AKP’NİN DOĞUM TARİHİ
VE 28 ŞUBAT ÖYKÜSÜ
6 mart
2014
“14 Ağustos 2013 günü,
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 12. kuruluş yıl dönümü nedeniyle resepsiyon verildi.Resepsiyonda, Mısır'da
yaşanan olaylar nedeniyle müzik yayını yapılmadı. Erdoğan, konuşmasının sonunda
salondakileri "Rabia" selamı ile selamladı.”
Bu haberi okuyunca; AKP doğum tarihi ile
birlikte 28 Şubat öyküsünü araştırmak
geldi içimden.
Araştırma sonucu şöyle bir kanıya
vardım; AKP’nin doğum tarihi; 14 Ağustos 2001 değil, 28 Şubat muhtırası ile
anılan tankların yürüyüş tarihi 4 Şubat
1997’dir. Bana göre AKP’de tanklarla birlikte yürüyüşe geçmiştir.
Haklı olup olmadığıma siz karar verin:
Evet; Tansu Çiller, Koalisyona onay
vererek Necmettin Erbakan’ı Başbakan yaptı. İşleyen süreç asla demokrasi süreci
değildi; adım-adım şeriata gidişin çalışmaları organize ediliyordu.
Biliyorsunuz yine bir Rizeli olan Şevki Yılmaz gibi milletvekilleri ile
tarikatlar, şeriat düzenine geçiş arzusunu çekinmeden haykırıyorlardı.
Özellikle Erbakan, Meclis kürsüsünden: “Kanlı mı olacak kansız mı karar verin?”
tehdidinde bile bulunabilmişti.
Erbakan ve çevresi, böylesi anlamsız
sıçramalar yaparken, bir şeyi fark etmiyorlardı; partinin içinde kendilerine
‘yenilikçi’ diyen bir grup öğrencisi pusuya yatmış, öğretmenlerinin
yanlışlarıyla kendilerini beslediğini.
Ne oldu sonunda? Milli Güvenlik Kurulu
28 Şubat 1997
tarihli toplantısında 18 maddeden oluşan ünlü 28 Şubat kararlarını aldı. Bu karar, öyle Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in dediği gibi post-modern darbe falan değildi, sapına kadar darbe idi. Her ne kadar; askerlerin 'yönetime el koyalım' baskısını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ısrarla konuyu yasal ve anayasal zemine çekip MKG'nın karar almasını sağladığı savlansa da bal gibi, Laik ve Demokratik Cumhuriyet’e goldü ve bu golün adı da darbe idi.
tarihli toplantısında 18 maddeden oluşan ünlü 28 Şubat kararlarını aldı. Bu karar, öyle Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in dediği gibi post-modern darbe falan değildi, sapına kadar darbe idi. Her ne kadar; askerlerin 'yönetime el koyalım' baskısını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ısrarla konuyu yasal ve anayasal zemine çekip MKG'nın karar almasını sağladığı savlansa da bal gibi, Laik ve Demokratik Cumhuriyet’e goldü ve bu golün adı da darbe idi.
Bu işlemeye başlayan ve sonradan 28 Şubat
diye adlandırılan 4 Şubat süreci benim
için net ve açıktır; bu süreç, ülkemiz üzerine
çökmekte olan bir karanlığı aydınlatma bahanesiyle, sözde yenilikçi
Erbakan karşıtı ılımlı İslamcı öğrencileri iktidar taşımanın projesi idi.
Demokratik seçimle iktidara gelen yönetime el koyma ne kadar darbe ise, bu
dolambaçlı küresel efendilerin içteki
Danimarkalılarla kurguladıkları oyun da
o denli darbe idi. Öyle, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın dediği gibi ‘Nizamiyeden
dönülmedi’, bal gibi demokrasiden dönüldü. Birilerinin dediği gibi demokrasi
yara alıp kesintiye uğramadı, karanlık enjekte edilerek demokrasi
enfekte(iltihap) edildi.
Dün, Erbakanların, Hasan Hüseyinlerin,
Şevki Yılmazların, Bekir Yıldızların, Şükrü Karatepelerin söyledikleriyle,
bugün söylenenler arasında bir fark var mı?
