor Recep için, Mehmet dayı. Öfkeli, hem de çok, özellikle ben oy vermedim deyip Receb’i övenlere çok öfkeli. İkiyüzlü tilki kurnazları, bir şekilde seçeneksiz gösteriyorlar kendi kafalarınca Tayyib’i diyerek sözlerini bitiriyor.
Kargı koyu çevresi ile Özellikle Ortakent-Yahşı Bodrum olma yolunda. Yoğun bir kıyı yapılaşması var. Kimin aklına gelirdi, Bodrum’un güzelliklerini Bodrumlaşmanın yok edeceğini. Dalgıç koyu’na saat 15:28’de geldik.Anlaşılan dalgıçların en çok daldığı yer olması nedeniyle bu adı almış.. Bir doğa harikası..
Bodrum’da dalış yapılan noktaları şöyle sıralıyor, kaptan; Büyük Bango: Bölgemizin sembol dalış noktalarından ve tepesi 4 m. olan bir sığlıktaki dalış sırasında size akya, orfoz, lahoz, sinağrit, müren, ahtapot ile karagöz ve sarpa, hatta barakuda ve kaplumbağa eşlik ediyormuş. Küçük Bango: Burası da B.Bango gibi 7-8 metrelerden itibaren dik olarak derinleşen ve taban 28-30 m. olan bir sığlıktır.
Büyük bango'da görülen tüm canlılar burada da görülebilir. Kargı Adası: Bodrum'a takriben 1,5 saatlik, Akyarlar burnuna da 500 m. mesafededir. Bodrum bölgesinde Kos Adası'na en yakın noktası 3,5 deniz milidir. Kos adası yönünde 5m ile 25 m arasında bol miktarda M.S. 4.y.y Roma Dönemi ile ilgili bir Gemi kalıntısında ait amphora kırıklarına rastlanır. Balık çeşitlerin yanında Müren balıklarına rastlanabiliyormuş. Bu dalış noktasının tek dezavantajı, genellikle yılın bazı zamanlarında Kos Adası yönüne doğru kuvvetli akıntının olmasıdır.
Köçek Adası: Kargı Adası'nda Bodrum tarafında bir deniz mili mesafede, çok küçük bir kayalık adadır. Akyarlar, Karaincir koyu ve Aspat Tepesi'ne bir mil uzaklıktadır. Bu adacığın özelliği; su üzerinde sadece çok az kayalığın görülmesi ve çevresinde bol miktarda çeşitli yüzyıllara tarihlendirilebilen amphora parçalarının bulunmasıdır.
Barakuda sürüsü ve gümüş renkli karagöz balıklarının en fazla olduğu bu dalış noktasında Kargı Adası'nda görülen balıklardan başka triton ve pina gibi kabuklu canlılara rastlanabiliyormuş. Karaada - Kaçakçı Koyu: Karaada'nın arka yüzünde küçük bir koydur. Dalış kulüpleri genelde eğitim amaçlı dalışlarında burayı tercih ederler. En önemli özelliği; koy içerisinde suyun bir metre altında ada içerisine doğru 40-50 m. giden bir mağara'ya sahip olmasıdır.
Mağara'nın ağzından içteki geniş alana kadar olan mesafenin dar olması nedeniyle kesinlikle bir dalış eğitmeni eşliğinde uzman (İng. Expert diyorlar) dalgıçların girmesi tavsiye edilir. Mağara'nın içindeki geniş alanda, tavandaki sarkıtlar mathiş bir görsellik sunuyormuş. Dalgıç koyu sonrası kadınlar Plajına geçtik. Kadınlı erkekli herkes yüzdü.
Kadınlar plajı ülkenin her yanında var. Salt kadınlar girdiği için bu ad verilmiş. Şimdilerde kalmadı. 18 Ağustos 2007’deki Radikal’deki yazısıyla bunun sıkıntısını çeken, şimdilerde Haber Türk’te yazan Nihal Bengisu Karaca aklıma geldi. Yazısında tesettürlü bir kadın olarak denize girerken rahat etmek için kadın kaptan tuttuğunu ve haşema ile zorlu bir sınav verdiğine değinen Karaca, yazısını şöyle bitirmişti: " O kadar çirkin ki bu haşema, tarife lisan yetmez.
