OSAMA’YI VE KILIÇDAROĞLU’NU İZLEMEK
Başta söyleyeyim: Osama’yı, Obama zannederek, sayın Kılıçdaroğlu’nu Obama ile örtüştürdüğümü zannetmeyin. O ayrı bir yazı konusu.. Bu yazının beyin tadı daha başka..
Osama’yı izlediniz mi? Ben izlemiştim. Bir Afgan filmi. 2003 Hollanda ve Japon ortak yapımı. Oyuncular; Taliban ve tesettür karanlığını yaşayan sokaktaki insanlar.
Yönetmen, Afgan’lı Siddig Barmak. Taliban ve burka zulmünü yaşayan Marina’nın öyküsü. Cannes Film Festivali'nde En İyi Yabancı Film seçilen Osama; ayrıca en ilginç, en iyi yabancı film dalında altın küre ödülü, UNESCO Fellini gümüş madalyası, Fransa’da cannes film festivali'nde altın kamera jüri özel ödüllerinin sahibi. “Taliban rejiminin hüküm sürdüğü Afganistan'da kadınların yanlarında bir erkek akrabaları olmadan sokağa çıkmaları yasaklanmıştır.
Osamanın öyküsü nedir?
Hiçbir erkek yakını olmayan kadınlarsa evlerinde açlıktan ölmeye mahkûmdur. Bir anne ve oniki yaşındaki kızı Marina Taliban başa geçtikten sonra işsiz kalırlar. Anne kocasıyla erkek kardeşini savaşta kaybetmiştir. Kendisi ve çocuğunu hayatta tutabilmek için annenin yapabileceği tek bir şey vardır. Kızını erkek kılığına sokmak... Anne hem kocası hem de erkek kardeşini kaybettiği için aileyi geçindirebilecek kimse yoktur. Bu yüzden anne, büyükanneyle birlikte, kızının saçını kesip kıyafetini değiştirerek onu erkek kılığına sokmaya karar verir. Kimliğinin açığa çıkmasından korkan küçük kız kendisine Osama adını verir ve öldürülmüş babasının arkadaşı olan mahalle sütçüsünün yanında çalışmaya başlar.
Artık her dakikaları Taliban askerleri tarafından fark edilme ve öldürülme korkusuyla geçmeye başlar. Hayat artık zorlu bir yolculuğun ucundadır. Taliban bölgenin tüm erkek çocuklarını askeri ve dini eğitim için topluyor. Osama'yi da alıp okullarına götürüyorlar. Osama. Eğitim sırasında pratik olarak gösterilen gusül abdest alma olayında, hocası onu periye benzetiyor. Diğer erkek çocuklar kız olduğu kuşkusuyla üzerine gidiyorlar.. Ağaca tırmanarak erkek olduğunu ispata çalışan Osama, hocaları tarafından bir su kuyusuna asılarak cezalandırılıyor. Osama'nin kız olduğu anlaşılıyor. Taliban’ın adamları onu hapse atıyor.
Sonra halk önünde kadı tarafından idama mahkum ediliyor. Fakat kadının 75 yaşındaki molla arkadaşı onunla evlenebileceğini söyleyince bağışlanıyor.. Adam onu 4 eşli 30 çocuklu haremine götürüyor. Film adamın gusül abdest almasıyla bitiyor.” Bence, Taliban ve Burka realitesi tüm karanlığıyla anlatılmış.
Fakat, film İslamiyet’in; karartılan aydınlık yüzü ve altında yatan Hıristiyan propagandistliği ile batının materyaline dönüştürülme mesajlarını da barındırmıyor değil. Çünkü İslamiyet bu denli karanlık değil, aydınlık yüzünü karartanlar var, burka ve Çarşaf ve de Türban aracılığıyla. Kimler tarafından Taliban v.b karanlığın gülen yüzleriyle.