Tüm o söylemlerin; 28
Şubat sürecini tetiklediği ve hızlandırdığı iddia edilmektedir. Bu
olaylara ‘bugün söylenenler ile karşılaştırmalı olarak’ göz atalım:
2 Ekim-7 Ekim tarihleri arasında Başbakan
Erbakan Mısır, Nijerya ve Libya gibi dini siyasallaştırmış ülkelere ziyareti ve
Kaddafi’nin ziyaret sürecinde Erbakan’ı aşağılaması ve PKK övgüler sıralatması.
İyi de; bugün bunların fazlası
yaşanmıyor mu ülkemde?
Örnek;
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Mısır'daki
darbenin arkasında İsrail var, elimizde belgesi var" sözlerine Washington
ve Tel Aviv'in ardından Kahire'den de tepki geldi. Mısır Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü eleştiri sınırlarını zorlayan açıklamasında, Başbakan Erdoğan'ı
kastederek, "Batılı bir
ajandan vatanseverlik dersi almaya ihtiyacımız yok" dedi(21 Ağustos
2013).
6 Ekim 1996'da Ankara Kocatepe
Camisi'nde başlayıp "şeriat isteriz" diye bağıran sakallı,
cüppeli kimliklerin eylemlerinin
süreklilik kazanması.
İyi de; bugün neden o şeriat eylemleri
sonlandı? Bunların arkasında ne vardı?
Günümüzde o eylemlerindeki söylemler, iktidar erkinin yetkilileri ve grupları
tarafından fazlasıyla yerine getirildiği için mi duruldu?
Örnek;
“17 Ağustos 2013 Eminönü Mısır Mitingi”ne
yürekten katılıyorum; fakat, Mısır’daki faşist Sisi darbesi, Şeriatçı Mursi
yandaşlığıyla şeriat ve hilafet savunusu çizgisine çekildiğini de kaygıyla izliyorum.”
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana
gelen kaza sonrası ortaya çıkan mafya, siyasetçi, polis ilişkilerinin derin
devlet yapılanmasını ortaya çıkardı.
İyi de;
derin devlet yapılanmasına ‘fasa fiso’ diyen Erbakan ve aydınlık için
bir dakika karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü
oynuyorlar" diyen o dönem Adalat Bakanı Şevket Kazan mantığı bugün
fazlasıyla devam etmiyor mu? En önemlisi, “devlet için kurşun atan da yiyen de
şereflidir” diyen T.Çiller 28 Şubat mağduru olarak ifade verirken, Ergenekon ve
Balyoz davalarıyla derin devletin adamı diyerek ilgisiz insanlar, ağır cezalara
çarptırılmasına ne diyeceğiz..
Örnek;
Danıştay'ın kamusal alanda başörtüsü
takılmasını yasak etmesi nedeniyle
"Aldıkları karar Allah’ın adaletine sığmıyor. Cezalandırmak istedim."
diyerek Danıştay ikinci Dairesini basan
ve bir Danıştay üyesini öldüren, diğerlerine yaralayan(17 Mayıs 2006) Alparslan Aslan’ın suç ortağı Osman Yıldırım
‘ı Balyoz davasında tanık yapılması ve ardından beraat ettirilmesi. Evet;
Danıştay davasında müebbet cezası alan ve Danıştay saldırısı, Cumhuriyet
gazetesine bomba atma ve Ergenekon
davası sanığı. Hırsızlık, yaralama, gasp, adam öldürme suçlarından sabıkalı
olan Yıldırım, aniden Ergenekon iddianamesinde tanık olarak adı geçmeye başlıyor. Sonrasında Yargıtay, Danıştay saldırısı davasının
kararını bozup davanın Ergenekon ile birleşmesi kararını alınca,
Yıldırım yeniden yargılanma hakkı kazanıyor ve
5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından serbest bırakılıyor.
Refah Partisinin Belediye Başkanı Şükrü
Karatepe’nin 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki
konuşmasında,”Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın.
Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki başbakanın,
bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir
mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu
zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka
değişmelidir. Ey Müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini nefreti ve bu
inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur.”şeklindeki konuşmasına 1
yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezası verilmesi.
İyi de, Şükrü Karatepe benzeri
konuşmaların daniskacı ve adamları tarafından fazlası yapılmıyor mu?
Örnek;
Mayıs 2013’te şu sözler söylenmedi mi başbakan tarafından:
“İki tane ayyaşın yaptığı yasa, sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği
bir gerçek, vaka niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline
geliyor?”