Bir kere başlığı Ku-Klux-Klan'ın kukuletalarına benziyor. Ama hayat artık çok farklı. Kışta ve yazda, işte ve evde, evlilikte ve tatilde. Artık hayat, kişiye özgü bir bencillik biçimi olarak algılıyor örtünmeyi. Anladım ki, ben olmadığımda sular daha berrak, ayrıldım denizden. Nasıl derler, ilişkimiz yürümedi. " İyi ki aklıma geldi.Sizlerin de aklına, Bengisu’nun son cümleleri ile bir şeyler geldiğini düşünüyorum.. Örneğin, Laik Demokratik Cumhuriyet bir yana, uygarlıkla bağdaşamama sıkıntılı yanları gibi şeyler.
Siz modern kapitalizme tüm dokularınızla eklemleneceksiniz; kocanız, kopuk mekânı Solar Beach Club gibi yerlere girecek, denize giremeyeceksiniz. Hade be ordan! 16 Temmuz 2009. Sözcü’nun başlığı “Vali Akpınar” Vali; Bolu valisi Halil İbrahim Akpınar. Belli ki en az tırnağına gelemeyeceği Metin Akpınar gibi şöhret olmak istiyor.
Konuşmasında ABD Başkanı Barack Obama’nın seçim sloganı olan “Yes, we can(Evet, yapabiliriz)”i kullanarak dikkatleri çeken Akpınar diyor ki:“Milli Güvenlik Kurulu Kaldırılsın. Genelkurmay, Savunma Bakanlığına bağlansın. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu kararıyla atansın. Jandarma teşkilatının varlığı gözden geçirilsin. Askeri Yargıtay kaldırılsın. Anayasa Mahkemesi üyelerinin en az yarısı TBMM tarafından seçilsin.”
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in, askere sivil yargı yolunu açan yasayla ilgili verdiği demeçten sonra, “Öyle her uzatılan mikrofona konuşmasın” diyen Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Bolu Valisi için hiçbir şey söylemedi. Ne diyeyim ki? Üç gün sonra sigarayı kapalı alanda içmeme cezası uygulamaya konuyor, sağlığa zararlı olduğu için; bence bu kişi de en az sigara kadar sağlığa ve Cumhuriyet’e zararlı; “birileri buna kapalı alanlarda değil, açık alanlarda da konuşma yasağı getirir mi?” diyesim geliyor da, faşist olduğum aklıma geliyor.
Faşist olmamak için ülkem İslam Cumhuriyeti faşizmine feda olsun. Resmen IV. Murat kalıbına (Mod diyoruz)girdik.. Kardeşim bu ülkenin % 80’ni sigara içiyor, yalan 75 milyonun 60 milyonunun sigara içmediği. Neymiş bu 60 milyon insan Kahvehanelere, Cafelere ve lokantalar dönecekmiş.. Bu düz mantık değil, dümdüz mantık.... Yalan çünkü; sigara içme erişkinlerinin sayısı 30 milyon TÜİK verilerine göre.. 70’i sigara içse 21 milyon insan sigara içiyor demektir ve Kahvehaneler, Cafelere, Lokantalara gitmeyecek bir sayıdır bu ki bu da esnafın imanını gevretirler gevretmesine de bir yıla kalmaz gevşetirler de..
Sigara elbette ki zararlı, ama böyle önlem almak daha zararlı(‘Sağlık sigaraya zararlı’ başlıklı yazımın okumanızı isterim). Topluma zarar verenlerin, insana zarar veren sigarayı yasak ederek topluma şirin görünmeleri pek samimi gelmedi bana. Osmanlılaşmanın bir ön çalışması gibi tüm bu önlemler. O kadar kararlıysan kapatsana TEKEL’i (Pardon; özelleştirerek peşkeş çektiğini unuttum). Amaç topluma daha fazla stres yükleyip kargaşa yaratmak. Salih Memecan..Ne de severdik kendisini..
Fakat ne müthiş biriymiş. Önce eşi milletvekili yapıldı. Sonra kayınvalidesinin arazisine inşa edilen “Gülbahar evlerinin ( İng.Rezidans diyoyorlar) kaçak katlarını İBB Meclisinden geçirmiş. Gazeteleri tarıyorum; Ayvalık kuşatma altındaymış. Geçen yılkı yazımda işledim bu konuyu. Dediklerim bir-bir ortaya çıkıyor. AKP, biliyorsunuz her şeyi özel-leştirmesine karşın özelleştirmediği TOKİ aracılığıyla, kıyılardaki imar yetkisini merkeze alarak ve de zeytincilik yasasındaki değişiklikle yapılaşmaya direnen Ayvalık’ı tümden teslim almanın savaşı içinde. Biliyorsunuz altın madenciliği de Ayvalık için bir tehdit olmaya başladı..
