KÜTAHYA DEPREMİNİN GERÇEK SESİ EGE GRABENİNDEKİ DEPREMLERİN ÖYKÜSÜDÜR
Kütahya'nın Simav ilçesinde 19 Mayıs 2011’de gece 23 sıralarında meydana gelen ve 2 insanımız kaybettiğimiz 5.9 depremin ardından gözler yine İstanbul'da beklenen olası Marmara depremine çevrildi. Kardeşim; Anadolu’nun her deprem uyarısında ‘Gözlerini evirip çevirip’ neden yüzünü İstanbul’a çevrirsin ki?
Bilmiyor musun Anadolu’muz “Doğudan Batıya- Batıdan Doğuya-Kuzeyden Güneye yol alan “KAF-DAF-BAF” adlı fay katarlarının geçtiği fay köprüsü olduğunu? Onun için, Deprem öncesi ve sonrası kalıcı önlemler bağlamında yüzünü; bu cennetin izdüşümü fay köprüsü işlevli Anadolu’muzda çevirmelisin.
İşte o ünlü fay(Kırık) hatlarımız:
- Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF): Saroz Körfezi’nden başlar, Marmara Denizi, Sapanca Gölü, Adapazarı, Tosya ve Erzincan üzerinden Van Gölü kuzeyine kadar uzanır.
- Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF): Hatay grabeninden başlar, K. Maraş, Adıyaman, Malatya ve Elazığ ovalarından geçerek Bingöl’e kadar sokulur.
- Batı Anadolu Fay Hattı (BAF): Ege Bölgesi’nde, kuzeyden güneye doğru uzanan çok sayıdaki fay hatlarından oluşur. Bu kırık (fay) hattımızı onarma olasılığımız sıfır. Çünkü bir kemik veya çelik kırığı değil ki, kaynatasınız.
Yapacağınız tek şey, kırıkların hareket anındaki şiddetini (yıkım ve ölüm) azaltabilmek. Eveat, ancak şiddetini azaltabilirsiniz, asla büyüklüğünün önüne geçemezsiniz, çünkü yapay insan gücü en üstün teknolojileri kullansa bile, doğa gücünün önüne geçemez.
10 Mayıs 20117deki Deprem İstanbul, Ankara, Çanakkale, Bursa, Balıkesir, Yalova, Afyonkarahisar, Eskişehir, Uşak, İzmir, Manisa ve Edirne'de hissedilidi. Çünkü tüm buralar Ege Horst ve Grabeni içinde. Horst ve Graben nedir? Faylanma (kırılma) sürecinde blok olarak çöken yerlere "Graben (çöküntü)”.Eğer 2 ayrı Faylanma (Kırılma) arasında bir yükselti bloğu kalırsa buna da "Horst(yükselti) “denir.
Türkiye'de; levhaların, yani okyanusları ve kıtaları taşıyan kabuğun, sıvı ve yoğun olan YER KABUĞUN (litosfer) altında bulunan mantonun yumuşak üst bölümü (astenosfer) üzerindeki hareketler (Genç tektonik dönem) döneme (Genç Tektonik dönem) tahminen 11 milyon yıl önce Arap Yarımadası’nın Anadolu'ya çarpması ile başlamıştır. Bu çarpışmanın ardından önce Doğu daha sonra da tüm Anadolu sıkışıp kalınlaşmış, ve genelde denizlerin-karaların oluşumunu sağlayan ‘yer kabuğu üstünde geniş alanlı kubbeleşme ve büyük,geniş çukurlaşma hareketleri olarak(epirojenik ) yükselmiştir.
Daha sonra bu kalınlaşmanın kıta kabuğunun karşılamayacağı bir seviyeye ulaşmasının ardından Anadolu (Doğudan batıya fay göçleri başlangıcı) batıya doğru hareket etmeye başlamıştır.Batıya bu hareketi sağ yanal atımlı Kuzey Anadolu ve sol yanal atımlı Doğu Anadolu Fayları boyunca gerçekleşmiştir. Batıya doğru hareket eden Anadolu batıda rahat bir ortam bulması sonucunda gerilmeye ve genişlemeye uğramış ve böylece Batı Anadolu'da bir horst-graben yapısı oluşmuştur.