Kimler bu iki ayyaş? Millî mücadele
döneminde yasak edilen alkollü içecekleri
22 Mart 1926’da çıkardıkları yasa
ile serbest bırakan İnönü ve Atatürk değil mi/ Bu iki önder mi kastedildi?
Başbakan Prf. Dr. Necmettin Erbakan 11
Ocak 1997 günü, Başbakanlık Konutunda tarikat ve şeyhlere iftar yemeği vermesi.
İyi de, bugün iftar yemeği böylesi kimliklerin
baş tacı edildiği yemekler değil mi? Hikmetyar’in dizinin dibindeki kimlik
bugün nerede?
30 Ocak 1997'de
Sincan belediyesi Kudüs gecesi düzenledi. Belediye başkanı,
İran büyükelçisinin misafir olduğu gecede sahneye konulan
Cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Star muhabiri Işın Gürel
saldırıya maruz kaldı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.
İyi de bugün benzerleri gündeme gelmiyor
mu? Özellikle Cihat söylemleri tekrar edilmiyor mu? O dönemin Star gazetesi
bugün ne durumda, köşe yazarları ve muhabirleri kim? Dahası hangi anlayışa hizmet
ediyor? TRT ne durumda?
Bir örnek yoruma yer vereyim de TRT’nin
ne durumda olduğun anlayın:
“Mısır’da Müslüman
Kardeşler yanlısı göstericilerin sığındığı camide bir süre mahsur kalan TRT
muhabiri Metin Turan, bir vasiyette bulundu ve “Bana bir şey olursa beni Gafir
Mezarlığı’nda Mustafa Sabri Hazretleri’nin kabrine defnedin” dedi. Mısır
güvenlik kuvvetlerinin camiyi boşaltmasından sonra Anadolu Ajansı’nın Arap
muhabiri Hiba Zekeriye, Kahire’nin güneyindeki Turra cezaevinde 8 saat
gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Turan ise bu yazı yazıldığı
sırada hâlâ gözaltındaydı.
Mısır’da meydana gelen olaylar hepimizi üzüyor. Bunca olay arasında Metin Turan’ın yanına gömülmek istediği “Mustafa Sabri Hazretleri”nin kim olduğu ise kaynadı gitti.
Bilinen bir Mustafa Sabri Efendi var. Başka Mustafa Sabri yok ise Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Atatürk ve Kuvayı Milliyeciler için idam fetvası çıkaran kişidir. Metin Turan’ın, yanına gömülecek kadar sevip saygı duyduğu kişi bu ise, TRT’nin nasıl bir zihniyetle yönetildiği de açığa çıkıyor(Arslan Bulut).
Mısır’da meydana gelen olaylar hepimizi üzüyor. Bunca olay arasında Metin Turan’ın yanına gömülmek istediği “Mustafa Sabri Hazretleri”nin kim olduğu ise kaynadı gitti.
Bilinen bir Mustafa Sabri Efendi var. Başka Mustafa Sabri yok ise Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Atatürk ve Kuvayı Milliyeciler için idam fetvası çıkaran kişidir. Metin Turan’ın, yanına gömülecek kadar sevip saygı duyduğu kişi bu ise, TRT’nin nasıl bir zihniyetle yönetildiği de açığa çıkıyor(Arslan Bulut).
Eğer benim ülkemde Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı kurumlara ‘Said-i Nursi’ adı veriliyorsa, Mustafa Turan olayına şaşırma kardeşim!
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral
Güven Erkaya “İrtica” PKK’dan tehlikeli demesi.
İyi de bu gerçek, bugün daha fazla
geçerli değil mi?
11 Şubat'ta Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü
Ankara'da yapılması.
İyi de, demokrasi var diyenlerin,
böylesi eylemi yapmayı anti demokrasi ile, yapmamayı demokrasi ile
örtüştürmelerini nasıl tanımlayacağız?
28 Şubat'ta yapılan MGK toplantısı 9
saat sürdü. MGK laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu
sert bir şekilde vurguladı.
İyi de tüm bunlar tedirginliğe yol açan
nedenler olarak görüldü, bugün bu tedirginliği fazlasıyla tetikleyen unsurlar
ve de gelişmeler yok mu?
