Herkesin bir çılgın yanı vardır; sanal da olsa, gerçek de olsa. Ben de yazıma kendi çılgın yanımla başlamak istiyorum: Evet; Başbakan’ın ‘Kanal İstanbul’ projesi çılgın ise, benim ‘Ankara Dereleri ortaya çıkarılsın’ proje önerim de ‘Çılgın Proje’ önerisidir. 31/12/2007-02/01/2008 tarihleri arası sayın Yalçın Bayer’in “Yeter Söz Milletin” köşesinde üç gün devam eden “Depremler ve Dereler” başlıklı yazımda ben de bir “Çılgın Proje” önerisinde bulunmuşum:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7943912&yazarid=42http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7948240&yazarid=42&tarih=2008-01-01
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7952084&yazarid=42&tarih=2008-01-02
Bu önerim birileri tarafından dikkate alınmadı değil. 21/12/2009 tarihli aşağıdaki yazımla buna değindiğim: http://blog.milliyet.com.tr/Cankaya_Belediye_Baskani_Sayin_Tanik_ve_Projeler/Blog/?BlogNo=220050
Benim önerim, daha özgün ve ilginç çünkü ‘alıntı’ çizgisinde bir öneri değil. Bu nedenle benim proje önerim daha ‘Çılgın Proje’dir diyebiliyorum. Bunda iddialıyım. Neden ‘Çılgın Proje’ olduğunu kısa bir girişle anlatayım: "Avrupa başkentlerinde dereler büyük önem taşıdığı için, kentlerin gelişimi akarsuların doğal yapısı bozulmadan yapılır. Çünkü genler nasıl ki biyolojik devamlılığı sağlıyor, doğanın da devamlılığını sağlayan derelerdir.
Kentleşme adına doğayı mahvetmeye hakkını bize kimse vermedi. Eğer siz kent planlaması sürecinde dereleri dikkate almaz iseniz, kentin alt yapısını da bozarsınız. Örneğin Sıhhiye’deki su baskınlarının nedeni bu değil mi? Üstelik son zamanlardaki dereleri yollar ve yapılarla zorladığımız yetmemişçesine, katlı kavşak harekatıyla, derelerimize metrelerce fore kazıklar çakmaya başladık. Korkum, bir gün derelerin öfke ile yer üstüne çıkması...
Altyapısı yetersiz Ankara beklenmedik afetle karşı karşıya kalabilir. Bu endişemin en az deprem endişesi kadar dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü zemin etütlerinin sağlıklı yapıldığına inanmıyorum. Bilindiği gibi 13.11.2006’da İstanbul Bostancı’da zemin etüdü olmadan kazı yapan sondaj makinesi ana doğalgaz borusunu deldiğini ve çevre insanını paniğe sürüklediğinin haberi manşet olmuştu. Aynı tehlikenin Ankara’da Fore kazıklarla derelerin yeraltı yatağının bozulması ve doğalgaz borularının patlamasıyla büyük bir facianın yaşanabileceğini unutmamalıyız.
Biraz sanal, biraz da fantezi denecek bir öneride bulunmak istiyorum: Ankara’nın coğrafi konumu; Orta Anadolu’nun düzlükleri ortasında kayalık bir alan görünümündedir. Bugün Ankara Kalesi’nin yer aldığı bu kayalık alan, artık kentin merkezinde küçük bir ada gibi. Bu adayı aralarında Çankaya tepelerinin de olduğu yükseltiler çevreler, ortada bir çanak bırakırlar. Eskiden bataklık olan bu çanak, cumhuriyet döneminde kurutularak yerleşime açılmıştı. Çankaya tepelerinin yeşillikleri arasından alabildiğine özgür akan dereler ovadaki çaylara karışırdı. İşte böylesine bir cennet ambiyansında ’akarsu zengini’ olan Ankara’da yurttaşların faydalanabileceği bir akarsu bulunmuyor. Çünkü derelerin yerine bulvarlar akmaya başladı. Bu dereler kenti Başkentimizde, niçin tekrar derelerin aktığını görmeyelim?
