Bu tokat aslında Hiddink’ten çok; onda ısrar eden ve onunla devasa sözleşme yaparken, çalışma ve çalıştırma koşullarını içeren yaptırımları yetersiz kılanlaradır (9 ayda kaç ay Türkiye’de kaldı?). Bu tokat; Asla Ulusal futbol takımımıza ve futbolculara değildir.
Azerbaycan’a yenilebilirsiniz; yenilgi asla onurun ve erdemin parçalanmışlığı değildir, salt üzücüdür ve dert edicidir (Ar. Kahredici). Evet; bizden güçlü olmayan ve gücünü çok iyi bilen bir Azerbaycan’ın, gücünü bizden iyi sahaya yayarak gücünüzü kırdı ve sizler(burada siz artık) de ulusumuzun kalbini...
Şu bir gerçek ki; futbolcular perişan oldular, ezildiler. İşin Arapçası, kahroldular bu Arap saçı gibi karmakarışık sonuç karşısında. Bence buradaki en onurlu duruşu “2012’de ulusal takımda yoğum. Bu yükü kaldıramıyorum” diyerek Emre Belezoğlu gösterdi. Çünkü biliyor ki, birileri tarafından bilinen yanlışlıklar tekrar yük olarak sırtlarına binecek.
Bu yük nereye kadar taşına bilir ki? İşin üzücü yanı; futbol yükünü hiç taşıyamayanların hiç oralı olmaması. Kardeşim bu yükü taşıyamıyorsan girmeyeceksin yükün altına!
Bence bu yükü aramızdan erken ayrılan sayın Hasan Doğan gerçekten taşıyacaktı, fakat ömrü yetmedi. Biliyorum ülkem de en kolay şeyin “Git” demek olduğunu. İyi de kardeşim ille de gideceğim diyen ve de giden birini zorla tutamasın ki. Ki Türkiye’de yaşaması gerekirken, Hollanda’da daha çok yaşıyor; asla futbol ligimize zaman ayırmıyor. Guus Hiddink bu ülkeye iki kez geldi, bir kez gitti. Belli ki ikinci kez gidecek.
Son geldiği günün ertesinde söyledim, başarılı olamayacağını. Nedeni; sürekli başarısız olmuş yardımcılar belirlemesi yanında ilk ulusal takım seçmeleri idi. Ulusal takımda değişimi ve gelişimi ilk seçmelerde olduğu gibi, tüm seçmelerde de Fatih’ten kalma eski oyuncularla yapmaya kalması kafamdaki soru işaretini artırmıştı. İnsan hiç değilse biriki oyuncuyu değiştirir. İsteyen o yazımı bulup okuyabilir. Sürekli Arda üzerinde durdu. Ve sonunda Arda’da, Hakan Balta ve Sabri gibi sakatlandı.
Sanki Galatasaray oyuncuları için özel ve amaçlı bir ilgi oluşturulmuştu. Hiddink bize ilk geldiğinde, gençti başarılara açtı. Hiddink bize son geldiğinde yaşlı idi ve başarılara doymuştu (geçmiş zaman yazıyorum, çünkü Hiddink benim için çoktan gitti). Hiddink başarısı asla tartışılmaz. Uluslar arası başarıları gerçekten alkışlanacak düzeyde. Özellikle 1987-88 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasını, Galatasaray’dan aldıkları tek yenilgiyle kazanmaları. Ve, 1998-99’da Real Madrit’e ‘Kıtalararası Kupa’ kazandırması. Fakat Türkiye’deki süreçleri başarısızlıkla dolu.
1990-91 sezonunda Fenerbahçe’yi çalıştırırken, 6-1 kaybettiği Aydınspor maçı hala akıllarda (Nedense Aydın o maçtan sonra yıkıldı gitti. Şimdi Aydın Amatör liginde oynuyor) 17 Şubat 2010; Chelsea’dan ayrılıp Türkiye’ye ikinci kez geldi ve 9 aylık süreçte başarılı dendiği süreçte, önce Avrupa şampiyonluğu elemelerinde ilk iki maçı almasına karşın, son iki maçın ilk ayağında Almanlara farklı (3-0), ardından Alman ve Almanya ulusal takımın eski teknik direktör Berti Vogts’un çalıştırdığı ve ilk iki maçını farklı kaybeden Azerbaycan’a 1-0 yeniliyor. Anlayacağınız, Hollandalı iki Alman tokadı yiyor ve bizleri de yiyip tüketiyor.
Ulusal maçlar, halkın tek ortak coşkusu; bunu öldürüyoruz gibi. Salt Hiddink mi? Birileri de. Düşünün ulusal maçlardaki ‘İstiklal Marşı’ndan ve Bayrağımızdan rahatsız olanların homurtuları yükselmeye başladı. Öyle ki, insanlar ulusal maçlarındaki coşkuları nedeniyle neredeyse Ulusalcı faşist, hatta ırkçı-kafatasçı milliyetçi ilan eder oldular.
Ama, her Ulusal spor başarısını da siyasi ve ekonomik ranta dönüştürmekten kaçınmadılar. İnan çok insan; “bunların bu duruşu benim ulusal spor başarılarındaki coşkumu öldürdü. Bazen özellikle de başarısızlıkların gelmesini ister duygulara kapılmaya başladım.” demeye başladı. Hiddink ve kadrosu ve de birileri bu duyguyu daha da yoğunlaştırmaya başladı.
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Yorumlar
Yorum Gönder