Bu nedenle ben size ‘Aynı Horst-Graben, yani Ege Horst Graben’inde meydana gelen Afyon Sultandağı 2011 deprem ile ilgili “Yine O! Ya sorumlular?” başlıklı öyküsel deprem yazımı tekrar edeceğim. Nedeni; 2000’ler sonrası ‘Önlemler bağlamında’ neyin değişip değişmediğini anlamanız için. Ülkemiz topografik yapısıyla “Asya-Avrupa” arasında fay köprüsü konumunda, yani nüfusun %80’nin konuşlandığı önemli bir fay hattı...
Ege Grabeninin (çöküntüsü) uzantısı olan Bolvadin-Çay-Sultandağı üçgeninde; Bilinen ve de beklenen gizemli felaketi bir kez daha yaşadık... Yaşattıkları yaşayacağımızın teminatı oldu adeta. Çünkü hiçbir teknolojinin, deprem gibi gizemli doğa gücünün geliş zamanı ve büyüklüğünü saptaması olası değildir. Belli ki bu evrensel felaketle iç-içe yaşayacağız. Önemli olan onunla yaşamasını öğrenmek.
Bunun için; depremin zamanını ve şiddetini belirleyemediğimizden, doğrusu onun yarattığı fiziki yıkım ve insan kaybını azaltmak ve bu bağlamda kalıcı önlemler geliştirmek. Bunun temel kriteri de güvenli yapılar inşa etmek. Bu kriterleri belirleyecek evrensel kimlikli yasa ve yönetmelikler düzenlemek. Güçlü bir teknolojik gelişim süreci işletmek adına her ülkenin ayrı-ayrı uğraşı vermesi, var olan kaotik (karışık) yapıyı daha da çıkmaza sokar. Özellikle depremin geliş zamanını ve gücünü saptamak adına ülkelerin teknoloji geliştirmesinin gereksizliğini vurgulamak isterim.
Deprem evrenimizin, daha doğrusu gezegenimizin özgün doğasal sorunu. Ülkeler bunun için elbette ki zaman kaybetmemeli, aksine ülkeler dayanışma içinde “Dünya Deprem Fonu” oluşturup özdeksel katılımlarıyla “Evrensel Deprem Araştırma Merkezi” oluşturmalılar. Bu olguda gezegenimiz tek merkezli yüksek iletişim ağı ile çalışmalıdır.
Dünya ülkeleri salt deprembüyüklüğünün yarattığı fiziki ve tinsel kayıpların önüne geçecek önlemleri böylesi evrensel dayanışma ile gerçekleştirebilirler. İşte o zaman evrensel ilkeler bütününde disipline edilmiş güvenli yapı süreci optimize edilerek ivmelenebilir. Bu süreci tümleyen yapı malzeme/elemanlarının kalite ve standardizasyonundan, mühendis ve mimarların yetkinliğine, ilgili yasa ve yönetmeliğin iyileştirilmesine dek tüm olguların iyileştirme bağlamında gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
İMO olarak deprem sonrası hemen oluşturduğumuz heyetle bölgeye birinci gün ulaştık. İncelememiz yapı denetim konusunda mühendislik bilimi ve disiplininin evrensel ilkeleri doğrultusunda yaptığımız uyarıları bir kez daha kanıtlamanın yanında, yeni somut gerçekleri de karşımıza çıkardı. Deprem merkezi (Episantri) Sultandağı İlçesine ulaşmak için, Konya-Yunak-Akşehir yolunu izleyerek Ege Grabeni (çöküntüsü) uzantısında ilerliyoruz.
Yunak, depremin sunduğu verimli tarım alanından çok Emirdağları yüksek topografyasının eteklerine doğru konuşlanmış. Burada zengin tarım alanı kent yapılaşmasına kapatılmış denebilir. Fakat Akşehir tümüyle tarım alanlarına inşa edilmiş. Günün erken saatlerinde Sultandağı ilçesindeyiz. İlçe Akşehir gibi düz tarım alanına konuşlanmış. Yörede ilçe evleri %70 kırsal yapı kültürü kerpiç ve yığma yapılardan oluşuyor.
Deprem daha çok bu yapı tipolojilerinde etkinliğini gösterebilmiş. Betonarme yapılarda (genelde yumuşak katlarda) ancak yüzeysel -ki taşıyıcı sistem kiriş/kolonlarda herhangi bir hasar yok- çatlamalar oluşturmuş. Binlerce yıl ayakta kalabilmiş tarihi Sahipata Kervansarayının duvarlarındaki yıkılmalar/dökülmeler yorulduğunun bir ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Yöre insanı Abdullah Öztekin’i en çok bu düşündürüyor. Belli ki üzgün de; “Binlerce yıl nice depremler gördü! Bugüne dek en ufak hasar görmemesi...