Evet, Bölgenin doğal ve kültürel yapısına yönelik tehdit; İhlas madenciliği 7 noktada verilen altın arama ruhsatı ile daha da artırıldı. Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atadığı Bülent Serim YÖK üyeliğinden istifa etmiş(halt etmiş, alanı onlara bırakarak). Savaş veriyorsan kazanmak için sürdüreceksin. A.Gül sonrası nerde imam hatip orijinli var ise YÖK üyesi.
Bülent Serim; 2İmam Hatip Lisesi mezunlarının Üniversitelere girişini kolaylaştırıcı bir uygulamaya gidiliyor. Başkan vekilinin kuran kurslarının cemaat ve tarikatların yönetimine bırakılması, şeklindeki sözleri de laik bir ülke için kabul edilebilir değildir” diyeceksin, ardından gideceksin.
Onların istediği bu zaten. 18 Temmuz 2009. Gez-Gör-Yaz etkinliğimi güncel olaylarla varsıllaştırmak bir tutku bende. Bu nedenle, zaman-zaman denizde değil(hiç bilmem ki), aldığım günlük gazetelerde sörf yapıyorum. Ekonomist dergisinin ilginç bir değerlendirmesi var: “Tayyip ‘Kriz bizi teğet geçti’ sözünü yemek zorunda kaldı, çünkü küresel krizi algılayamadı” Neyi algıladı ki?! İbni Haldun Araştırma Merkezinin Başkanı olan Mısırlı sosyolog Prof. Dr. Saadeddin İbrahim AKP’ye şüpheci(Türkçesi kuşku) yaklaşmalı diyor..
O’na göre; AKP İslami eğilimli bir partidir ve siyasi erk haline gelmiştir. Bu onlar için başarıdır. Bu başarıyı şüpheci yaklaşımlarla değerlendirmek gerekir, aksi takdirde denge bozulur. Bizler de yıllardır o’nu yapıyoruz. RTUK başkanlığına Yeni Şafak yazarı Davut Dursun getirildi. Gel de buna kuşkuyla bakma.. Adam saltanatı ve türbanı öven yazılarıyla tanınıyor. Atatürk’ü ve İnönü’yü militan, laikliği sapkınlık olarak gören kişi..
Çevre ve Orman Bakanlığı; Özel Çevre Koruma Kurulu ve Turmepa işbirliği ile ‘Göcek Koyları koruma, kullanma esasları” konulu çalışma kapsamında koylar için yeni düzenlemeler yapılacakmış. Eyvah, ki ne eyvah!!! Koylarımız, körlerimiz tarafından yok edilecek. 19 Temmuz 2009. Yazılı ve görsel medya denizinde sörfe devam.
Celal Şengör hoca; “Artık yeter. Yaşamlarını güvenliğimiz, huzurumuz için vermeye yemin etmiş askerlere saldırılmasına dayanamıyorum.” Kadriye, Ececan, Leyla ile birlikte sevgili Namık Kemal’ın özel koyundayız..Deniz, doğa güzel de, biz güzel değiliz, çünkü doğa güzelliklerine duyarsızız..Akşam nefis yemekler, sabah nefis kahvaltılar ve arada tavla partileri..Namık tavlada çok iddialı. Ben iki el sonra bu tür oyunlardan sıkıldığım için, genelde yeniliyorum.
Akşam kuzenim Adnan Çorbacıoğlu bizi alıp yazlıklarına götürecek. Götürmekte ısrarlı. Gidip-gitmeme konusunda Kadiş beni hayli öfkelendirdi. 20 Temmuz 2009 Turizm ve Kültür Bakanı E.Günay; Ksebük koyunun imara açılmaması ve kıyı yağmacılığının önüne geçilmesi için Bodrum Yarımadası’nın kuzeyinin turizm yatırımlarına açılmamsı için söz veriyor, 91 yaşındaki Müzeyyen Senar’ı ziyaret ettiğinde. Kuzenim Adnan-Emine Çorbacıoğlu biz Namık Kemaller’den alıp yazlıklarına götürdüklerinin ikinci günü terasında okuduğum gazetelerin haberi bunlar.