Bunları anlatmalıydı. İslamiyet’in bunlar olmadığı anlatılmalıydı. Fakat o, İslamiyet budur yobazlığıyla, aynen “başörtüsüzler İslamiyet’i yaşayamaz” diyenlerin yobazlığını oynuyor gibi geldi bana.. Özellikle küresel efendiler, kendilerine materyal olacak şekilde İslamiyet’i yorumlatarak, İslamiyet’i kendi dinlerinin önüne geçmesini engellemeye çalışıyorlar;
*BOH’u tamamlayan Ilımlı İslam Projesi dayatmasıyla... İşin özü inananların inancını, bir başka inananların inancı belirliyor. Ilımlı İslam Projesiyle, ilimsiz bir İslamiyet’in kapısına aralatarak, gerçek inanları Osama’lara getirmeye çalışıyorlar. Dinden ve yoksuldan geçinenlerin “Osama” yorumu karanlığı aklayan yalanlıkta, pardon yalınlıkta gelmişti Osama vizyonda iken.
Öylesi bir soğukkanlı ve olağan yorumcu duruşu ki, film TV kanallarında iken, bir TV kanalında; barka’yı savunan, barka’nın Afgan kültürünün renkli ve zengin bir parçası olduğunu söyleyerek bu karanlık objeyi sınırsız ve kuralsız özgürlükçü demokrasi ile örtüştüren Doçent kimlikli yorumcu kadar sinir bozucu olmasa da, düşündürücü gelmişti yine de:
“Afganistan'da yaşayan küçük kız ve annesi, evin tüm erkeklerini savaşta kaybedince neredeyse açlıktan ölmeye mahkûm olur. Sonunda 12 yaşındaki kız erkek kıyafetleri giyip Osama adını alarak mahallenin sütçüsünde çalışmaya gönderilir. Kız olduğu anlaşılırsa idam edilecektir.”
İdamı onaylar bir soğukkanlılığı izleyenler de mi sezinledi, yoksa bana mı öyle geldi?! Hazar kadar derin bu karanlık, aydınlık yüzeymiş gibi mi yorumlanır. Galiba biz karanlığı algılamakta hayli zorlanacağız.. Sayın Zülfü Livaneli’nin “Türkiye'nin büyük dönüşümüyle ilgili tahminler” başlıklı ilginç yazısında; Göz önünde büyüyen bir çocuktaki değişimin anne ve babası tarafından zor fark edildiğini, ancak dışarıdaki kişinin; 1 yaşını bildiği çocuğu 9 yaşında gördüğünde, çocukta büyük değişimlerin olduğunu fark edebildiğini ve ülkelerin de çocuğa benzediğini, bu nedenle ülkemiz gelişimdeki değişiklikleri bizlerin anne baba gibi gözlemleyemediğimizi söyleyerek; süreç içinde ülkemizde, her önemli işin başında; liyakate göre değil, tarikat ilişkilerine göre seçilmiş insanların olacağını, alabildiğine muhafazakar ve alabildiğine Amerikancı bir ülkeye dönüşeceğimizi vurguluyor.
Yazının devamında; AKP'nin önümüzdeki yerel ve ondan sonraki genel seçimleri de alacağını, Erdoğan’ın halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı olacağını, Abdullah Gül ile yer değiştireceğini, koltuğunu kaybetmemek içinsavaş veren CHP başkanın, bu sistemi AKP ile anlaşmalı olarak götürdüğünü, önümüzdeki günlerde AKP hükümeti, " PKK liderlerini teslim alan hükümet" olarak alkışlanacağını, Orta Doğu'dan ve Batı'dan Türkiye'ye para akmaya devam edeceğini, Laik kesimin küçüleceğini, yıllardır yaptıkları gibi birbirini yiyeceklerini belirterek; tüm bu değişimlerin salt iç dinamiklerle başarılamiyacığını; Amerika'nın Orta Doğu meselesinde Türkiye'ye biçtiği rolün, Uzun dönemli bir senaryoyla uygulandığını, İçteki aktörler; siyasilerin, basının, üniversitenin, iş aleminin, aydınların süreci beslediklerini ve sonunda Toplum, sistemli eğitimle dönüştürülmüş olacağı için, Cumhuriyetin kuruluş yılını bile hatırlayanın kalmayacağını söyleyerek yazısını bağlıyor… Gerçekten ilginç bir değerlendirme.. İlginçliği karamsar oluşu..