O da yoruldu artık!...” diyerek gerçekleri çağrıştıran umutsuzluğa özdeş hayreti bizleri hüzünlendirirken düşündürdü de... Sahipata kervansarayını bütünleyen tarihi Taşambar Çifte Hamamı ve Çarşı Cami halka kapatılmış. Cami minaresi yıkıldı yıkılacak... Selçuklu mahallesine, hamam ve cami arasındaki yoldan geçerek ulaşıyoruz. İnsan kaybımızın yoğun olduğu bir bölge. Kerpiç evlerin %30’u yıkılmış. Geri kalan %70’in, %70’i hasarlı oturulmazhalde. Hatun bacının evini inceleyeceğiz.
Sırtında yelek, ayağında terlik. Sinirleri laçka... Evden ilk fırladığı haliyle çırpınıyor. Dramatik duygu atmosferinden etkilenmemeniz olası değil. Böylesi kaotik ambiansın bizleri de duygu çemberine sokmasının yanında sinirlerimizi de örseliyor. Çekim makinesi elimde kerpiç evin üst katına tırmanıyoruz. Hatun bacı ilk kez bizimle evine giriyor. Ağlarken hem bizleri dinlemeye hem giyecekler toplamaya çalışıyor. Esat Yarar’ı uyarıyorum; “Yavaş yavaş inelim, çatırdamalar başladı, yıkılmasın ev başımıza!”
Hatun bacı uyarımız karşısında: “Ne olursunuz belli ki bir daha giremeyeceğim! Ne olur bekleyin biraz daha bir şeyler toparlayayım!” diye yalvarıyor... Yardım etmeye çalışıyoruz... Aşağıya indiğimizde çekiştiriliyoruz. Herkes evini göstermek istiyor. Birkaç evi de inceliyoruz... Çeşitli serzenişler, şikayetler alıyoruz. Fakat bunların biri var ki çok şey anlatıyor. Bir çiftin anlattıkları bir hayli düşündürdü: “Devlet bize para yardımı yapmasın. Konut yapsın bize...
Biz parayla kendimize ev yapmıyoruz ya çocuğumuzu everiyoruz. Ya da başka bir sorunumuzu çözüyoruz. Anlayacağınız para ya sarı kıza ya da sarı ineğe gidiyor...” Bu yaklaşım çok şey anlatmanın ötesinde somut bir gerçeği de vurguladı.
Şöyle ki; Esat Yarar anlatıyor: “Yıllar önce benim de bir zamanlar yer aldığım (1960-1970), şu an Afet İşleri Genel Müdürlüğünün sıradan birimi haline getirilen ‘Deprem Araştırma Enstitüsü’ fay zonlarındaki kırsal kesim evlerinin nasıl yapılması gerektiği konusunda (yığma ve özellikle kerpiç evlerin) teknik ayrıntılarını içeren resimli bilgilerini dağıtarak yerel halkı eğitmekteydi...” Sultandağı İlçesinin, Selçuklu ve Çavuşoğlu mahallesi %80 ile kerpiç ve kısmi olarak yığma yapılardan oluşuyor.
Kırsal yapı kültürü özündeki imece dayanışması içinde inşa edilen kerpiç evlerin ahşap karkasları tümden işlevini yitirmiş. Çoğu kerpiç evler “Hımış” (ahşap çatkı arasına kerpiç/tuğla doldurularak yapılan dolma yapı) oldukları düşünülse de; yatay yükleri karşılayacak çapraz bağlantıların yetersizliği nedeniyle dayanımsız melez bir yapı işlevi kazandırılmış. Genelde iki katlı kerpiç evlerin çoğu ağır hasarlı. Orta hasarlı evlere de girilmemesi konusunda uyardık. Çünkü yukarıda betimlediğimiz gibi kerpiç evlerin çoğu kendi stresiyle yıkılacak konumda.
Yıllar öncesinin (Deprem Araştırma Enstitüsü’nün) teknik uyarıları hiç dikkate alınmamış (DAE) -ki DAE, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne bağlandıktan sonra (özellikle 1970’ler sonrası) kerpiç evlerin yapım tekniği konusundaki uyarılarına istenen ölçekte duyarlılık göstermemiş. Yığma yapılar az sayıda. Bunlardan sadece Çavuşoğlu mahallesinde 3 katlı yığma yapı 2 katlı kerpiç üstüne göçerek ilginç ve düşündürücü bir enkaz oluşturarak kendileriyle birlikte kendilerine sığınan insanlarımızı da yok etmişler.