Adnan Çorbacıoğlu’nun yazlıkları, Güvercinlik-Boğaziçi Dörttepe’de. Buraya Milas’a bağlı. Yer. Bodrum-Milas sinir noktasında. Bodrum havaalanı yolu üzerinden, Cumhuriyetdaşım Nevzat Çağlar Tüfekçi’nin Milas’ına doğru ilerliyoruz ("Milas'ta Zeytincilik (Kara Havyar: Zeytin)" adlı kitabının lütfen okuyun)...Zeytin onun için Havyar, benim içinde karayemişimiz havyar, çünkü bizden alıp İtalya’ya götürenlerin sofrasında havyar kadar değer kılınmış karayemiş’i, değerlendiremiyoruz; her evin önünde en az iki karayemiş ağacı olmasına karşın..
Kivi’de ekelim, Çay ve Fındık da, fakat genellikle yabanıl olarak yaşam savaşı veren; Dünyanın en iyi şarabının yapıldığı kokulu kara üzümümüzü, böğürtlenimizi(dacikandğu-dikenli çilek) ve dağıkandğu(dağ çileğini) yetiştirmenin kültür çalışmalarını yapmıyoruz? Özellikle tarihte Cenevizliler bu yabanıl doğa ürünlerine, başta kara üzüme ulaşmak için kemer köprüler yaptığını, karayemişi İtalya’ya taşıyarak sofraların vazgeçilmez mezesi havyar kadar ünlendirdiğini biliyor musunuz?
Adnan-Emine, Şevket-Kadriye ve Ececan Bodrum yönünden geldiğimiz Anayoldan sola saparak, adeta Doğu Karadeniz coğrafyasında ilerlemeye başladık. Adnan etraftaki yerleri göstererek, Ahmet Ağaoğlu’nun bu alanlara golf sahası inşa edeceğini, fakat suyun olmaması nedeniyle Ayder adlı sitelerinden su istediğini söylüyor. Bu yörenin tek eksiği su. Çoğu artezyen. Adnanlarda buralarda yer satın alıp su çıkarıp pompa ile sitelerine taşımışlar, Ağaoğlu’nun istediği bu su. Bodrum ve Milas bölgesinin ilk uluslar arası standarda sahip golf tesisi, Milas’ın bu Meşelik Köyü’nde faaliyete geçirilmeye çalışılıyor, 2000 dönüm arazi üzerinde. Belli ki yöredeki yer altı suları tükenecek.
Bizler sanki yok etmeye programlanarak evrendeki cennetin izdüşümü Türkiye’mize, dahası gezegenimize gönderilmişiz gibi. Bizler yok edicileriz, tıpkı siliciler gibi. Kuzenim Adnanlar yokediciliklerini adeta kırmışlar, çünkü Bodrum-Milas eksenindeki Ayder sitelerini oluşturmak için yok edip, doğayı yoksullaştır- mamışlar, aksine taşlık alanı doğaya kazandıran projeleri ile doğayı varsıllaştırmışlar. Siteye geldik..
Sosyal tesisleriyle, yeşillendirilişiyle, yapılaşma dizaynı ile sanki cennet teraslarını oluşturmuşlar. Bir devasa tepe düşünün, bu tepenin bir yamacı; Varvil(Bargilya) koyunun oluşturduğu bir iç liman izlenimi veren ve sayılarının 2000 olduğu söylenen flamingoların barındığı göle bakıyor. Diğer yamacı ise ; Bodrumun sıralı harika koyları olan Güllük ve Güvercinlik koylarına bakıyor. Ertesi günü Adnan, Emine ve Ececan ile yamacın öteki yüzüne bakan koylara iniyoruz. Harika bir denizi var.. Anlatılması zor bir doğa görselliği..
Kadiş evin terasından akşama doğru, yuvalarına giden martıların sıralı süzülüşlerini izlemiş. O kadar yakın geçmişler ki; elini uzatsa yakalayacağını söylüyor. İki gün bu cennet terasında kalmaktan çok, Namık-Leyla ve Koray Çorbacıoğlu ile olduğu gibi, Adnan Çorbacıoğlu ve sevgili eşi Emine Çorbacıoğlu ile beraber olmak güzeldi..Bir de tabi ki, Emine’nin sempatik Hopalı Osmanağaoğullarından yeğeni ile. Muğla'nın Milas İlçesine Bağlı Dörttepe Köyündeki Tuzla Sulak Alanındaki Yaklaşık 2000 Flamingoyu Koruma Altına Almak İçin Flamingoları Araştırma ve Yaşatma Derneği Kurulmuş.