Örneğin; Kale ve Bent- deresi çevresi rekreasyon alanına, yani parkı, bahçesi, dinlenme ve yürüme parkurlarıyla nefes alma alanlarına dönüştürülemez mı? Kentin kanalizasyonuna verilerek yer altına itilen Bentderesi yer üstüne çıkarılamaz mı, olguyu başlatacak ölçekte bir plan çalışmasıyla? Yapay göller ve şelalelere yapılan yatırımlar, doğal derelerin ortaya çıkarılmasına kaydırılabilir. Anımsıyorum. Yıl 1973. Sıhhiye, şimdiki Abdi İpekçi Parkı yanında, kentin tüm kirliliği sırtına yüklenmiş, bezgin ve durgun akan bir dere vardı. Can çekişir sürünür halde. Sonradan üzeri kapatılarak canlı canlı defnedildi. Çankaya tepelerinden buraya akan, Kavaklıdere, Bülbülderesi, Hoşdere ve Dikmenderesi ile besleniyordu.
Adeta o’nu besleyen kandamarları idi dereler... Kendisinden önce doğanın bu kan damarları, üzerinde yükselen binalar, üzerinden geçen yollarla doğadan koparıldı... İşte bu dereler Sıhhiye’deki gövdesiyle birlikte ortaya çıkarılmayı bekliyor. Ankara çayları iyileştirmeyi bekliyor. Bırakın katlı kavşak maliyetlerini, inanın bugün gereksiz olarak inşa edilen, yapay göl ve şelalelerden daha düşük maliyetlerle ’Vadi Projeler bütünü içinde ele alarak’ Ankara irem bahçesine dönüştürülebilir. Bu bağlamda, mevcut kent rantına yönelik projelerle, öneri projemin karşılaştırmalı ’Fizibil ve Rantabl raporlar’ çıkarıldığında gerçek görülecektir.
Bir düştür kafamda kurguladığım: Tepelerden aşağı uzanan Cinnah caddesinde zehirli gaz saçan arabalar yerine, gelin duvağı gibi şelalelerle süslü yemyeşil bir dere akıyor. Her iki yanındaki çay bahçelerinde oturan ve Seymenler Parkı’na doğru yürüyen kentliler yorgunluklarını atmaya çalışıyorlar. Tekrar ediyorum Başbakan’ın beyin önerisinden daha çılgın öneridir benim önerim.
Gelin karşılaştıralım: Başbakan, herkesin merakla beklediği 'çılgın proje'yi sonunda öğrendik. ‘Kanal İstanbul’ olarak bahsettiği proje için Karadeniz ile Marmara denizi arasında Uzunluğu 50 Kilometre, genişliği: 150 mt ve derinliği: 25 mt. Olan bir kanal yapacakmış. Spekülasyonlara neden olmasın diye projenin yerini saklamış, fakat kongre merkezi çıkışında ağzından kaçırarak; " Bak bu proje Çatalca’ya hediye ona göre " diye seslenivermiş. Başbakan, bu projeyi pek ciddiye almıyor gibi geldi bana. Çünkü ciddiye alınan bir şey, birçok kişi ile değil, özenle birkaç kişi ile paylaşılır. Birkaç kişi falan değil, tüm alanlardaki yandaşları bunu biliyormuş. Örneğin, Zaman’ın İngilizcesi “Today's Zaman”, Cumhuriyetin 100. Yılı olan 2023 yılında İstanbul'a Silivri-Çatalca hattı üzerinde suni bir boğaz yapmak istediğini biliyordu. Eeee Zaman’ın İngiliz olanı biliyor da, Bedava dağıtılan Türk olanı bilmiyor mu? Biliyor tabi, çünkü Zaman, bildiğiniz gibi hep aynı Zaman; ne zaman değişti ki? Bunun özenle korunarak sır gibi saklandığını söyleyemeyiz.
Bu sadece kamuoyundan saklanan rant sırrı idi. Yani R-cep sırrı. ‘Kanal İstanbul’ projesi bence ‘Kanal altı’ projesi gibi derinliği olmayan ‘günü kurtaran’ yüzeysel bir proje. Toz duman seçim öncesisin ‘Duman altı’ projelerinden biri. ‘Kanal İstanbul’ mu idi bilmiyorum, fakat ‘Çılgın Proje’nin isim babası Hıncal Uluç’un gündeme taşıdığı ve de sakladığı bir ‘Çılgın Proje’ vardı. Daha doğrusu sayın Uluç’un 23/09/2010 yazdığı, ama ismini söylemediği bir ‘Çılgın Proje’… O yazı sonrası ben de konuyu 17 yıldır Kanada’da yayınlanan ‘Bizim Anadolu’ gazetesinde yazmışım. http://www.bizimanadolu.com/koseyazarlari/scorbacioglu26.htm Benimkisi de bir çılgınlık, çünkü Türkiye dururken Kanada’da da ‘Çılgın Proje’ ile ilgili çılgın bir yazı yazıyorum.
Yok, yok ülkemde de yazmışım. http://blog.milliyet.com.tr/Basbakanin_cilgin_Istanbul_projeleri/Blog/?BlogNo=266752 Bir şeyin ‘Çılgın’ demek için, o şeyin olabilirliğinin çok zor ve de ilginç olması gerekir. Başbakan’ın açıkladığı proje üstün teknoloji dünyasında hiç de zor değil. İlginç de değil, çünkü proje 16. yüzyıldan beri gündemde. Başbakanın hiç değil, çünkü yakın zamanda Erdal İnönü ve Bülent Ecevit gündeme getirdi. İyi de nedir bu ‘çılgın proje’ çığlığı.
Bu nedenle Hıncal ağabeyime şu soruyu sormak istiyorum: “23 Eylül 2010 tarihli köşenizde değindiğiniz, başbakanın size fısıldadığı, sizinde izanınız, anlayışınız ve ilkelerinizin yazmanızı engellediğini ‘Çılgın Proje’ 27/04/2011’de açıklanan proje miydi?” Yoksa; “Çılgın proje’ olarak sakladığınız başka bir proje mi var? Başka bir ‘Çılgın Projes’i var ise, söyleyin durduralım, aksi aklımızı durdurup çıldırtacak bizleri. Evet; aylardır gündemde olan ‘Çılgın Proje’ sözcüğünü ilk kez, sayın Uluç 23 Eylül 2010 Perşembe günkü yazısında şu cümlelerle kullanmıştı: “İstanbul için AKM'den de öte müthiş projelerimiz var, sizinle özel bir konuşmamızda anlatmak isterim" dedi ve iki cümle ile projenin adını söyledi.
Telefon elimde dondum kaldım. Bu İstanbul konusunda bugüne dek duyduğum en çılgın proje. Biri bana "Bin proje say" dese, bin gün izin verse aklıma gelmez. Öyle çılgın….Bu projeyi, bir TV canlı yayınında Türk ve Dünya (Dünya.. Bu sözcüğe dikkat edin. Şifre o.) kamuoyuna açıklamak Başbakanın hakkı. Benim ki tiyatro dili ile "Sahne çalmak" olur. Hakkım yok. Başbakan "Yazma" demedi. Ama benim izanım, anlayışım ve ilkelerim yazmamı engelliyor.” Günlerce Hıncal beyi bekledim. Ve sonunda ‘köşesinde’ konuştu. Hiç de 23 Eylül 2010’daki çılgınlık katsayısı yok 29/04/2011 günkü yazısında.
Bekliyor ki çılgınlık bir duralasın: “Çarşamba günü, hemen her taraftan arandım. Tanıdık, tanımadık, gazeteciler, televizyoncular. Hiç birine yanıt vermedim. Kendi gazetem ve kendi televizyonumdan gelenler dahil. Yedi aydır susuyorum.. Biraz daha sussam ne olur?
Başbakan benim "Çılgın Proje" adını verdiğim ve kimselere anlatmadığım projeyi, canlı yayında dünyaya naklediyordu ve gazeteciler haklı olarak benim ne diyeceğimi merak ediyordu. Ededursunlar. Dün kendi köşemde de tek satırım yoktu. Ben sabırlı adamım. Beklemeyi bilirim. Herkes eteğindeki taşı döksün bir hele.. Görelim bakalım ne diyorlar. Bana sıra gelir nasılsa.. Bu proje en az 10 yıllık. Daha konuşacak çok vaktimiz olur!..” Bence R-cep’ten önce açıklamadığına pişman. İkinci pişmanlığı buna isim babalığı yapması. Eğer sakladığı ‘çılgın proje’ bu proje ise, üzerinde o denli çalışıldı ki, proje hayli yorgun düştü, dolayısıyla çılgın olmaktan da…
Acaba diyorum, Hıncal ağabeyin ‘Çılgını’ başka bir şey mi? ABD’ye kaçmak için ‘Kanal Amerika’ projesi falan… “Kanal İstanbul” projesi başbakanın ‘çılgın Projesi’ olarak görülebilir mi? Bence görülemez, çünkü; Yabancısı değiliz böylesi kanallı proje önerilerinin. Bırakın ‘kes-kopyala-yapıştır’ yöntemini ve “Her şey internete var” diyerek kitaplığınızdaki Meydan Lorousse’yi atmadınız ise açın görürsünüz sayın Başbakan’ın ‘Çılgın Projesinin’ ‘kes-kopyala-yapıştır’ yöntemli bir proje olduğunu.