Sultandağı’ndan ayrılırken Selçuklu mahallesinde 2 kerpiç evin daha çöktüğü duyumunu aldık. Hatun bacının korku ve endişe kaosundaki dramatik durumu gözlerimin önüne geldi. Hatun bacı tüm eşyasını inşallah boşaltmaya kalkmamıştır diye de düşünmedim değil?!... Betonarme yapıların en çok zarar gördüğü Çay İlçesindeyiz. Bu depremin adeta simgesi haline gelen Çay sanayi sitesi enkazını inceliyoruz. 1987 yılında inşa edilen sanayi sitesi utanç abidesi adeta. Değil mühendislik hizmeti müteahhitlik hizmetinin bile en küçük yansıması yok. Ekonomik rant isteminin devasa bir ayıbı olarak da düşünebilirsiniz.
Örnek bina dimdik ayakta. Bu da iki yüzlü göz boyamanın bir anıtı adeta. Projelendirme ve uygulamada mühendislik disiplinin tüm gerekli ilkeleri bu örnek binasında var. Fakat çöken diğer site binalarında mühendislik biliminin en ufak bir yansıması yok. Kolonların narinliği, donatı (demir) eksikliği, beton mukavemetsizliği, kolonların temel ve kirişlerle olan bağlantısızlığı, aderans zayıflığı (beton ve demirin müşterek çalışması) zemin emniyet gerilmesinin belirsizliği... Tüm bunlar enkaza dönüşmüş sanayi sitesi inşaatındaki zayıf halkalardı...
Bu yapıların enkaza dönüşmesini beklemek oluşturamadığınız zincirin kopmasını beklemek gibi bir şey... Çünkü zinciri (yapıyı) oluşturan halkaların tümü enkaz zaten... Utanmamız gerektiğinin ezikliğini, utanmaları gerektiğinin öfkesiyle Eber’e, yani eskilerde av için gidilen ve şimdilerde beldeye dönüşerek depreme avlanan eskinin avlak yeri (sazlık alanı) Eber Beldesine doğru yol alıyoruz.
İç İçe geçmiş kerpiç duvarların arasında kendisine zor bela “yol” bulmuş daracık belde sokaklarından ilerleyerek kriz merkezine dönüştürülmüş Eber İlköğretim Okuluna ulaşıyoruz. 15 insanımızın yaşamını kaybettiği kerpiç evler sokağın her iki yakasında enkaz yığınına dönüşmüş.
Kurtarma ekipleri ‘duygu’ kaosu içinde olduklarını söylüyorlar. Çünkü enkaz altında umut bekleyen insan sesleri diğer doğal seslere karışmış. Enkaz altından başka canlıların çıkması onları sevinçle bütün duygu karmaşasına itmiş... Eber’de kentleşme planlaması sıfır. Kerpiç evler son derece ilkel yöntem ve malzemelerden oluşturulmuş. Dokunsan yıkılacak durumdaki ilkellik; 6 büyüklüğündeki depremi bahane ederek yerle bir etmiş kendisini. Tabi ki insanlarımızı da.... İnsanlarımızın geri gelmeyeceğini biliyoruz.
Üzgünüz! Önemli olan yerle bir olan Eber ilkelliğinin bir daha gelmemesi... Eğer Eber’de yeniden bir yapılaşma süreci başlatılacaksa-ki bu büyük olasılıkla betonarme olacak- yerleşim alanı sazlıktan yani alüvyon alanlardan Sultandağı eteklerine doğru taşınmalıdır. Son depremle, yaşananlar başımızın üstündeki Anadolu’muzu bir kez daha önümüze koyup düşünmemiz gerektiğini göstermiştir. Deprem sonrası gündeme gelen ‘Önlemler..
Önlemler ve Öneriler.. Öneriler’ inanın deprem kadar sarsıyor insan: Depremin doğa gücü yapay insan gücü ile yok edilemez. Yapay insan gücü salt depremin şiddetini yani fiziki yıkımların ve insan kayıplarının önüne geçebilir. Bunun önüne geçmek için de bu bağlamda deprem öncesi ve sonrası kalıca çözümler geliştirmek zorunludur.
Bilindiği gibi 17 Ağustos - 12 Kasım 1999 Marmara ve Düzce felaketleri sonrası; depremi salt depremlerde tartışan geleneğimizi kısmi de olsa öteleyen merkezi yönetim, deprem öncesi ve sonrası önlemler konusunda kalıcı çözümler geliştirecek çalışmaları ivmelendirmiş ve Yapı Denetimi yasası sürecini işletmeye başlatmıştı.
Bu nedenle önce konuyla ilgili Yapı Denetimi ile ilgili 595 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK)yı ve onun uygulama yönetmeliğiyle ilgili 601 sayılı KHK’yı yaşama geçirdi. İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) olarak yasal süreci evrensel bir gereklilik olarak gördük. Yapı Denetimi ile ilgili 595 sayılı KHK’nın İnşaat Mühendisleri Odasına göre en büyük eksikliği 595’in sadece özel yapıları içermesi, kamu yapılarını içermemesi idi.
Diğer eksiklerinin zaman içerisinde iyileştirilebileceği düşüncesiyle böylesi KHK’nin yanında olduk ve katkı vermeye çalıştık. Çünkü İMO olarak kamu görevi yapan kamu kurumu bilincini taşıyorduk. 595 sayılı KHK 27 Pilot İl’de uygulamaya konmuştu.
595 sayılı KHK’yı Afyon bazında değerlendirdiğimizde, 27 pilot il uygulaması kapsamına AFYON’un alınmadığını gözlemledik. İMO olarak birinci derecede deprem bölgesi (Al.hinterland) içinde bulunan Afyon’un pilot il uygulamasına alınmasının zorunlu görülmesi konusunda yetkilileri uyarmamıza karşın uyarılarımız dikkate alınmadı.
595 sayılı KHK, Anayasa Mahkemesince 26 mayıs 2001 tarihin de iptal edilince, Yapı Denetiminin etkin aktörleri olan üniversite, yerel yönetim ve meslek odaları (TMMOB ve bağlı odaları) dışlanarak 13 Ağustos 2001’de alelacele yaşama geçirilen “4708 sayılı Yapı Denetim Yasası”nda da Afyon pilot İl uygulaması içine alınmadı.
Üstelik pilot İl uygulaması 27’den 19’a düşürülmüştü. Yani Afyon gibi önemli deprem hinterlandı içinde olan iller örneğin Kütahya v.b., Pilot İl kapsamından -ki deprem deyince Erzincan akla gelen ülkemizde- Erzincan pilot il kapsamından çıkarılmıştır. Eskişehir ve benzer iller pilot il kapsamına alınmıştı....
Pilot İller dışında kalan illerde, yapı denetimi, 3194 sayılı imar yasasının ilgili hükümleriyle (fenni mesullük) sürdürülmektedir. Halbuki 4708 sayılı YDK’nın çıkış gerekçelerinden biri de 3194 sayılı yasanın ilgili hükümlerinin yapı denetiminde yetersiz oluşu idi... Afyon ve çevre ilçeler için Yapı Denetim Yasasının nedenli zorunlu olduğunu ÇAY İlçesindeki Sanayi Sitesinin ve Yeni Çay Yapı Kooperatif binalarının %90’nın yıkılıp enkaza dönüşmesinde görüyoruz. Bolvadin Belediye Binası bunun bir diğer somut örneği...
Bu nedenle İMO olarak, Yapı Denetim Yasası Kamu yapılarını da kapsamak üzere birinci derece deprem hinterlandı içindeki tüm illerde yaygınlaştırılmalıdır diyoruz. Eğer felaketlerin kapısını aralamak istemiyorsak; Deprem öncesi ve sonrası kalıcı önlemler için aşağıdaki diğer konularda da hükümetin duyarlılık (özellikle ilgili Bakanlığın) göstermesi gerektiğini düşünüyoruz:
- A.Salt büyük kentlerin yapı stoğu değil, birinci derecedeki deprem bölgesindeki tüm kırsal kesim yapıları da iyileştirme sürecine sokulmalıdır.
- Bu bağlamda kişisel somut bir öneride bulunmak istiyorum:
- - Türkiye nüfusunu 70 milyon olduğunu düşünelim.
- - %30’unu köy nüfusu kabul edelim: 21 milyon
- - Yarısı fay zonlarında yaşıyor: Yaklaşık 11 milyon
- - Her evde 6 kişi yaşadığı varsayılsın: Yaklaşık 2 milyon ev.
- - 50 yılda bitirilmesi amaçlansın: Yılda 40 bin adet Üretilsin.
- - Bir evin maliyeti: 7 milyar olsun
- - Devletin yılda 40 bin konut yenilemesi için harcayacağı miktar: Yaklaşık 300 trilyon Düşünün!
- Devlet bu süreci Afyon ve çevresi için başlatsa idi Eber ve Sultandağı’ndaki insan kayıplarımızın ve ulusal servet kaybının önüne geçmiş olmaz mıydı? Merkezi yönetimin kırsal kesimde örgütlü birimi KHGM’yi bu konuda yetkili kıldığınızda olguyu ivmelendirmiş olursunuz. Hatta gündemde olan Köy-Kent populizmi ile bütünleştirerek ülke genelinde daha disipliner bir yaygınlık kazandırmış olursunuz...
- B. 4708 sayılı YAPI Denetimi yasasıyla; Yapı Denetim kuruluşları üzerindeki tüm idari ve denetimsel yetkiler, merkezde Bakanlık düzeyinde kurulan YAPI Denetim Komisyon’una verilmiştir. Bu yaklaşım Yapı Denetim Kuruluşları üzerinde yeterli ve etkin bir denetim sağlayamaz. Sürece kesinlikle 595 sayılı KHK’de olduğu gibi meslek Odaları katılmalıdır. Özellikle İl ve İlçeler düzeyindeki Yapı Denetim Komisyonları tekrar yaşama geçirilmeli ve burda TMMOB’a bağlı ilgili Oda temsilcilerinin sayıları artırılmalıdır.
- Yapı denetim kurullarında çalışan uygulamadaki denetim mühendisleri odaların üyeleridir. Bu nedenle üyelerini izleme ve sicillerini tutmada Odalar daha başarılı olacaklardır.
- C. Odalara vize zorunluluğu getirmelidir. Çünkü Odalar uygulamadaki görevli denetçi üyelerini izleme ve sicillerin tutmada olduğu gibi, projeci üyelerini izleme ve sicillerini tutma olanağına da sahip olacaktır. Dolayısıyla her iki halde mesleki denetim yaygınlaşarak yapı denetiminin İl ve İlçe hatta belde bazında yaygınlaşması sağlanacaktır. Bu nedenle 4708’deki “.....İlgili idareler dışında başka kurum ve kuruluşun vize tabi tutulmayacağı ....” ibaresi kaldırılmalıdır. Eğer ulusal ve uluslararası standartlara uygun kaliteli yapı üretmek istiyorsak yapı üretim ve denetim sürecini böylesi bir bütünsellik içinde algılamamız gerekmektedir.
- D. 595 sayılı KHK’de olduğu gibi mesleki yeterlilik meslek Odalarınca belirlenmeli, yani bizim “yetkin mühendislik” belgesi diye tanımladığımız uzman mühendislik belgeleri Meslek Odalarınca verilmelidir. 4708 sayılı yapı denetim yasası gereği ilgili Bakanlıkça verilen denetçi (Uzman) belge yetkisi kesinlikle tekrar TMMOB’ye bağlı meslek odalarına verilmelidir.
- E. Depremde oluşmuş birinci sınıf tarım toprakları yapılaşmaya kapatılmalıdır.
- F. Yapı sigortası kesinlikle zorunlu kılınarak yaygınlaştırılmalı ve disipline edilmelidir. Son deprem olgusunu istemeyerek öykülendirip dramatik bir eksene konuşlandırdık. Depremin kendisi gizemini koruyan evrensel bir öykü olduğunu düşünürsek öyküsel yaklaşımın kaçınılmaz bir gerçeklik olduğunu görürüz. O son deprem sonrası birkaç kez daha deprem bizleri sarstı.
Beni asıl sarsan; AKP’nin ‘Çılgın Proje’ diyerek halka sunduğu; İstanbul ve Ankara’da ikinci bir İstanbul, ikinci bir Ankara inşa ederek, Anadolu insanımızı deprem bölgelerine yığmasıdır. Tekrar ediyorum; Anadolumuz, doğudan batıya, batıdan doğuya, kuzeyden güneye fay göçleriyle adeta deprem güzergâhlarıyla örülü.
Siz bu örgüyü insan göçleriyle besler iseniz, çılgınlığın en büyüğünü yapmış olursunuz: Dahası ‘Çılgın Proje’ sanallığını gerçeğe dönüştürürsunuz… TMH (Türkiye Mühendislik Haberleri) Sayı 415 - 2001/5- Yazan; Ş.Çorbacıoğlu-İMO Genel Yazmanı)
ŞEVKET ÇORBACIOĞLUTeknopolitikalar Platformu
Yorumlar
Yorum Gönder