Adnan ve Emine bizi, Adnan’ın halasının, benim teyzemin(Leyla teyze) kızı bir diğer kuzenimiz Şeyda Dramca’nın Bitez’deki yazlıklarına gidiyoruz. Şeyda ile tam 30 yıl sonra karşılaşıyoruz. Oğlu Kerem ile tanıştık. Babası Orhan İstanbul’daki iş yoğunluğu nedeniyle daha gelmemiş..Bizleri çok iyi karşıladılar. Nefis bir öğle yemeği sonrası geçmiş anılarla birlikte Dramca soyadının nereden geldiğinin, dahası, geçmişteki tarihsel kökenlerimizin anlatımı duygusal bir ortama itti bizleri. Bulundukları siteden Bitez Koyu’nu kuşbakışı gözlüyorsunuz. Taşlık ve verimsiz bu alan doğaya kazandırılmış.
Doğayı yoksullaştıran doğa yok ediciliği ile, değil, doğayı varsıllaştıran varedicilikle varsıllaştırmışlar, tıpkı Adnanların Ayder sitesi gibi.. Bitez, ‘ Ağaçlık’, daha doğrusu bağlık-bahçelik anlamına geliyor. Bu nedenle buraya “Ağaçlı” da denmekte. Şimdilerde o sık ağaçlara rastlanmasa da, mandalina, limon ve zeytinlikleriyle, doğası kısmen de olsa iyi korunmuş bir belde. Şeydalar bu Site aracılığıyla adeta buranın yeşilini, daha da varsıllaştırmışlar.
Sahili hemen yanı başındaki Gümbete çok benzeyen yerde daha çok su sporları yapılıyor. Bitez yalısı olarak geçer. Yukarıda değindiğim “Burası da Aspat değil Halilim, aman Bitez Yalısı” dır türküsünün öykü odağı burası.. 21 Temmuz 2009. Adnan bizi Niyazi Çorbacıoğlu ağabey ve Afife Çorbacıoğlu yengemizin Güllük’teki yerin götürecekler. Namıklar da gelecek. Saat 13:30 Niyazi ağabeyin Güllükteki Mandayla körfezi üstündeki Yasemin Sitesin yazlığındayız. Namıklar da geldiler. Afife yenge her zamanki aristokrat duruşu ve ciddiyetiyle bizler müthiş bir ziyafet çekti..
Günümüz müthiş geçti, tabi ki tavla partileriyle.. Kadiş, Emine, Adnan, Ececan, Afife yenge, Leyla, Koray Mandayla körfezine yüzmeye indiler.. Güllük deniz ürünlerinin işlendiği yer. Afife Çorbacıoğlu yengemde böylesi bir sanatsal çalışma içinde, güzel tablolar hazırlamış deniz ürünleri ve kabuklarından.. Güllük aynı zamanda seramik malzemelerinin hammaddesi ve ürünlerinin ihraç edildiği İzmir’den sonra en büyük ticari liman..
Güllük’e, Milas-Bodrum yolu üzerinden sağa ayrılan 8 km’lik yol sonrası ulaşıyorsunuz. Bodrum’un kalabalığından hoşlanmayan tatilciler için yanıbaşında daha sakin bir tatil olanağı sunuyor Güllük. En azından şimdilik böyle değil, çünkü yazlık konut saldırısı alabildiğine abartılmış.. Güllük değindiğim gibi bir liman kasabası. Limandan çevrede çıkarılan boksit madeni ihraç ediliyor. Ahşap yat yarışları burada yapılıyor..
Mandalya Körfezi ve Asin Koyu çevresine yerleşmiş kasabanın sahili balıkçıları, kahveleri ve lokantaları ile sevimli bir balıkçı köyü özelliğini koruyor. Sahilden hemen sonra yükselen tepelere yerleşmiş oteller ve evler bu topografik özellikten dolayı hep deniz görüyor. Karya ve yöresinin en eski şehirlerinden biri olan İassos bugün Güllük körfezinin kuzey kıyısındaki Kıyıkışlacık(Kurin) köyüdür.
İassos, kıyıya çok yakın, kayalık küçük bir ada ile bu adanın karşısındaki alanda kurulmuştur.Adanın çevresi 2,5 km,yüksekliği 70 m dir. Adanın tam tepesinde,limana hakim durumdaki kalenin içinde tipik bir ortaçağ kulesi ve büyük bir sarnıç bulunmaktadır. Güllük’ün antik çağda yaşanmış Hermiyas ve yunus efsanesi günümüz söylenceleri arasında yerini almış. Arkadaşlarıyla yüzmeye giden, fakat aniden kaybolan ve zaman-zaman yunusun sırtında su üstünde görünen ve sonunda birlikte cansız kıyıya vuran Hermiyas’ ve Yunus’un efsanevi dostluk öyküsü..
Doğası ve tarihi ile varsıl Güllük görülmeye değerden çok, görülmesi zorunlu bir yer adeta.. Bozulmamış Türk köylerinden söz edilmesine karşın, ancak Musandaralı ev tipine rastlıyorsunuz, aksine rastladıklarınız antik kültürün devasa izleri... Yazımda görmediğim için değinmediğim Koyları ve Köylerine şöyle sıralayabiliriz: Gümbet Koyu: Yel değirmenleriyle ünlü idi, ta ki; arkasındaki tepede, Saldırşah mevkiinde, Halikarnas Balıkçısının gömütüne dek..
Salmakis ( Bardakçı Koyu): Tanrıların mesajlarını ulaştırma yetkisine sahip Hermes ile, Afrodit’in oğlu olan Hermaphroditos, bugün çift cinsiyetin adı olarak, tarihten tıp diline geçiş antik söylencesinin yaşandığı yer. Söylenceye göre; Etkileyici güzelliği ile ün salmış Hermaphroditos gölde su ile oynaşırken, su perisi Salmakis, ona vurulur. Aşkına cevap alamayan Salmakis, bütün tanrılara yakararak, ikisini bir beden yapmalarını ister, tanrılar bu isteği kabul ederek, Salmakis ve Hermaphroditosu tek vücut haline getirir ve çift cinsiyetin öyküsü de böylece vücut bulur. Bardakçı, adını Bodrum halkının 1970’lere kadar içme suyunu aldıkları pınardan almıştır. Yöre dilinde ‘bardak’ adı verilen bu testilerle su Bodrum’a taşınmıştır.
Karaincir: Bağla’nın batısında yer alan yer temiz denizi ve kumsalıyla ünlü. Yazın esen poyraza karşı korunaklı olduğu için, teknelerin sığındığı bir koy. Küçük kumsalı yörenin en güzel plajıdır. Akyarlar: Yarımadanın en uç noktalarından biri ve Kos adasına en yakın olanı. Hergün Kos’a düzenli feribot seferleri yapılmakta. Yalıkavak: Yarımadanın kuzeydoğu ucunda yer alan ve gittikçe gelişmekte olan sakin ve sessiz bir yer. Yalı Çiftlik: Yeni gelişen tatil beldesi. Kızılağaç yolunu izleyerek ulaşılabilen Yalıçiftlik, Gökova körfezi’nin girişinde ve belki de Bodrum’un en güzel denizi bu bölgedeki küçük koylara örnek. Gündoğan: Bodruma seksen kilometre uzakta ve yamaçtan denize bakan bir köy.Denizi oldukça temiz.
Gülköy – Türkbükü: Eskiden iki ayrı köyken bugün birleşmiş durumda olan Gölköy ve Türkbükü sahil boyunca pek çok bar, restoran ve kulüp yer alıyor.Gün batımı ve dolunay manzarası görülmeye değir.. Torba: Bodruma en yakın koylardan biri. Bundan yirmi yıl önce sadece sazlardan yapılmış salaş bir balıkçı lokantası olan,dar bir yola sahip küçük bir koyken, bugün büyük oteller ve devre mülklerin yer aldığı popüler bir koy. Bağla: Bodruma 14 km uzaklıktaki Bağla, yarımadanın en güzel koy ve plajlarından birine sahip. Bağlar Burnu’nun batısındaki güzel koya gezi motorları çok rağbet eder.
Koyun doğu tarafındaki küçük girintiler daha sakindir. Koy ve çevresi kamp yapmak için de uygun. Eskiden plajın arkasında etrafını koca servilerin çevrelediği, taş havuz içinde güzel suyu bulunan bir mandalin bahçesi, Bodrum’luların mesire yeri imiş, kayıklarla gelinir, denize girilir ve eğlenilirmiş. Üzülerek belirteyim gibi şimdi bu doğallık devasa bir otelle yok edilmiş. Güvercinlik: Bodrum’a doğru ilk yerleşim. Göl gibi deniz. Çepeçevre küçük oteller, lokantalar, evler. İleride Salih Adası. Güvercinlik. Bodrum’a merhaba denen yer.
İlgi çeken, yüksek ve geniş Salih Adasının doğusundaki tepeler çam ormanı(daha yakmamışlar), etekler ise zeytinlikler kaplı. Adanın güneydoğusunda, kıyıda beyaz bir evin bulunduğu koy adanın en güzel koyu. Çevresi ağaçlarla kaplı ve kumsal. Yakındaki balık çiftliklerinin yarattığı kirliliğe rağmen deniz hala pırıl-pırıl. Güneyde ise 7-8 villalık bir tatil sitesinin bulunduğu bir başka koy var. Salih adasında antik Karyanda kenti olduğu ileri sürülse de, eski yerleşimi kanıtlayacak kalıntılar yok denecek kadar silik.
Karyanda’lılar adayı terkedip Türkbükü Gölköy civarına yerleşmiş ve Yeni Karyanda’yı kurmuşlar. Konacık: 1050 yılında Horasan’dan gelen üç çoban tarafından Gölbaşında kurulmuş. Yerleşim sonradan deniz ulaşım ve güvenliği nedeni ile Çırkan Köyü’ne taşınmış ve 1999 yılında Belediye olmuş. Bodrum merkeze 4 km uzaklıktadır.
Doğusunda Bodrum, güneyinde Bitez ve Gümbet, Batısında Ortakent, Kuzeyinde ise Türkbükü bulunmaktadır. Mazı Köyü: İnanılır gibi değil; henüz imara açılmamış, yemyeşil doğası, anıt ağaçları ve anıt kayaları ile Bodrum’un yanı başında bakir bir köy . Gökova sahilinde yer alan Mazı köyü, denizden gelebilecek korsan saldırılarına karşı kıyıdan daha yukarda ve denizden görülmeyecek şekilde gizlenerek kurulmuş.
25 yıldır yapılamayan yolu sonunda asfaltlanınca turizme açılan Mazı köyü; İnceyalı sahilinde güneşlenmek, Ege’nin berrak sularında kafa dinlemek ve deniz ürünleriyle beslenme kürüne girmek isteyenler için tam anlamıyla bir cennet. Bargilya-Tuzla: Bodrum- Milas anayolundan ayrılıp 4-5 km gidince karşınıza çıkan bir balıkçı köyü.. ve adını Bellerophon'un kanatlı atı Pegasos'un öldürdüğü Bargylos’tan almış. Bargilya’nın da Gümüşlük gibi kendi parası var. Güllük körfezinin kıyısında, Varvil koyuna uzanan yarımadanın ucunda, binlerce yıllık uygarlığın mirası antik kalıntılarla iç içe şirin bir balıkçı köyüdür Bargilya.
Antik Bargylia kentinin kalıntıları, köyün hemen üzerinde geniş bir alana dağılmıştır. Varvil (Bargilya) koyu bir iç liman gibidir. Tuzla kuş cenneti de Bargilya yakınlarındadır. Sulak alanın gözdesi flamingolardır. Akça Cılıbıt kuşu ve pek çok enteresan kuş türü buradadır. Bargilya koyu (Varvil Koyu) cennetin bahçeleri gibi. Bu cennet bahçeleri; kesinlikle korumaya alınması gereken yerlerin başında gelir. Kesinlikle çevre duyarlısı doğa dostlarının savaşı desteklenmelidir. Salt burası mı, tüm Bodrum, tüm Türkiye ve de tüm gezegenimiz..
“Karadeniz İsyandadır” platformunun HES’lerle ilgili verdiği doğa savaşı, örnek alınması gereken savaştır.. Bodrum’daki Ksebük’ün durumundan haberdar olmayanınız yoktur.. Ben bilmeyenlere anımsatmak için, son gelişmeleri içeren habere yer vermek istiyorum: Türkiye’deki mavi turun en önemli duraklarından Kissebükü Koyu’na süper lüks bir milyonerler kulübü yapılmak istenmesi tartışılıyor. Bodrum’un Mazı Beldesi sınırları içerisinde kalan doğa mirası Kissebükü Koyu, 13 Temmuz 2002′de ‘Doğal Park’ ilan edilmişti.
Dalışa bile izin verilmeyen koyda, 2005 yılında bu kez ‘turizm alanı’ ilan kararı alınarak tahsise açıldı. 2008′in Aralık ayında ilk kez bir şirkete satılan araziye 22 Haziran 2009′da tesis yapılabilmesi için izin çıktı. Tesis izninden sonra ise tartışma başladı. Sivil toplum örgütleri ve Mazı köylülerinin bir kısmı projeye karşı çıkarak, protesto gösterileri düzenlediler. Bunun üzerine Bodrum’da bu konuda ciddi bir kamuoyu tepkisi var.
Son olarak Muğla İl Genel Meclisi’nin imar, çevre ve turizm komisyon üyeleri, Kissebükü Koyu’na giderek incelemelerde bulundu. Komisyon üyeleri, yatırımcı firma ve koya otel yapılmasına karşı çıkan çevrecilerle görüştü. Bölgeye otel yapacak şirketin yetkilisi Ahmet Çolakoğlu, Kissebükü Koyu’nda çok özel bir yatırım planladıklarını söyledi. Yatırım yapılacak alanın yaklaşık 160 dönüm olduğunu belirten Çolakoğlu,
”Yapacağımız tesis 450 yataklı. Nicelikten ziyade niteliğe dayanan. Sadece üst gelir grubunu hedefleyen dünya çapında 1500 milyarderi çekeceğimiz, Türkiye’de bu zamana kadar yapılmamış çok nitelikli, yüksek kalitede bir turizm yatırımı yapmak için projeler hazırlıyoruz. Oda kahvaltı en düşük yatak fiyatı 500 Euro’dan başlayacak. 17-18 bin Euro’ya kadar fiyatlar söz konusu.
Zaten var olan yatak envanterinin çok büyük bir bölümü hep özel odalar, süit odalar, villalar. Dolayısıyla yüksek sezonda en düşük fiyat kişi başı 500 Euro ve yukarısı” dedi. Beyler bunun adına yatırım denmez yatırma denir; doğayı ve doğanı yatırmak ve üzerinden silindir gibi geçerek, ben ülkemde yabancı konumuna getirmek..Anlayın artık, bu tesisler sana, bana kapalı, Çoloğlu’nun dolarlarına açık..
Kissebükü’nün Bakir Kalmasını İstiyoruz Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Filiz Dizdar ise Bodrum’da sürdürülebilir turizm istediklerini söyledi. Bodrum’da yeterince beton yapı bulunduğuna işaret eden Dizdar, ”Betona gelecek turistte para var, ama esnaf bu paradan faydalanamıyor. Esnafı zor durumda bırakan beş yıldızlı otellerimiz bolca var. Binalarımız da var.
Artık çok az kalan bakir alanlarımız, öyle kalsın istiyoruz. Bu alanın bütünü daha önce birinci derecede arkeolojik SİT alanıydı. 1993′ten sonra sistemli şekilde üçüncü dereceye düşürüldü ve bir bölümü imara açıldı. Biz sürdürülebilir turizm derken alternatif turizmden söz ediyoruz” dedi. CHP Bodrum İlçe Başkanı Durmuş Ali Öztürk de projeye karşı çıktı: “Burada siz 5 yıldızlı, 7 yıldızlı, 17 yıldızlı tesislerin yapılmasına izin verirseniz, bu koyları tamamen kaybederiz.
Burada 200 milyon dolarlık tesis yatırımından bahsediliyor, ama öbür tarafta kaybedilecek 10 milyar Euro’luk bir yat sektörü var. Yat turizmini yok ettiğiniz zaman çok şey kaybederiz. Dolayısıyla burada yapılacak tesisin turizme getirdiklerinden çok daha fazla götürdüğü olacak.-NTVMSNBC-25 Temmuz. 2010 Kim mi haklı? Elbette ki; doların yeşili için, doğanın yeşilini yok eden mantık haklı değil.... Adam diyor ki “Buranın imarı 1994’te açıldı..”
Utanmasa “Kemal Kılıçdaroğlu bu koyu kör etmişti zaten” diyecek.. Kör olmada gör doğayı.. Ben Bodrum’da olanaklarım ölçüsünde, ille de sevgili kuzenlerim Adnan Çorbacıoğlu, Namık Kemal, Niyazi Çorbacıoğlu ve Şeyda Dramca’nın katkılarıyla gördüğüm güzellikleri ve dinlediğim söylenceleri anlattım; siz de görmediğim güzellikleri, dinlemediğim söylenceleri bana anlatırsanız sevinirim. (22 Temmuz 2009)...
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUGEZ-GÖR-YAZ
Yorumlar
Yorum Gönder