Esin kaynağı, Akdeniz’i Kızıldeniz’den Hint Okyanusu’na, dahası okyanuslara bağlayan ‘Süveyş Kanalı’dır. Yani geçmişi; antik Mısır zamanlarına(M.Ö. 2000 yılı) ve de M.S 700 yılına dayanan ‘Süveyş Kanal’ projesidir. Ve de tam 1000 yıl sonra da Napolyon’un Mısır fethinde ‘Süveyş Kanalı’ olarak tasarımı(1799) yapılmış, fakat Osmanlı tarafından temeli atılıp(28 Nisan 1959), İngilizler ve Fransızlar tarafından açılışı yapılmıştır(17 Kasım 1869). “Kanal İstanbul’un geçmişi ise; 16. yüzyıla dayanır(bakmayın birilerinin M.Ö’lere dayandırmasına..)
Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’i görevlendirerek olabilirlik(Fr. Fizibilite) çalışmasını yaptırmış. Uzun süre İznik ve çevresinde; İznik ve Sapanca göllerini Sakarya nehrinin birleştirilmesiyle Marmara’ya kanal tasarlanmış, nedense sonradan vazgeçilmiş. Çok zaman sonra ‘yukarıda belirttiğim gibi’ sayın Erdal İnönü gündeme getirmiş(1986’larda), ardında 1994’te sayın Bülent Ecevit… Anlaşıldığı gibi; sayın Başbakan’ın ‘Çılgın Projesi’ çılgın ve ilginç bir proje değil. Aksine kanal projeleri bundan tam 4 bin yıl önce gündeme getirilmiş. Eski dava arkadaşlarının söyledikleri daha ilginç ve çılgın şeyler bence; “…İstanbul'a iki tane şehir daha ilave edecekmiş. Bunu diyen kişi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken 'İstanbul'a girişler vizeye bağlansın' diyen adamdı…
Bu şehirlere nüfusu nereden bulacaksın? Türkiye'nin doğusundan. Sen Türkiye'nin doğusunu boşaltıyorsun. Sana bu politikaları kim tavsiye ediyor? Bunu sen kendin mi düşünüyorsun yoksa uluslararası birtakım temasların sayesinde sana bunlar telkin mi ediliyor?... Başbakan bir konuyu ilan etmeden önce üzerinde gerekli etüt ve çalışmaları yapmaz, aklına bir şey gelir ve ya kulağına biri bir şey fısıldar, bunun olabilirliğini, faydalarını, maliyetini analiz etmeden telaffuz eder…Seçim polemiğidir ve seçimden sonra adından bile söz etmez..”
Bence doğru diyorlar. Kulak veren yok. Birileri olguyu televole mantığıyla özdeş magazin boyutuna taşımış olmalı ki, ikinci çılgın projesinden söz edilmeye başlandı. Bence ikinci çılgınlığı, iki İstanbul olacak gibi. Birincisi; Asya İstanbul’u, ikincisi Avrupa İstanbul’u. Beli mi olur? Birincisine Kadiköy, ikincisine Fatih adını koyarak, İstanbul’u tümden yok eder. Olur mu, olur! Ne diyor R-cep teorisi? Bir;“Ülkeyi tüccar gibi yöneteceksin.
İki; tüm değerler gibi ‘doyumsuz doğa harikası İstanbul Boğazı’nı yok ettikten sonra, içerdeki ve dışarıdaki doyumsuz boğazları doyurmak için ‘İkinci İstanbul boğazı’ açacaksın. Üç; İstanbul’umuzu ‘Yap-İşlet’ yöntemiyle gündeme getirilen ‘İkinci boğaz kanal projesi’ ile özel-leştireceksin.
Yorumlar
Yorum Gönder