MGK
kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların
uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e
devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran Kursları denetlenmeli, Öğretim
Birliği(Arapçası; Tevhidi Tedrisat) uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı,
irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi
gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli,
kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler
cezalandırılmalı, deniliyordu.
İyi de
bugün bu endişeler ortadan kalktı mı? AKP meşruiyete dönebildi mi?Yani, herhangi bir
sağ muhafazakâr iktidar mıdır, yoksa İslamcı bir iktidar mı? Batı, özellikle AB
ve ABD eskisi gibi yakın mı duruyor, yoksa mesafeyi açmaya başladı mı?
Karanlığın cephesinde değişen bir şey
yok; ‘Benim oğlum bina okur, döne-döne yine okur” modundalar.
Örnek;
"Biliyorum ki sizler ellerinde silah dahi
olmadan öldürülen kardeşlerimizin yanındasınız. Bütün bu gelişmeler demokrasiyi
hazmedemeyenlerin projeleridir. Bütün bu projeler nasıl Gezi'de geri teptiyse
burada da geri tepecektir. Gezi; Trabzon'a gelebildi mi, Giresun'a, Samsun'a
gelebildi mi? ..Bize diktatör diyenler, buyurun Suriye'ye. Diktatör görmek
istiyorsanız Suriye'ye bakın. Diktatöre diktatör diyeni sallandırırlar..
İnşallah bizim ülkemizin meydanları ikinci Tahrir olmayacak. Adeviyye olacak,
Rabia olacak, Mansuriye olacak, İskenderiye olacak; demokrasinin egemen olduğu
meydanlar olacak.”
Ağır-ağır
28 Şubat kurgulanmaya başlandı;
RP-DYP Koalisyonu kurulmasının ardından
yaşanan bazı olayların, 28 Şubat 1997 sürecini tetiklediği ve
hızlandırdığı iddia edilmektedir.
21 Mayıs'ta Yargıtay
Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘Ülkeyi iç savaşa sürüklediğini’’ söyleyerek,
RP'nin kapatılması için dava açtı. 7 Haziran'da Genelkurmay, irticai
faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu. 18 Haziran'da
Erbakan başbakanlıktan istifa etti. 19 Haziran'da Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel hükümet kurma görevini TBMM’inde çoğunluğa sahip DYP lideri
Tansu Çiller’e değil, ANAP Genel başkanı Mesut Yılmaz’a verdi ve 30
Haziran 1997'de Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte
ANASOL-D hükümetini kurdu.
Ondan
sonraki süreci biliyorsunuz, adım-adım AKP iktidar süreci..
30 Haziran 1997'de
kurulan ANASOL-D hükümeti gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11
Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. Kez Başbakan oldu.
DSP18 Nisan 1999’da yapılan seçimlerden yüzde 22.19 oy oranıyla birinci parti
olunca, sayın Ecevit, 28 Mayıs 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda
yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. 2000’nin Kasım’ında ve 2001’in şubatında
yaşanan ekonomik kriz sonrası, 22 yıldır Dünya Bankası’nda görevli olan Kemal
Derviş 3 Mart 2001'de Ekonomiden
Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine getirildi. Uluslararası Para Fonu (IMF)
ile görüşmeleri yürüterek mali krizi belli
oranda olumlu boyutlara getirdi.
Gerçekten, Türk finans sisteminin radikal bir şekilde yeniden yapılanmasını
sağlayan(AKP iktidarının hala kullanmaya çalıştığı) Güçlü Ekonomi
Programı'nı hazırladı.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP'den
İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa
ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı(UNDP) görevine atandı.
Mayıs 2008'te Financial Times'a yaptığı açıklamada Türkiye ve Brezilya gibi
ülkelerde enflasyon tsunamisi yaşanacağını ve son bir yıldan kısa sürede
bu ülkelerde halkın %25 daha fakirleştiğini belirtti.
Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili
söylentiler çıkan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002’de rahatsızlandı ve Başkent
Üniversitesi Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı. Başkent’te yanlış tedavi edildiği
savlanarak Mehmet Haberal suçlandı. Evine çıkarıldı, durumu düzelince Hastalığı bahane edilerek Beklenmedik şekilde
başbakanlığı tartışılır oldu(ceza almış birinin başbakan olması olası mı..Ha,
Yargıtay onamaz ise o zaman komplo teorisi üretebilirsin).
Bu ara ortada hiç olmayan Devlet Bahçeli
ve Kemal Derviş krizi başladı. Ekonomiyi düzlüğe çıkarmaya başlayan Kemal
Derviş; 2002 Ağustos ayında başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli ile
görüş ayrılığına düşerek görevinden istifa etti. Ardından hükümete yönelik
tartışmalar ve erken seçim talepleri
yoğunlaşmaya başladı. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Oğlum
dediği Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın görevinden ve partisinden
beklenmedik istifası(8 Temmuz 2002), beraberinde yeni istifaları getirdi ve MHP’nin de erken
seçim kararı almasıyla koalisyon hükümeti TBMM’deki sayısal desteğini
yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel
seçimlerde DSP barajı aşamadı ve TBMM dışı kaldı, AKP iktidar oldu.
DSP’ye karşı çıkan MHP’yi, yani Devlet
Bahçeli’yi bir yana bırakın, oğlum
dediği Hüsamettin Cindoruk’un ve çok sevdiği
İsmail Cem’in karşı duruşunu nasıl açıklarsınız?
İşleyen(dahası işletilen) süreç hala
düşüncelerimizden silinmedi, doğrusu hala düşünüyoruz. Nasıl oldu da; 22 Temmuz
2002’de, DSP’den ayrılan İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan liderliğindeki
bazı milletvekilleri tarafından merkez sol ve liberal bir çizgide bir partiye(Yeni Türkiye Partisi) gereksinim
duyuldu ve Kemal Derviş’i bu konuda ikna ettiler?
Kemal Derviş neden; İsmail Cem ve
Hüsamettin Özkan ile YTP’nin kuruluş çalışmalarına katıldığı partiden istifa
etti ve 3 Kasım 2002 erken seçiminde CHP’den milletvekili oldu?
3 Kasım 2002 seçimlerinde MHP ve DSP barajın altında bırakıldı ve AKP
de tek başına %34 ile iktidar yapıldı..
Sanki gizemli bir özgörev vardı ve bu
görev yerine getirilmişti.
AKP’nin günümüze dek devam eden
iktidarını ve yaptıklarını anlatmaya
gerek yok, hepimiz naklen yayın izliyoruz..
Ve
gelinen noktada; 2012 yılında ise TBMM,
darbeleri araştırma komisyonu kurmuş ve 28 Şubat başta olmak üzere askeri
darbeleri araştırmaya başlamıştır. Bu sürecin yargılanması ise 28
Şubatta etkin rol oynayanların tutuklu yargılanması ile başlamıştır.
En düşündürücü olanı ise; 2 Ekim 2012
tarihinde Dönemin Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller
'mağdur' sıfatıyla ifade vermesidir.
Bir Diğer pencereden baktığınızda şu
sorular aklınıza gelmiyor değil;
AKP, Ergenekon ve Balyoz ve de 28 Şubat
yargılamalarında nasıl bu denli yoğunlaşabildİ? Daha doğrusu, suçlu-suçsuz bu
denli cezalar verecek gücü buldu?
Acaba, birileri Asker içinde var olan
darbeci kimlikleri AKP’ye mi temizletiyor..AKP’nin özgörevi bittiğinde, AKP’yi
çekerler mi dersiniz(Ben sandıkta halkın isteğiyle çekilmelidir AKP, yeter ki gerekli
güçlü siyaset yapılabilsin).
Veya AKP, bu oyunu anladı da
sürdürülebilir iktidarını sağlayacak politikalar mı gerçekleştirdi?
İnanın benim kafam karmakarışık. Yoksa
bizİ bunlar teslim almadı da, her zaman olduğu
gibi küresel efendiler bunlara mı teslim etti ve geri almasını bekliyoruz?
Dedim ya, bu hazırcılık demokrasiyle bağdaşmayan hazırcılıktır ve ülkemize hep
zarar getirmiştir, tıpkı AKP’nin ve
ANAP’ın hazıra konmasındaki gibi, benim esasım sandık konması ve sandıktan
çıkılması, birilerinin portföyünden değil..
Hazıra konmada her şey 1997’nin Aralık
ayında başlıyor sanki:
R-cep 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te
düzenlenen bir mitingde yaptığı konuşma nedeniyle Diyarbakır DGM
Savcılığınca "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı
gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle açtığı
davada TCK’nun 312. maddesinin 2. fıkrası uyarınca 10 ay hapis
cezasına çarptırıyor ve Cezaevinde dört ay kaldıktan sonra, 14 Ağustos
2001'de Yenilikçilerle birleşerek AKP’yi kuruyor. Ardından 2002
genel seçimlerini kazanarak tek başına iktidar oluyor.
Bu sürecin öncesi daha anlamlı;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş 21 Mayıs 1997’de Refah Partisine kapatma davası açıyor ve
kapattırıyor, Ardından aynı savcı Refah
Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi’ne 7 Mayıs 1999 yılında kapatılması
için dava açıyor ve o’nu da kapattırıyor.
Her iki partiyi kapatarak adeta AKP’nin önünün temizliyor. Yerine
kurulan Saadet Partisi ve Erbakan pek bir engel değildir artık, kapatmaya gerek
duymuyor.
Bu nedir şimdi? Yıllardır, iktidar olmayı düşleyen yılların partileri dururken, iki
günde kurulan AKP üçüncü gün tek başına iktidar oluyor.
En önemlisi, kendine karşı olan ve zarar
veren herkesi içeri atanlar Vural Savaş’a dokunmuyorlar, adeta Kenan Evren’e
dokunmadıkları gibi. Acaba, Kenan Evren’e dua edenler Vural Savaş’a da mı dua ediyorlar?
Dedim ya kafam karmakarışık bu işleyen
süreçlerden dolayı.
28 Şubat 1997 süreci soru ve sorularla
dolu bir süreç benim için. Bu süreç şu soruyu da sorduruyordur bana ve size:
“ Bu gün, 28 Şubat yargılanıyor, iyi de
Süleyman Demirel niye yargılanmıyor? 28 Şubat muhtırasından önce 5 Şubat
1997’de Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderen Cumhurbaşkanı Sami Süleyman
Gündoğdu Demirel değil mi? Muhtıra metni diye adlandırılan MGK’ni uyarı mektubu
konusunda, MGK’ni ikna eden Süleyman Demirel değil mi? SSGD’nin uyarı mektubu muhtıra değil de,
MGK’nin ki nasıl muhtıra oluyor?
MGK sözde bu kararlarla; “Refah+DYP+ANAP” koalisyon hükümetini
anayasal sınırlar içinde siyaset yapmalarını öneriyordu. Kararları kimler
imzaladı? Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak' Genelkurmay
İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail
Hakkı Karadayı, Başbakan Necmettin Erbakan(13 Mart'ta Başbakan Necmettin
Erbakan, MGK kararlarını imzalamak zorunda kalmış ve daha sonra bu kararları
imzalamadığını sadece ön yazıyı imzaladığını iddia etmiştir)imzasını attı.
Devlet Bakanı olan Abdullah Gül de Bakanlar Kurulu’nda kararları onayladı.
Bugün, tankın üzerine çıkarım diyen, o
günün Erbakan, bugünün iktidar militanları ses bile çıkaramadılar, o gün. Bugün
ise, o günün suskunları; suçsuz bir yığın insanı Ergenekon ve Balyoz
hareketiyle intikam hırsıyla rövanşı suçsuz insanlardan aldılar.
Yoksa amaç; küresel efendi ve onun içteki işbirlikçisi gözlüklü göbeklilerce, bir taşla birkaç kuş mu vurmaktı. Örneğin, ABD karşıtı Erbakan’ı temizleyip, ABD ile uyumlu bir grup(AKP) mu yaratıldı? Yada, ANASOL-D iktidar sürecinde, banka hırsızlarının önün açılıp ülke 2001 ekonomik krizine sokulmasaydı AKP iktidar olabilir miydi?
Madem, partiler tökezleyince çareyi
askerde aranıyordu, arayanlar neden askeri değil de AKP’yi buldu? “Paşam hala
ne bekliyorsunuz?” diyen aydınlar bu sefer AKP’de mi karar kıldı? Niçin halk
olarak, aydınlar olarak Anayasa ve Kanunların verdiği haklar doğrultusunda
demokratik tepkimizi gösterip tank’ta değil hukukta çözüm aramadık.
Arayabilseydik-ki zaman geçmiş değil-;
“Es selam ün aleyküm” diye halka selam vererek, ‘Ben siyasal İslam’
iletisi sunan bilinen kişiyi engelleyemez miydik?
Gerçekten, 28 Şubat doğru bir karardı
da, sözde aydınım diyen karanlıkların gülen yüzü ajanlarınca amacından mı
saptırıldı?
Türkiye ve Mısır konusunda, insanların
ideolojik duruşu, kimyası bozuldu.
“Suçlu ayağa kalk!” dediğinizde, küresel
efendilerin ve onun Türkiye’de ve Mısır’daki işbirlikçileri ayağa kalkması
gerekirken, sanki Türkiye’de suçlu bizmişiz gibi “Gezi Ruhu Mısır için ayağa
kalk” uyarısı alıyoruz. Ne Sisi, ne Mursi ne de bizimkisi kabulümüz olamaz.
‘Mübarek’ diktatörünün gönderilmesi
nedeniyle Mısır için ayakta idik, Sağcısı solcusu Türkiye olarak; Tahrir
Meydanı’ndaki Mursi’yi alkışladık, küresel efendilerle birlikte . Gördük ki,
Mursi ‘laik demokratik cumhuriyet karşıtı, şeriat yanlısı yasalar çıkararak,
Radikal İslamcı ‘Müslüman Kardeşliği’nin imamlığına soyunmaya başladı, bu nedenle
Tahrir Meydanı’na tekrar inen ‘Tahrir’ meydanındaki Mısırlıları alkışladık,
tıpkı Gezi Parkı Halk Hareketi’ndeki gibi, küresel efendiler de alkışladı,
ülkemin iktidarı hariç. Tahrir meydanı Mursi karşıtlarının olunca, Mursi
yandaşları Adevviye meydanını doldurarak Rabia selamı vermeye başladı. Sisi
darbesi ile Mısır’da Mursi yanlıları katledilmeye başlandı, Mısır Genelkurmay
Başkanı ve Savunma Bakanı Abdülfettah es- Sisi faşizmini lanetledik, fakat asla Şeriat
yanlısı Mursi’ye evet demedik, Rabia Selami vermedik; Küresel efendi suskun,
ülkemin iktidarı ise adeta ‘bazı futbolcular dahil iktidar Rabia selamı vererek
şeriatı savunurcasına Mursi savunuculuğu yapmaya başladı ve dün beraber olduğu
Küresel efendileri demokrasi düşmanı ilan etti. Halbuki aynı küresel efendinin
‘Arap Baharı’ aldatmacasıyla neden olduğu katliamları savunuyordu. suçlamaya
başladı. Sisi tarafından Mübarek hapishane’den çıkarıldı, dün dost olduğu
Mübarek’i, küresel efendi diktatör dediği için, diktatörlükle suçladı, küresel
efendi diktatör olarak devirttiği Mübarek konusunda suskun, bizimkisi
feryatlarda, “o bir diktatördü” diyerek.
Hala birileri “Gezi ruhu için ayağa
kalkmalı” deniyor bana, Gezi Halk Hareketi’ne karşı olan Mursi için.
İnanın kafam karmakarışık. Değneğin bir
tarafında Mursi, diğer tarafında Sisi..
Ama ben yine Adevviye’de masum insanları
katleden Sisi karşıtı olarak ayaktayım, ama asla Mursi ve bizimkisi için gezi
ruhumu ayağa kaldırmam.
Şu yaşananlara neden suskunsun?
Baksana; “Ben İsrail’i kastettim, ABD niçin
alındı, küstüm” diyor.
Düne dek; ABD dostu o değil miydi?
İsrail ile işbirliği içinde olan kimdi? Obama’nın sesini özleyen, BOP eş
başkanıyım diyen..
Kuzey Irak’da, hangi yerel yöneticisi
‘İran’a saldırı üssü olacak’ dünyanın en
büyük havaalanını İsrail ile ortak inşa
ediyor? İsrail’i korumak adına İran’a
karşı Patriotları Türkiye’ye konuşlandırtan kim? İsrail Mossad’ı hangi yerel ve
siyasi liderleri koruyor?
Mursi’ye üzülüyor da eski dostları
Saddam ve Kaddafi boğazlanırken niye üzülmedi? İnsan olan hepimizi ağlatan,
Mısır’da Esma’nın gencecik bedeni ortadan kaldırılmazdan önce babasına(İhvan
lideri) yazdığı mektuba ağlarken, Arap
Baharı aldatmacasıyla 2 milyona yakın
Müslüman katlinde, hepimiz ağlarken o niye ağlamadı? Irak işgalinde Adana İncirlik
üssünden kalkan ABD uçaklarının Irak Müslümanlarını katlederken neden ağlamadı?
O değil miydi, ABD ve bizim dış politikamız aynı diyen veya dedirten? O
Mısır’daki Müslüman halka mi, yoksa
şeriatçı Müslüman kardeşler örgütüne mi sahip çıkmak için Rabia selamı
veriyor, üzülüyor ve de ağlıyor?
İnan, onun bu duruşu salt benim değil
de, onun şu %50 diye abarttığı seçmenin kafasını ‘senin duruşundan da’ hayli karıştırdığını düşünüyorum.
Dahası; “Demokrasi sandıktan ibaret
değildir” diyenleri darbeci ilan ederek, demokrasiyi sandıkla
sınırlayabiliyor..
Başbakan;
" Tencere ve tava ile devrim olmaz" diyerek, Gezi olaylarına
göndermede bulunuyor.
Ben de Başbakana "Demokrasi ve
Evrensel Bandım" ile bir göndermede bulunacağım:
[[ Gezi Parkı Halk Hareketinin iki
önemli haykırışı var, benim de bir önemli haykırışım ..
Birincisi; “31 Mayıs 2013 tarihine
dek hep birkaç kişi düşündünüz, konuştunuz ve birçok kişiyi dinlemek zorunda
bıraktınız, artık birçok kişi olarak düşüneceğiz ve konuşacağız ve siz birkaç
kişi bizi dinleyeceksiniz; bunun için yarattığınız ‘korku psikolojisini
kırdık’ sokaklara indik.”
İkincisi; “31 Mayıs 2013,
Türkiye’de ve dünyada 20. Yüzyılın egemen ideolojilerinin sonlandığı ve
‘dünyanın özgün gelişimi ve değişimini dikkate alarak, farklılıkları
bütünleştiren, evrensel barışı esas alan’ 21. Yüzyılın ideolojisinin
başlangıcıdır.”
21. Yüzyılda, artık birkaç kişinin
düşüncede, siyasette, ticarette, bürokraside ve medyadaki egemenliği bitiyor,
birçok kişinin, yani halkın etkin ve belirleyici olacağı sürece girildi. Bu
sürecin düğmesine de Türkiye’de basıldı. Brezilya’ya
yansıyan sürecin Türkiye’de daha da güçlenmesi ve evrensel mesajını
yaygınlaştırması için, ülkemdeki ‘CHP’lisinden, AKP’lisine,
MHP’lisine, İP’lisine, BDP’lisine, kısacası sağ-sol tüm oluşumlardaki
siyasi payandaların, Gezi Parkı Halk Hareketi’nde paydaş olması gerekir.
Bu bir sokağa inişten çok, 21.yüzyılın
düşüncelerine inişti, inmeye de devam edeceğiz.
Benim Haykırışım: “Hormonlu renkli
yazılı ve görsel basın; pıtrak gibi biten, çok dağıtılan, fakat çok satılıyor
diye yutturulan, az seyredilen; cemaatin yazılı ve görsel basını
gibi olmasa da benzer duruş sergilemektedir. Şöyle ki; korku
psikolojisiyle nedeniyle siyasal erkin yandaş medyasıyla örtüşen anlayışlarına
yer vermekte, gezi parkı halk hareketini aşağılayan haberlere öncelik
tanımaktadır. Bu nedenle ben 31 Mayıs 2013 gününden bu yana, hormonlu
renkli basını, okumuyorum, dinlemiyorum , sevdiğim dizileri izlemiyorum
ve de ürünlerini satın almıyorum, yani bu ilgimi dondurdum, askıya aldım,
ta ki ‘demokrasi ve evrensel barışı’ ilke edinmiş halkın tepkisini ciddiye
alacağı güne dek. Sizin özgür istencinize, gem vurmak değildir amacım, ben
böyle yapıyorum, siz bilirsiniz. ]]
http://blog.milliyet.com.tr/ak-parti-durultayi/Blog/?BlogNo=381685
ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu
evesbere@mynet.com
sevket-che@hotmail.com.tr
GSM: 0506 609 00 32
Yorumlar
Yorum Gönder