Ben bile yazılarımda bu denli karamsar bir resim çizmemiştim.. CHP ve Sayın Baykal ile ilgili değerlendirmesi ise hayli düşündürücü.. Nedense Pensilvanya iletisi aklıma geldi.. İçinde doğruları yok mu? Var elbette ki, fakat her zamanki Livaneli doğrularını içeren yazılarından çok farklı.. CHP ile ilgili bölüme yanıt vermek istiyorum, çünkü bunları söyleyen fakat geçenlerde Baykal ile görüşüp tekrar CHP’ye dönüş yapan sayın Livaneli, bu yazısındaki doğruları, CHP ile olan, geçmiş dönem ilişkilerindeki duygusallığıyla harmanladığı için örselemiş..
Diyorum ki; “ İkimiz de Artvinliyiz. Artvinliler pek duygusal davranmaz kayıplar karşısında; aksine kayıpları kazanmanın soğukkanlı ve akılcı savaşçılarıdır. Akıllı bir insan olmanın yanında, dünyanın kabul ettiği akil insanlardansınız ve bundan gurur duyuyorum… CHP’nin duruşunu değerlendirme konusunda göreceli önyargınızı ve duygularınızı gerçeklerin önünde koşuşturduğunuzu söylemeyi de zorunluluk addediyorum..
”Kılıçdaroğlu’nu izlediniz mi? Ben izledim.. İzlenimlerimin olumlu olumsuz yanlarını önümüzdeki yazılarda işleyeceğim. Burada özüne kısaca değinmekle yetinmek istiyorum… İzlediğim film değildi, CHP’nin 33. Olağan kurultayı idi elbet.. En az Osama filmi kadar düşündürücü geldi bana.
Umut verici iletileri olan bu kurultayda, ülkemi sarmaladığını söylediğiniz karanlığı aydınlığa dönüşecek meşalesi yakıldı.. Yazınızın sonunda; “Bu yazıyı saklayın; dediklerim doğru çıkmaz ise yüzüme çarparsız.. Pek umutlu değilim” demişsizin.
Suratınıza çarpmak haddimiz değil, fakat her şeye Baykal duruşuna bağlayan görüşlerinizin, Kılıçdaroğlu ile başlayan süreçte de devam edip etmeyeceğini bilmek isterim… Acaba, AKP ile işlettiği sürecin yanlışlığını gördü mü küresel efendi?
Kılıçdaroğlu ile işlemeye başlayacağı gün gibi beliren ve yıldırım gibi ortaya çıkan değişim rüzgârı, bu yanlışlığın önünü alabilir mi?Bazı konularda haklısınız haklı olmasına ama her şeyi bir liderin duruşuna bağlamanız ve o lideri bugünkü siyasal erk gibi diş güçlerle ilişkide imiş olarak göstermenizin haksızlık olduğunu vurgulamak isterim..
Anımsarsınız Humeyni’yi Tahran hava alanına indiren küresel efendi ilk gün (1 Şubat 1979) Humeyni’ye ‘Özellikle kadınların ve genç kızların yoğun tepkisiyle karşılaşılınca’ şunları söyletmişti: “….Sinemaya, Radyoya, Televizyona karşı değiliz. Sadece özgürlük ve demokrasi istiyoruz. Modernizme ve Modernizasyona ne zaman karşı çıktık? Gençlerimizin kanı özgürlük için akmıştır.
50 yıldır baskı (rejimi) altında yaşıyorsunuz..” Bu son satırı kesip saklamayın, hiç kaybolmayacakmış gibi aklınıza kazıyın ki zaman -zaman anımsayabilin, çünkü ülkemde birilerine sürekli benzer şeyler söyletiyorlar ve sayın Livaneli de o’nu vurgulamaya çalıştı..
İnançlara saygılı olan ve bu bağlamda daha dikkatli duruşlar sergileyecek Kılıçdaroğlu politikaları, işleyen ve işletilen bu sürecin önüne geçeceği konusunda ben umutluyum.. Livanel’i hocamın da umutlu olabileceğini düşünüyorum..
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder