MERSİNE-ALATA’YA BU KAÇINCI GİDİŞİMİZ
Bu yaz; yine ‘Gez-Gör-Yaz’ yollarındayız. Yıllardan 2010, aylardan Temmuz, günlerin 10’u… Mersin Alata’ya bu üçüncü gidişimiz; Kadriye dördüncü diyor, Ececanım da onaylıyor. Haydi öyle olsun.. Alata’ya 4 değil 44 kere gitmeye değer..Niçin mi? Anlatacağım.. Bu seferki dinlence yolculuğumuz maceralı başladı..Kadriye sürekli uyarmasına karşın, otobüsün kalkışına yarım saat kala evden çıkabildim. KPS sınavı olduğu kimsenin aklına gelmedi.
Müthiş bir gerilim yaşıyorum, çünkü 15 dakika var, biz hala Kolejdeyiz..Kadriye her zamanki soğukkanlılığıyla firmayı aradı ve bizleri tam 25 dakika bekledi VİP Turizm.. İnsanlardan özür diledik, fakat teşekkür almadık, çünkü insanlar o sıcakta bizi beklemekten doğal olarak hoşlanmamışlardı..
Yol üstü Gez-Gör-Yaz notlarına gerek yok, çünkü bu güzergahtan 4. kez geçeceğiz.. Saat; 20:00 Kamptayız. Terminalden bir taksi tuttuk, çok hızlı geldi. İki de bir uyardım. 60 TL7ye anlaşmıştık, satı açtı 95 tl tuttu, 70 TL verdim, sevindi.. Yılların kamp görevlisi Metin Günaştı ve kamp amir Yaşar Uçgun karşıladı. Bizim Saadettin Uçgun ağabeye benzeyen, fakat akraba olmadığını öğrendiğim Yaşar bey çok cana yakın biri; en az Sadettin ağabey kadar hareketli ve inat. Aracıyla kalacağım bağımsız oba eve kadar götürdü bizi.. Ececan, hiç zaman kaybetmeksizin doğru denize..
Doğaldır ki anne ve baba da peşinden.. Bir gün önce geldiğimiz için, yemekhane açık değil.. Kadişin aklına Kamp girişindeki(Devlet hastanesi caddesi), dahası Alata mahallesindeki seyyar ciğerci geldi.. Metin’e sorduk, ciğerci orayı kapatmış, Hastane kavşağındaki (Limon heykeli noktası) “Halil İbrahim Sofrası”nı önerdi. Gittik ki, bizim ciğercinin yerinde sadece kediler kalmış… İstemeye-istemeye siparişimizi verdik.. Ciğerler geldi, hoşumuza gitti. Aynı damak tadı.. Tanıştık ciğeri yapanla. Meğer o seyyar ciğerci Ali Suna imiş..
Alata için ben diyorum ki “Akdeniz Doğa Müzesi”. Akdeniz’in tüm meyvelerini, çam ormanlarının tüm çam çeşidi, Akdeniz ormanlarının tüm ağaçlarını burada bulabilirsiniz.. Biraz abartayım mı/ Burası evrenin cennet müzesi gibi. Mersin-Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Ehstitüsü’nun burada olması rastlantı olmasa gerek.. Enstitünün araştırma çalışmaları bölgenin bahçe kültürleri üretiminde büyük katkı sağlamış bugüne dek.. Başta turunçgiller olmak üzere diğer subtropik(sıcak bölgeye ait olan) meyveler, bağcılık, ılıman iklim meyve üretimi, sebzecilik (özellikle örtüaltı sebzeciliği) süs bitkileri ve arıcılıkta önemli ölçüde üretim tekniği gelişmeleri ve üretim artışları üzerinde çalışmalar yapıyor..
İşte bu değer, üzülerek belirteyim ki; Dengir Mir Mehmet Fırat’ın şirketi ile İsraillilere satılacakmış, öyle ki Tayyip bey helikopterle keşfine bile katılmış, fakat ah şu Kılıçdaroğlu yok mu, Dengir’in foyasını-boyasını ortaya çıkarıp Dengir’in dengesini bozunca vazgeçilmiş. Güyü bunlar burada tohum yetiştirip dışsatımını yapacaklarmış. Ve böylelikle bu “Akdeniz doğa müzesi” şu anda nefes alıyor, nefesi ne zaman kesilir belli değil.. Gerçekten bitki çeşitliliğiyle, tarihi ve doğal varsıllığıyla “Cennetin sanal müzesi gibi”. Öylesi bitki çeşitliliği var ki; M.Ö 10 yy’da Dioskorides bitki çeşitliliğinden faydalanarak, çiçeklerden ilaç yapmış...
Büyük önder Atatürk diyor ki; “Memleketi iklim, su ve toprak verimi bakımından ziraat bölgelerine ayırmak icap eder.” Onlar ise böylesi değerleri birilerine peşkeş çekmenin savaşı içindeler, yani ülkeyi ayırmaktan yanalar. Alata plajinin tam karşısındaki Kumkuyu’da yat limanı inşası bitmek üzere. Erdemli için büyük kazanç.. Sıradan biri yer değil burası. Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü ile Kocahasanlı ve Limonlu belde sahillerinde yumurtadan çıkan Caretta-Caretta yavruları, burasının turizm odağı olma şansına sahip olduğunu da gösteriyor..
Liman içinde ve dışında büyüklü küçüklü carettalara rastlamak olası.. Alata dinlencesinde, sabah kuş sesleriyle uyanmak, insana cennette uyandığının gizemli duygularını veriyor. Evet, hiç hak etmediğiniz cennet bahçesi seslerini.. Özellik her sabah ayrı bir kuş sesi, sanki insanları monotonluktan kurtarmaya yönelik bir doğa senfonisi.. Bu doğa sesini, cennet bahçesinin ortasına konuşlandırılmış arıtma tesisin belli periyodlarda çıkardığı ses bozuyor.
Yaşar beye uyarıda bulundum ve gece çalışmasının durdurttum. Arıtma tesisi buranın doğasının-denizinin ne denli korunduğunun göstergesi, fakat sistem eskimiş artık.. Alata, bir kez daha tekrar ediyorum “Akdeniz Doa Müzesi” olarak kayıtlara geçmesi gerekir. Torosların Çukurova ile yarattığı iklim(klima) bu doğa varsıllığın kaynağı, ayrici göçmen kuşların ve Yörük sürülerinin bıraktığı tohumlar Torosların eteklerini daha da varsıllaştırıyor.
İşte o varsıllığın odağı da, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne(KHGM) ait Alata..KHGM’yi kapattılar, şimdi buraları kapatmaya çalışıyorlar..Bilmiyorlar ki, bir gün kendilerini birileri kapatacak.. Günlük gazeteleri göz atıyorum. Prof. Dr. İonna Kuçuradı Kantın 1784’te(anlayın biz hala diyemedik); aydınlanma ile ilgili söylediklerine değiniyor. Aydınlanma nedir? Sorusu 18.yy’dan beri tartışılan konu. Kant: Aydınlanma insanın kendi suçu sonucu ortaya çıkan ergin olmama durumu aşmasıdır.
Ergin olmama; kişinin kendini anlama yeteneğini başkasının yol göstericiliği olmadan kullanamaması demektir. Ioanna Kuçuradi belgeseli hazırlandı İstanbul Maltepe Ünivers itesi'nde, Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Prof.Dr. Ioanna Kuçuradi'nin yaşamına ve felsefesine tanıklık eden "Başkaldırıdan Felsefeye: Ioanna Kuçuradi" belgeseli hazırlandı. Kant, “’Aydınlanma Nedir?’ Sorusuna Yanıt” başlıklı yazısında, tek kişi için erginleşmenin, olgunlaşmanın; insanın kendisini, bios’a(bilgisayar açışında harekete geçen ve temelli olarak bilgisayar hafızasında olan programdır-bilgisayar) gömülmekten ve onun da üstündeymiş gibi görünmesine karşın, salt psikolojik yüklü inanca, hurafeye bel bağlamaktan kurtarmada ne denli önemli olduğunu vurgular.
İnsan ergin olamamanın, olgun olamamanın öznesi ve hatta nesnesi durumundadır. Ergin olmama durumuna insan; bile, isteye düşmüştür; i s t e r s e kendini bu durumdan, özgürlük aracılığıyla kurtarabilir. Kendi kabahati olması da, bu ergin olmamanın, anlama yeteneğininin eksikliğinden değil, başkasının yol göstericiliği olmadan bu yeteneği kullanma karlığı ve cesareti eksikliğinden kaynaklanması demektir(11/07/2010. Saat, 09:000)..
Bu yaklaşım benim “Birkaç kişi düşünür, birçok kişi peşinden gider” başlıklı yazımı çağrıştırıyor.. 12-07/2009. Saat, 07:30 Alata’ya bu 4. gelişimiz diyelim. İkinci gelişimizden bu yana değişen bir şey yok.. Tesettürlüler-Haşemalılar yine aynı.. Erkek fıldır-fıldır etrafı tararken ve de denize dalarken, eşleri tesettürlü halleriyle ürkek-ürkek etrafı izliyor. Bazıları ise inadına denize giriyor, fakat bay haşemalı arkasında..İnanın kıyafetleri asosyal yapının tehlikeli yansımaları adeta. Dustin Hoffman’ın “Mikrop” adlı filmindeki kıyafetlerini andırmaktan çok, astronotların yabancı gezegegendeki yürüyüşlerini çağrıştırmoylar değil.. Resmen bu gezegenin yabancısı gibiler adeta..
Biri mikroptan korunmak, diğeri ise günahtan korunmak için bu ucube kıyafetlere bürünüyor.. Peki biz bunlardan nasıl korunacağız..Biz korunmayı unuttuk, demokrasi adına onlara yaklaşmak istiyoruz, fakat onlar asla buna yanıt vermiyor, bizleri mikrop gibi görüp uzak durmaya çalışıyorlar, öyle ki, biz onlara, onlar bize acıyarak bakışıyoruz.. Denize grup olarak giriyorlar ve unuttuğunuz anda, denizden korku filmlerinin sahnesi gibi çıkıyorlar..
Ayrıcalıkları varmış gibi tavır alırcasına insanların şezlonglarını çalıp kıyıya yayılıyorlar.. Eskiden böyle değillerdi, şimdilerde resmen aydınlık alanlara karanlıklarını taşıyarak saldırıya geçmiş gibiler.. Sakın birileri gibi “Onların yaşam tarzı bu, kabul edeceğiz deme” Kant da buna benzer şeyler söylüyor “Demokrasiyi yaşıyorsak kabul edeceğiz “gibi..
İyi de onların amacı demokrasiyi yaşatmak değil ki, onlar demokrasiyi araç olarak kullanıp sana ideolojik yaşam tarzını dayatıyorlar.. Ah şu demokrasinin sınırsız ve kuralsız kullanımı olmasa, demokrasi gerçek kimliğine kavuşacak ve antidemokrasi artı demokrasi sürecine girecek …2003’teki bunlarla ilgili yazılarımdan birinde, nasıl da korkmuştum; kumun üzerinde bir gözlük, biri düşürdü diye alayım dedim, beyaz kefenle örtülü bir kadın çıkmasın mı kumun altından..
Turlarda dah sinir bozucular; müziğin ritmine uymuş cıbıldak kadınlarla oynayan haşemalılar ve bir kıyıya sinmiş kocasını seyrederken)günahlarından arındırmak için olsa gerek) dua eden tesettürlü ve kara gözlüklü bayanlar.. Kocaları etrafa sarkıyor da, dayanamadım birine “Ulan, şerefli, o köşede oturttuğun karına biri sarksa…” İlk koyda kayboldular..”Kim bunlar deme, aç gözlerini gör bu gerçekleri” diyorum, ama görmüyorsun ki, demokrasi kör etmiş senin gözlerini.. Emperyal güçler bir yandan karanlığın elçileri olarak görüyor bunları, diğer yandan senin ulusal değerlerini sömürebilmek için bunları kullanıyor..
Yani başına bela ediyor.. Bir ikinci obez grup var ki, sormayın.. Bu obezler kentleri bitirmişlerin çanakçıları..Buralara gelip kilo atıyorlar ve genellikle de bu karanlığın elçileri ile samimiler.. 13 Temmuz 2010.. Maliye Bakanı M.Şimşek; açıklama yapıyor: “289 taşınmaz tespit ettik..Satacağız bunları.. Maliye bakanlığı öncülük yapma adına kendi dinlence testlerini satacak..Çalışanlarımızı, 5 yıldızlı ötelerde kalabilir, çünkü ucuz..”
İnsaf be şerefli.. 5 yıldızlı öteler ucuz olsa burada bizlerin işi ne… 14 Temmuz 2010; Taşucu’na Yaşar Uçgun beyin tuttuğu servis araçlarıyla gidiyoruz. Yanıma Elazığlı Gakkoş öğretmen Tevfik Yüksel oturuyor. Güncel olayları tartışıyoruz. MHP’li, fakat aydın ve çağcıl bir kimlik, eğer ölçü eşinin aydın Türk öğretmeni görünümü ile oluyorsa.. Gakkoş’un erdem ile harmanlanmış bir unvan olduğunu anlatıyor.. Gakkoş delkanlılığın bir ifadesi. Gakkoş olunmazmış, doğulurmuş. Kökeni garındaş imiş.. Dadaş’ın eşanlamlısı.. Daha önce Elazığlı ağabeyden öğrendiğim “Keşkek üstü kaymak” deyimini söyleyince hoşuna gitti..
Halk arasında Ovacık adası olarak bilinen , arkeoloji literatüründe Kilikya Aphrodisias denilen yerleşim yerine Taşucu Antalya yolu üzerinde 25.Km. den sonra 14 Km.lik stabilize bir yolla ulaşılır. Burada 1891-1892 yıllarında Avusturyalı araştırmacılar tarafından incelemeler yapılmış yarımadanın doğu kıyılarında yer alan tabanı mozaikle kaplı,IV.yy.ait ST.Pantaleon adlı kilise bulunmaktadır. Prof.Dr.Ludvig Budde tarafından burada araştırmalar yapılmış. Antik yerleşim yerinde bulunan diğer kalıntılar ise yarımadanın güneyinde ve ortalarında M.Ö.XII.yy.dan kalma devasa sur duvarının kalıntıları batı yönünde Şövalye evleri, adanın kuzey yamaçlarında yer alan Nekropol ve kumsaldaki sarnıçlardır. Aphrodisias’ın doğusunda bu günkü adıyla Dana Adası olarak bilinen Antik Pithyussa kenti yer almaktadır.
Ovacı Yarımadasında olduğu gibi buradaki yerleşim de daha çok güney yönde olmuştur. Burası ortaçağ kaynaklarına göre Güney Fransalı tüccarların ticaret yeri olarak kullandıkları bir liman kenti olarak bilinmektedir. Dana adasındaki antik kalıntılar arasında kiliseler, mezarlar ve lahitler bulunmaktadır. Taşucu Silifke ilçesine bağlı Mersin-Antalya yolu üzerinde Mersin'e 95km, Silifke'ye ise 11 km mesafededir. Taşucu'nun özelligi , buradan Girne'ye hizli deniz otobüsü seferleri yapılmasıdır. Yaz aylarında ile Taşucu'ndan Tisan'a kadar günübirlik tekne turlarına, Barbaraosa koyunu, Dana adası, Tisan yarımadası, Boğsak koyunu görmek ve yaşamak için..
Önceki gelişlerimizde, Narlıkuyu, Akyar, Yapraklıkoy ,Kızlarhamamı ve Altınorfoz ve diğer koylarla, Susanoğlu ile Kızkalesi gezmiş, görmüş ve yazmıştık.. Susanoğlu deyince, daha birkaç gün önce aramızdan ayrılan meslekdaşım, inş. Müh Mehmet Yıldırım ağabeyi aklıma düşürdü, yıldırım gibi..Buraya yerleşmişti son 5 yıldır.. Beklenmedik anı rahatsızlığı aramızdan aldı o sevgili ağabeyimizi. Ne de şakalaşırdık Servet Alpaslan, Aydın Muratoğlu, Hüseyin Doğanoğlu, Rüştü Soğurcalı, Yalçın Küçük, Hüseyin Alioğlu..Tüm yaşanılmışlıkları, dile kolay 1973’ten beri geçen zaman diliminde “Akay Yokuşunda- Hemşin-2 Kiraathanesi” yazımda öykülendireceğim… Saat, 10:18 Taşucu’ndayız..73 yaşındaki Paşa Dolek’ın Gülüpaşalı köyünden getirdiği Böğürtlenleri yiyoruz..
Zıpkınla balık avcılığıyla ve dalışlarıyla da ünlü. İşte bu etkinliklerini yapıldığı Barbaraosa koyunda(saat, 11:25) ve adacığındayız. Adı Güvercinlik adası. Tur tekne kaptanı Kemal Deniz; dedeleri Yeşilovacık beldesinden gelip burada güvercin beslermiş, adı ordan kalmış.. Buradan Dana adasına geçilecek. Buranın adı da; yine, Işıklı ve Yeşilovacık çevre köyler/köylüler, Nisan ayında yaylaya giderken küçük ve büyükbaş hayvanlarını buraya bırakır, Eylül dönüşü toplarlarmış, adı buradan geliyor, çünkü inekler doğum yapmış etraf danalardan geçilmezmiş…
Antik tarihi ile varsıl bir yer.. Yemek molasını burada verdiler.. Güneşi ve berrak denizi ile, doğa ile iç içe, tarihi yerleri gezebileceğiniz, heyecanlı sporlar yapabileceğiniz, herkesten uzak kalabileceğiniz veya keyifli lezzetler tadabileceğiniz dinlence odağı burası.. 12:30 Dana adası öğle yemeği ve yüzme molası. Ececanla dana adasına geçtik, fakat dana-mana yok ortada.. Adanalı hayvancılık ticareti yapan ve bu nedenle ülkenin 4-1 yanının gezen Adna-Şule, yeğenleri Damla ve ikizleri Gizem ve Cansu ile, yani Coşkun ve ailesiyle tanıştık. Bir insan bu kadar cana yakın olur.. Anneseni kadişim anneme benzettiği için çok sevdi.. Adnan eski Köy Hizmetleri Spor oyuncusu…
Oba komşusu Harun Ertuğrul ile tanıştık. Veteriner hekim. Ülkemizdeki Kuş gripini ortaya çıkaran ve bu nedenle tehditler alan kişi..Kızı TIP fakültesini kazandığı için çok sevinçli..İzmir Tarım il Müd. Çalışyor. Güzelleşeceğiz, çünkü Tisan yarımadasına geldik.. Saat,14:30 Tisan yüzme molasındayız. Karşımıza çıkan Tisan tatil sitesi, müthiş bir doğa görselliği sunuyor bize..Güzellik y.adası olarak da geçiyor Tisan. Burada denize giren güzelleşirmiş..Özellikle Kösrelik ve Gökada çevresinin bir mitolojik öyküsü var.
Aşık adası diye de geçer tarihte.. İki genç birbirine aşık olduğunu söylemek için, gemiden atlayıp bu adalara geçer ve cesaretle birbirine dokunanlar aşık olurlarmış, bu nedenle aşık adası diye anılırmış bu iki ada.. Tisan yarımadası, o ünlü, yerler mozaik açık hava Aprosois müzesinin olduğu yer.. Silifke’nin 31 km. güney-batısındaki Ovacık Köyü’ne bağlı, bugün Tisan adıyla bilinen Aphrodias denize uzanan Ovacık Burnunda bulunan, Doğu ve Batı olmak üzere iki limanı olan antik bir kenttir. Yerleşim yerinin iç kesimlerdeki Isaura ile hemen hemen hiç bağlantısı yoktur. Aphrodisias, Hellen dilinde “Aphrodite’ye adanmış, Aphrodite Yurdu” anlamındadır. Kent, İ.Ö.VII.yüzyılda kurulmuş bir Yunan kolonisidir. İ.Ö. IV.yüzyılda Pers satraplığının bir parçası olan kent, satrap Pharnabazos yönetimi altındayken (İ.Ö. 379-374) gümüş sikkeler basmıştır.
Aphrodisias önemini, Hellenistik dönemde kaybetmiştir. Roma Döneminde sikke basımı gerçekleşmemiş ve Papazlık merkezi olmayan kent Erken Bizans Döneminde ise “polis(site-kent)” statüsünü kaybetmiştir. Aphrodisias büyük olasılıkla Seleukia’nın yerleşime uğramasına da etken olmuştur. Sonradan Seleukia “chora sına katılmıştır. (Mykonosun başkenti ayrıca adadaki tek arkeoloji müzesinin bulunduğu yer..
Sokaklarında pelikanların dolaştığı, iki metre genişliğindeki kayrak taşlarından oluşan sokakların pırıl-pırıl parladığı, herkese hoşgörü anlayışın hâkim olduğu, iki katlı beyaz badanalı mavi tahtalı evlerin en güzellerini barındıran, yel değirmenleri ile ün salan, dünya eşcinsellerinin tatil başkenti, en ucuz makarnanın porsiyonunun 20 € olduğu, yeşile hasret kıraç ama tertemiz ada olan Mikonos.)”. Silifke’nin 31 km. güney-batısındaki Ovacık Köyü’ne bağlı, bugün Tisan adıyla bilinen Aphrodias denize uzanan Ovacık Burnunda bulunan, Doğu ve Batı olmak üzere iki limanı olan antik bir kenttir. Yerleşim yerinin iç kesimlerdeki Isaura ile hemen hemen hiç bağlantısı yoktur. Aphrodisias, Hellen dilinde “Aphrodite’ye adanmış, Aphrodite Yurdu” anlamındadır.
Kent, İ.Ö.VII.yüzyılda kurulmuş bir Yunan kolonisidir. İ.Ö. IV.yüzyılda Pers satraplığının bir parçası olan kent, satrap(Vali) Pharnabazos yönetimi altındayken (İ.Ö. 379-374) gümüş sikkeler basmıştır. Aphrodisias önemini, Hellenistik dönemde kaybetmiştir. Roma Döneminde sikke basımı gerçekleşmemiş ve Papazlık merkezi olmayan kent Erken Bizans Döneminde ise “polis(site-kent)” statüsünü kaybetmiştir. Aphrodisias büyük olasılıkla Seleukia’nın yerleşime uğramasına da etken olmuştur. Johannitler 1210 yılında Seleukia, Castellum Novumu kral I. Leon’dan aldıklarında tahminen eski Aphrodisas’a yerleştiler, ve bunun üzerine Şövalye Limanı anlamında “Porto Kabalieri” ismi verilmiştir. Ovacık Yarımadası’nda yer alan Aphrodisias oldukça kapsamlı bir güvenlik sistemine sahiptir.
Torosların uzantılarını batıdan doğuya iki kale duvarları ile geçer. Belirli aralıklarla yerleştirilen kare veya dikdörtgen planlı kuleler güneye doğru duvarlara, denize karşı tarafa yönlendirilmişlerdir. Kalenin işçiliği, Nagidos’un sur duvarları gibi İ.Ö.V.-IV. yüzyıla tarihlenmektedir. Esas yerleşim yeri 600 m. uzunluğunda 250 m. genişliğindeki burnun doğusuna düşmektedir. Roma ve Erken Bizans Döneminde yerleşim bölgesi doğuya doğru kaymıştır. Ve16:30 Boğsak yüzme ve meyve molası: Silifke’ye bağlı İmamuşağı köylüleri bir araya gelerek geçmiş yıllarda evlerinde ve günlük işlerinde kullandıkları aletlerin sergilendiği bir müzeyi hizmete açtılar. İşte burası Boğsak mevkii; saat 15:24. Boğsak adasının Tam karşısında Şahin Kayalıkları.
Bir adı da Islık kayalıkları. Yakın geçerken eğer ıslık çalar ve bir dilek tutarsan dileğin yerine gelirmiş. Yalnız Islık çaldığınızda bir kaya parçasının düşmesi gerekir.. Islık çaldım, fakat kaya parçası falan düşmedi. Şahin kayalıklarının altından Akdeniz Foklarının odaları varmış.. Boğsak’a yaklaştık. Karşımızda çam ormanları içinde Mavi Kent. Betimlenemeyecek kadar güzel bir yer. Sahile sıfır noktasında değil. En az 200 mt var. Bu hoşuma gitti; saat, 16.00. Eğribuk koyun’dayız. 5-6 km’lik küçük bir vadi. Mersin yoluna çıkıyor. Bir adı da Tahta limanı. Bakalım buraları kimler eğirecek.. Burada organik tarım yapılırmış.
Turizme kapalı (bu da hoşuma gitti) Hoşuma gitmeyen önündeki Levrek çiftlikleri İmamuşağı köyü Boğsak mevkiinde daha önce eğitim-öğretime hizmet veren ilkokul binasında bir restorasyon çalışması yapan köy halkı bu binayı müze ve kütüphane olarak törenle hizmete açtı. Söylenceye göre; kutsal roma Cermen imparatoru Friedrich Barbaros’sa, 3. haçlı seferi'nde ordusu ile filistin'e giderken 10 haziran 1190 günü ekşiler köyü yakınlarında Göksu ırmağı'nda boğulmuş... Akyar koyu derinlerine cok inmedıkce balık vurmanız cok zor (yok çünkü,suyun berraklığına diyecek yok ama) bu arada orası boğsak koyu -Akçakıl mevkiii nato limanından sonraki ilk koy.
koyun batı uç noktasında iri karagözler var bunun yanında levrek tavsiye ederim Taşucu ve yöresinin iklim ve arazi durumunun önemi daha ilk çağda insanların dikkatini çekmiş;M.Ö.VII. yüzyılda şimdi Taşucu’nun bulunduğu yerde grekler “holmi” kolonisini kurmuşlardır. korsanların devamlı baskın ve talanlarından dolayı gelişme ortamı bulamayan holmi,M.Ö.IV.yüzyıldan itibaren zayıflamaya ve çökmeye başlamıştır. Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye krallığı’nın kurucusu olan Selefkos Nikator, Holmi şehrinin zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da kıyıdaki Holmi ‘den 12 km. içeriye bugünkü silifke’nin bulunduğu yere yerleştirerek “Selefkosun şehri” anlamına gelen “Seleukia” şehrini kurmuştur.
M.Ö.I. yüzyılda Romalıların yönetimine giren yöre, roma imparatorluğunun ikiye bölünmesiyle M.S.IV.yüzyılda Emevilerin, daha sonra Abbasilerin ele geçirmiş;XIII.yüzyılda Selçukluların ;XIV. yüzyılda karaman oğullarının yönetiminde kalmış; 1471 yılında Gedik Ahmet paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Tarihi geçmişi m.ö.vıı. yüzyıla kadar uzanan Taşucu’ nun Holmi şehrinden kalan ve aralarında gius octavianus’un2,5 metre boyundaki mermer heykelininde bulunduğu birçok eser , adana arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. tescilli arkeolojik antik yapı kalıntısı Liman Kalesi Taşucu’na 7 Km. mesafede ve Taşucu-Antalya yolu üzerindedir. Osmanlı Devri Eseri Olup, 1471 Yılında yapılmıştır.
Oldukça büyük boyutlu olarak inşa edilen kalenin ana giriş kapısı doğu tarafındadır. Genelde az tahrip görmüş tarihi kalıntılardan biridir Tokmar Kalesi Taşucu-Antalya Karayolunun 15.Km.sinden ayrılan 4 Km’lik stabilize bir yolla ulaşılan Tokmar kalesi XII.yy. Bizans yapısıdır. Kuletepe denilen alanda inşa edilen kalenin güney duvarları yalçın kayalıklara oturur. Kuzeyinde savunma burçları vardır. Denize,Taşucu ve Akdere’ ye tamamen hakim bir konumdadır Kilikya Aphrodisiasi( Tisan ) Halk arasında Ovacık adası olarak bilinen , arkeoloji literatüründe Kilikya Aphrodisias denilen yerleşim yerine Taşucu Antalya yolu üzerinde 25.Km.den sonra 14 Km.lik stabilize bir yolla ulaşılır.
Burada 1891-1892 yıllarında Avusturyalı araştırmacılar tarafından incelemeler yapılmış yarımadanın doğu kıyılarında yer alan tabanı mozaikle kaplı,IV.yy.ait ST.Pantaleon adlı kilise bulunmaktadır. Prof.Dr.Ludvig Budde tarafından burada araştırmalar yapılmış. Antik yerleşim yerinde bulunan diğer kalıntılar ise yarımadanın güneyinde ve ortalarında M.Ö.XII.yy.dan kalma devasa sur duvarının kalıntıları batı yönünde Şövalye evleri, adanın kuzey yamaçlarında yer alan Nekropol ve kumsaldaki sarnıçlardır.
Aphrodisias’ın doğusunda bu günkü adıyla Dana Adası olarak bilinen Antik Pithyussa kenti yer almaktadır. Ovacı Yarımadasında olduğu gibi buradaki yerleşim de daha çok güney yönde olmuştur. Burası ortaçağ kaynaklarına göre Güney Fransalı tüccarların ticaret yeri olarak kullandıkları bir liman kenti olarak bilinmektedir. Dana adasındaki antik kalıntılar arasında kiliseler, mezarlar ve lahitler bulunmaktadır. Taşucu’nun 10 Km batısında, üzerinde geç Roma ve erken Bizans dönemine ait kalıntılar bulunan ada Boğsak Koyu’nun girişindedir.
Aya Tekla Bazikilası (Meryemlik) Taşucu-Silifke Karayolunun 6 Km.sinden sola ayrılan bir Km’lik bir yolla ulaşılır. St.Paul’un kıymetli öğrencilerinden biri olan Aya Tekla, Hıristiyanlığı yaymak için Konya ve Yalvaç’ta propaganda yaparken ölüme mahkum edilince kaçıp buraya gelmiş, sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada yaşamaya başlamıştır. Bu ünlü azizenin şehri “Meryemlik” V.yy.da bir ziyaretgah olmuş ve onun adına , yaşayıp öldüğü mağaranın üzerine bir kilise inşa edilmiştir. Bu kilisenin sadece bir parçası ayakta durmaktadır.
Aya Tekla’nın saklandığı mağara ziyarete açıktır. Mağara çevresinde su sarnıcı, hamam ve antik yol kalıntıları da görmek mümkündür. Goksu Deltasın da 332 çeşit kuş türü bulunmakta ve nesli tükenmekte olan bir çok sürüngenin yaşam, üreme ve barınma alanı olması nedeniyle 1990 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmiştir. Göksu Deltası ayrıca , Uluslar arası Ramsar sözleşmesi ve Bern sözleşmesi ile de koruma altına alınmıştır. Bölge ayrıca Caretta Caretta Kaplumbağalarının üreme alanı olarak ilan edilmiştir. Buraların doğasının ve doğanın(insanın) güzellik sorunu yok, doğa çalışanlarının sorunları var…
Örneğin Göktüğ teknesinin kaptanı Kemal Deniz’in.. Kemal Deniz, denizcilerin sorunları konusunda çok dolu..Özellikle Denizcilik Müsteşarlığının Bakanlığa dönüşmesini istiyor. Açıkyüreklilikle; “üç yanı denizlerle çevrili ülkemizin denizlerini Kaptanoğlu ve Kalkavanlar yönetiyor..” diyebiliyor. Haksız mı sizce? Örneğin yangınla mücadele kursları konusunda şikayetçi. İki çeşit yangın mücadele varmış. Birincisi, yangınla, ikincisi ileri yangınla mücadele..
Bu iki kurs 5 senede bir değişiyormuş. Fazla buluyor bu kursları..Neden denizciler böylesi zorlu eğitimden geçirilir; Uluslar arası taşımacı Tır sürücüsü gözleri görmediği halde Tır kullanabilirken? Bunda da haksız sayılmaz.. Bir diğer şikayeti; Nato iskelesinin olduğu Limankalesi Koyu’nda asla yatçılarımız demir atamıyormuş. “Benim ülkemde ben demir atamıyorum, bu haksızlık değel mi? Bence burada da haklı.. Kemal Deniz Göktüğ yatçılığın deneyimli kaptanlarından. Denizcilerin ve balıkçıların sorunları konusunda haklı bir duyarlılık içinde..
Denizcilerin sigortasındaki yıpranma payını itfaiyecilerinki ile aynı oluşunun haksızlık olduğunu söylüyor.. Kemal Deniz Emin Hattat’ın oteller grubunun da kaptanlığını yapmış. “Benim sigortam kara sigortası olan bahçivan statüsünde değil, denizciye özgü sigorta statüsünde olmalıydı” derken de bal gibi haklı.. Sendikacılığın olmadığı, sadece Bodrum’da Denizciler Derneği olduğunu ve bunun yeterli çalışma yapamadığını söylerken de… Askerlikten emeklilere kaptanlık belgesi verilmesine de karşı..
Özellikle askeriden kovulmuşlara ve ilkokul mezunlarını 3 aylık kursla kaptanlık belgesi verilmesine de… Büyük yatların çoğu yabancı Bayrak statüsünde gösteriliyormuş, bunun amacı transit mazot(vergisiz mazot) alabiliyormuş ve çoğu da sigortasız eleman çalıştırıyormuş.. Bu ayrıcalık da yatçılıktaki haksız rekabete neden oluyormuş.. Bunda da haklı..İyi de kim haksız? Elbette ki denizcilik yetkilileri..Bu nedenle yıllar önce yazdığımı gibi, kesin Denizcilik Bakanlığı kurulmalıdır diyorum ben de.. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi; Akdeniz'de dağlar denize paralel uzandığından Ege bölgesi gibi çok sık koy göremiyoruz. Fakat özellikle Toros dağlarının sarp olduğu ve antik çağda da Dağlık Kilikya olarak bilinen Erdemli Gazipaşa arasında yerleşimler zaten bu koylarda toplanmıştır.
Hatta söz konusu bölgede bazen hala el değmemiş koylar bile görmek mümkündür. Mersin Türkiye'nin Akdenizdeki en uzun kumsallarına ve en güzel koylarından bazılarına ev sahipliği yapıyor. Kıyılarının toplam uzunluğu 321 km. olan Mersin kıyılarının 108 km.'si ise doğal kum plajlardan oluşuyor... Bu başlıkta işte o koyları ve kumsalları bir arada görebileceğiz... Boğsak Koyu Mersin'in yaklaşık 100 km batısında Mersin-Antalya karayolu üzerinde yer alıyor. Deniz (mavi bayraklı), kumu güneş ve balık nefis.
Akyar koyu derinlerine inmedıkce balık vurmanız cok zor (yok çünkü,suyun berraklığına diyecek yok ama)bu arada orası boğsak koyu -akçakıl mevkiii nato limanından sonraki ilk koy.koyun batı uc noktasında iri karagözler varve şu aralar levrek tarlası tavsiye ederim : Köpük dansı..Ececan bu tür etkinlikleri sevmediği için, bakıp gülüyor..Sevmiyor ise neden güldüğünü siz çözün… Mersin Türkiye'nin Akdenizdeki en uzun kumsallarına ve en güzel koylarından bazılarına ev sahipliği yapıyor. Kıyılarının toplam uzunluğu 321 km. olan Mersin kıyılarının 108 km.'si ise doğal kum plajlardan oluşuyor...
Bu başlıkta işte o koyları ve kumsalları bir arada görebileceğiz... Artık Mersinin şehir merkezi sayılabilecek olan Mezitlideki uzun kumsalları ile güzel Soli plajı...Yine Mersine 15 km. mesafedeki Tece ve Davultepe beldeleri kumsalları... Kızkalesi bence sadece Mersinin değil tüm Türkiye'nin en güzel nitelikli denizine ve kumsalına sahip... Tarih ile eşi benzeri olmayan doğanın birleşimi ve birbirinden güzel iki kumsalı ile Erdemlinin Ayaş beldesi... Ve Mersin'nin eşsiz koyları Akyar, Narlıkuyu, Yapraklıkoy, Kızlarhamamı ve Altınorfoz... Susanoğlunun en güzel kumsalına ev sahipliği yapan Atakent beldesi... Silifke’nin 31 km. güney-batısındaki Ovacık Köyü’ne bağlı, bugün Tisan adıyla bilinen Aphrodias denize uzanan Ovacık Burnunda bulunan, Doğu ve Batı olmak üzere iki limanı olan antik bir kenttir. Tisan gerçek bir yeryüzü cenneti... Yerleşim yerinin iç kesimlerdeki Isaura ile hemen hemen hiç bağlantısı yoktur. Aphrodisias, Hellen dilinde “Aphrodite’ye adanmış, Aphrodite Yurdu” anlamındadır.
Güzellik adası. Kent, İ.Ö.VII.yüzyılda kurulmuş bir Yunan kolonisidir. İ.Ö. IV.yüzyılda Pers satraplığının bir parçası olan kent, satrap Pharnabazos yönetimi altındayken (İ.Ö. 379-374) gümüş sikkeler basmıştır. Aphrodisias önemini, Hellenistik dönemde kaybetmiştir. Roma Döneminde sikke basımı gerçekleşmemiş ve Papazlık merkezi olmayan kent Erken Bizans Döneminde ise “polis” statüsünü kaybetmiştir. Aphrodisias büyük olasılıkla Seleukia’nın yerleşime uğramasına da etken olmuştur. Sonradan Seleukia “chora” sına katılmıştır. Silike'ye 48 km mesafede olan Aphrodisias; antik Zephyrion, bugünkü Ovacık Beldesine 7 km. mesafede olup, halk arasında Köserelik/ Gökada/ Ada adı ile bilinmektedir. Aphrodisias antik şehri kuzeyindeki büyük alanla birlikte Bir Müze bekçisi devamlı olarak tapınağı beklemektedir.
Mabedin batısında, iki koy arasında, eski kanalın kuzey ve güney tarafında; ev, silo, ticarethane (?) temel izleri Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü elemanlarınca yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkarılmış, temellerin bulunduğu alan , kazıdan sonra korunmak amacıyla, toprakla kapatılarak, üzerine Tisan Tatil Köyü yetkilileri tarafından fotbol ve basketbol sahaları yaptırılmıştır. Yeşil alan olarak kullanılmaktadır.
Tatil Köyü inşaasında tesadüfen bulunan bazı heykeltraşlık malzemeleri de Silifke Müzesi'ne teslim edilmiştir. Aphrodisias'ın bulunduğu mevki dikkate alınırsa, burada daha eski yerleşim izlerine rastlanabilir. Ancak Selefkios adına inşa edilen Silifke şehri fazla uzakta olmadığından, Aphrodisias'ın Anadolu içleri ile karayolu bağlantısı iyi olmadığından, şehrin ekonomik durumu fazlaca ileri gidememiştir. Çam ağaçları ile kaplı iki dağ arasında bulunan vadinin ulaşım yolu , Antalya-Adana kara yolundan ayrıldıktan sonra, 14 km.lik stablize yol, oldukça virajlı ve uçurumludur.
Tisan Tatil Köyü yetkilileri bu yolu asfaltlamak üzere Aralık 1993tarihinde ihale etmişler ve bu maksatla üyelerinden yedişer milyon lira toplamaya başlamışlardır. 1994 yaz sezonunda bu orman yolunun asfaltlama işlemi bitirilmiş olacak ve turistlerin buraya kolay gelmesi sağlanacaktır. Antik devirde ise, Aphrodisias'ın kuzeyinde bulunan dağdan 7 km. lik sarp, dik yol ile Hacı İshaklı Köyü'ne oldukça zor ulaşılmakta, oradan da Ovacık'a geçilmektedir.
Ulaşım güçlüğü dolayısıyla, burada ticaret gelişememiştir. Doğusunda bulunan Liman Kale, ve daha doğudaki Silifke, ticari yönden şehrin ilerlemesine mani olmuştur. Van Akdamar adası benzeri ada Aşık adası. Mamure Kalesinin 300 metre kadar açığında ise "Martı Adası" denilen küçük bir kara parçası görülüyor. Ada içinde tatlı su pınarının bulunması nedeniyle martıların mesken tuttuğu ada için anlatılan birçok efsane içki masalarında sohbet konusu olmaya devam ediyor. (Efsaneye göre kale komutanın kızı bir gence âşık oluyor, birbirlerine ulaşamayan kız ile genç arasında ki mektupları bu adada yaşayan martılar taşıyor. Önceleri evliliğe karşı çıkan babasından nihayet evlenme iznini alan kızın, gence gönderdiği son mektubunu martılar bu adadaki suya düşürüyorlar, mektup kayboluyor, müjdeli haber gence ulaşamıyor, martılar hala bu küçük adada bekliyor olmaları suya düşen mektubu arıyorlar ifadesiyle yorumlanıyor).
Silifke Mersinin Tarsus’tan sonra en büyük ilçesi konumunda aynı zamanda gelişmiş ve modern tarımı Göksu deltasındaki kuş cenneti ve oldukça güzel turistik merkezleri ile benzersiz bir bölge... Aydıncık bakir kumsallar ve koylar diyarı... Aydıncık Kurtini yakınlarında ki doğal kaya oluşumları oldukça ilgi çekici... Yine Göksu deltasından ve Aydıncık İncekum plajı Silifke-Taşucu-Boğsak koyu Bozyazı Muz kokulu Akdeniz... Anamur en güney olmak ... Her turda, teknenin bir canlandırıcısı(Fr.Animatör) olmaya başladı, dinlence köylerindeki gibi..Bizim teknenin de var. Adı; Murat Yüksel Çelebi. Coşkun Göğen’e benziyır. Tanışıyoruz.
Karadenizli çıkıyor, Ünyeli, yetmedi 1993 harbinde Arhavi’den göçmüşler. Lazca pek bilmiyor, fakat bu işi iyi biliyor. Konya Selçuk Üniversitesi Gümrük İşletme bölümünü bitirmiş. 4 yıldır bu işi yapıyor. Aynı zamanda da dans hocası.. Falıma baktı Arhavili.. 16/07/2010.. Denizde değil havuza girdik. Ankara-Cebeci Alev ailesi ile tanışıyoruz. Nedense daha yakın hissediyoruz, Kızları Pelin ve Oğulları Umut. Namık Alev’in eşi Meral hanımTatarlar Umut suya girmekten korkuyor. Umut’un su korkusunu önce Ececan başladı, ardından Hanefi’nin TIP fakültesini kazanan kız Güler Ertuğrul korkusunu kırdı..
Eşimin kader arkadaşı Gülşen Gençay’ı görmek için Mersin’e ineceğiz.. Moralim bozuk.. Turgay Ciner ve Rus ortağın Nükleer santral kurması için hazırlanan uluslarası anlaşma TBMM’inden geçti. 215’e karışı 241 ile..Resmen İslam sermayesini oluşturuyorlar..Burada Ciner araç gibi geliyor bana.. Mersin’e resmen atom bombası yerleştiriliyor. Mersin artık; Nükleer çöplük.. Bunlar ülkemi doğası ve doğanıyla mahvediyorlar ve birileri bunları kurtarmak için hala Referandum denen olayla bunlara Evet demeye hazırlanıyor. Benim halkım resmen ahmak…İşin en üzücü yanı, eskinin Nükleer karşıtı Haluk Özdalga denen şereflinin Çevre komisyonu Başkanı olarak buna öncülük etmesi..Allahı kullananları kullanarak siyasette yükselmek bu olsa gerek.. Cumhuriyet(CBT 1217/13-16/07/2010)
Prof. Dr. Timür Karaçay “Bizdeki cehaletin babaları ve Brunolar yanmasın” başlıklı yazının giriş bölümü her şeye ne güzel anlatıyor: “Tanrı, iradesini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini egemen kılmak için Tanrı'yı kullanırlar." - Giordano Bruno- İnsanlığın geriye doğru altıbin yıllık tarihine baktığımızda, şimdi ulaştığımız uygarlığa varmak için verilen zorlu savaşta, bilim ve düşünce insanlarının verdiği kayıpların, politikacıların verdiği kayıplardan kat kat fazla olduğunu görüyoruz. Böyle olması çok doğaldır. Çünkü bilim adamı gerçeğin peşindedir. Bulduğunda onu apaçık ortaya koyar. Politikacı ise iktidarı ele geçirme peşindedir.
Ele geçirdiğinde de onu kaybetmemek için uğraş verir. Birincilerin çabası bugün bilimde sanatta, teknolojide ulaştığımız dorukları yaratmıştır. İkincilerin çabası ise, çoğunlukla, toplumlara haketmedikleri savaşları ve acıları yaşatmıştır. Giza piramiti insan aklının tasarladığı görkemli bir yapıttır. Ama o piramidi yapan milyonlarca kölenin yaşadığı acıyı, sefaleti ve ölümü yaratan politikadır. Sokrates’in gerçekleri halka açıklaması bilimdir; ona baldıran zehrini içirten politikadır. Atomun sırlarını bir bir ortaya koyan bilimdir, ama o uğurda çalışan Rosenbergler’in idam fermanını veren politikadır.
İbni Rüştler akıl yolunda yürümek istediler, ama siyaset onları ölüme göndermekte tereddüt etmedi. Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabiliriz… Liste yapmak yerine, bilim adamlarının yaşadığı trajik olaylardan birisini ele alarak, belki günümüzde yaşananlara farklı bir açıdan bakılmasını sağlayabiliriz. Giardano Bruno, yakılarak öldürülen ilk bilim adamıdır. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden sayılan Bruno, 1548 yılında İtalya’nın Nola kasabasında doğdu. Soylu bir ailenin çocuğudur.
Onaltı yaşında Dominiken tarikatına girdi. Ama parlak zekası ve öğrenme isteği onu, o dönemlerde kilise tarafından yasaklanan Kopernik evren kuramıyla tanıştırdı. O noktadan sonra, tüm kişiliklerin silindiği bir dogmatik….” Çevrecinin danıskası Başbakan, görmüyor mu en pahalı enerjinin Türkiy’de olduğunu.. 16/07/2010’un saat, 16:00’sı Mersin sahil Havuç Kafe’de Gülşen hanımı bekliyoruz…Gülşen ve eşi Mustafa bey geldiler. Kadiş ve Gülşen’ın sarmaş dolaş oluşları hepimizi duyglandırdı. Şükür ikisi de iyiler. Ne acılar çektiler..
Saat 19:00’a dek sahilde gezdik ve resimler çekindik..Ayrılık ayrı bir burukluk. İlle de eve davet ettiler, fakat ertesi gün yolculuk olduğu için kabulül edemedik. Ececan ve Kadiş Platin’e bıraktım. Ben tekrar sahile indim. İnmez olaydım. Bugüne dek Mersine yağan yağmur kafama boşandı. Böyle fırtına yıllardır görülmemiş. Mustafa bey yıllardır yağmadığından şikayetçi idi..Keşke olmasaydı..Eşim sürekli Ececan ile merak ediyor. Telefon çalıyor, çünkü yanıt veremiyorum, çünkü ıslandı. Taksiye binemiyorum, çünkü paralar paramparça..
Ben bir Karadenizli olarak böylesi bir yağmuru Akdenizde yiyeceğim aklıma gelmezdi..Alata’ya dönüş ayrı bir serüven… Mustafa bey; “Nod4” virus programı önerdi… 17/07/2010. Erdemli’ye geçtim. Yıllar öncesinin sahili değişmiş. Görüntüledim. Güven Eroğlu ile görüştüm..Herkes Tayyip’in Özel ordu için söylediği şu sözleri yorumluyor “Ölümler de infial az olur”… 18/07/2010 Alata’da son günümüz..
Pazar gazetelerinin şu manşeti Türkiye gerçeğini özetliyor¸”Şehit cenazesinde bir hükümet yetkilisi yok, fakat, Abdulhamit’in torunu için Bakanlar kurulu cenazede..” İkinci başlık çileden çıkarıyor insanı; “500 günlük Mustafa Balbay tutsaklığı 12 Eylül faşizmini aratır oldu..” Bizler neden bu kadar suskunuz..Resmen kendi kendimizi tutukluyoruz.. 19/07/2010 Akdeniz doğa müzesindeki dinlence bitti… Biz şimdi dinlendik mi, dinlendik mi? Alata’ya gelmek için, Aşti’ye koştur. Mersin’den dolmuşları koşuştur..
Kaldığınız yerde sivirsinekleri ve haşarileri kovala..Sifonu tamir et..Yemek kuyruğunda bekle..Kapanmayan kapıyı tamır için, yetkililere yalvar..Sahilde Şezlong kovala… Bodrum Türkbükün’de dinlence içinde olanlar var;The suuu Hotelsin süitlerinde evinizde aradığınız her türlü detayı bulabilirsiniz(var ise).. Uşaklar 24 saat hizmette…
TSH hizmette de sınır tanımıyormuş.. Emrinize amade Butlerler (size özel uşaklar) karşılıyorsunuz. Suiti’inizde iki Butler’iniz var, bir dişi, biri erkek.. 24 saat emrinizde.. İstediğiniz yemeği yapıyor size.. Kısacası her konuda hizmetinizde (kesin sermaye düşmanı ilan edilmişimdir)… Sizleri yormuyorum ve yorumlamıyorum, sadece soruyorum “Hangisi dinlence?” En onurlusu bizim dinlence olsa gerek (25/08/2010-Saat, 16:01 Acaba son yazım mı?)
Yorumlar
Yorum Gönder